20 Şubat 2013 Çarşamba

KON-TIKI – REBELLE – NO



Amour dışında yabancı dildeki filmleri inceleme fırsatım olmamıştı.A Royal Affair hariç bu daldaki diğer 3 filmi izleme şansı buldum.Oscar tahminlerimi yayınlamadan önce son olarak bu yapımlara kısaca değineceğim.






KON-TIKI : Azmin ne kadar kuvvetli bir duygu olduğunu kanıtlayan, çok keyifli bir macerayı aktarıyor Kon-Tiki.Ülkesinde efsane olmuş kaşif bilimadamı Thor Heyerdahl’ın Pasifik Okyanusu’nda yaşadığı gerçek mücadeleyi işliyor.Ömrünün 10 yılını Polinezya adı verilen adalar topluluğu üzerine araştırmalar yaparak geçiren Heyerdahl, bilinenin aksine 1500 yıl önce buraya ilk ayak basanların Asyalılar değil, Inka’nın Güneş Tanrısı Tiki’ye inanan Güney Amerikalılar olduğuna dair bir tez yazıyor.Hiçbir yerde değer görmeyen ve inanılmayan çalışmasının gerçekliğini kanıtlamak için de dev bir salla Pasifik Okyanusu’nu geçmeye karar veriyor.Kimsenin kolay kolay cesaret edemeyeceği bir işe kalkışan genç adam, birkaç yol arkadaşı ile birlikte Peru’dan Polinezya’ya uzanan 8000 km’lik bir maceraya yelken açıyor böylece.Film çok keyifli bir yolculuk tecrübesi yaşatıyor izleyenlere.Ancak tüm hikaye boyunca melankolik bir tarz benimseyerek yapıyor bunu.Görüntü yönetimi çok başarılı.Güneş, uçsuz bucaksız bir okyanus ve su canlılarından oluşan, seyir keyfi yüksek bir çalışma görünümünde.Bu anlamda biraz Life of Pi’yi andırıyor.Filmin beni en çok etkileyen yanı ise dolaylı yoldan verdiği mesajları oldu.Kimilerine hiçbir anlam ifade etmeyen şeyler için bazı insanların tüm hayatlarını feda edebileceklerini görmemizi sağlıyor Kon-Tiki.İnanılan değerler uğruna mucizelerin bile gerçek kılınabileceğinin kanıtı oluyor.Sadece bu uğurda zorluklara katlananlar hiç unutulmayıp tarih yazıyorlar zaten.Aynı Thor Heyerdahl gibi.Kısaca bahsettiğim özelliklerden dolayı Kon-Tiki de unutulmuyor ve Oscar gecesinde yerini alıyor.
Ülke : Norveç.


REBELLE (WAR WITCH) : Bu yıl Oscar’a aday olan bağımsız filmler çok başarılı oldu diyebiliriz.Beasts of the Southern Wild bünyeleri tatmin etmişken bir de çarpıcı Rebelle çıktı karşımıza.Öncelikle yapımın beni derinden etkilediğini söyleyerek başlayayım.Psikolojik anlamda son derece rahatsız edici bir havası var Rebelle’in.Konu olarak Afrika’nın ilkel bir kasabasında yaşayan Komona’nın yürek yaralayan hikayesine odaklanıyor.Küçük kızın hükümet karşıtı isyancılar tarafından kaçırılmasıyla başlayan zorlu hayat mücadelesi, eline silah verilip bir suçluya dönüştürülmesiyle bambaşka bir yöne gidiyor.Ellerinde ailesinin kanıyla yapayalnız kalıyor, taşıyamayacağı yüklerle daha küçücükken tanışıyor.Filmi izlerken hep yaşadığım hayat için şükrettim.Dünyanın bilmediğimiz yerlerinde ne hayatlar yaşanıyor, neler yitiriliyor diye düşündürdü bana Komona’nın hikayesi.Tüm bu özellikleriyle Rebelle, insan denilen varlığın ne kadar acımasız ve aç gözlü olduğunu bir kez daha yüzümüze vurabilmiş.Ancak bunu yaparken pisliğin içinde bile aşkın yeşerebileceği mesajını da iliştirivermiş bir yerlere.Rebelle’i izlerken bazı filmlerle olan benzerliklerini de fark ettim.Komona’nın kaçırılma sahnesi bana Blood Diamond’u hatırlattı.Ellerinde silah taşıyan çocukları gördükçe de aklıma hep Cidade de Deus geldi.Cidade de Deus’da da burada hissettiklerimi hissetmiştim.Bu açıdan kendi adıma güzel bir tecrübe oldu.Komona rolündeki Rachel Mwanza’ya da değinmek istiyorum.Küçük siyahi oyuncuların revaçta olduğu bir sene yaşıyoruz gerçekten.Beasts of the Southern Wild’da Quvenzhané Wallis için ne söylediysem Mwanza için de aynıları geçerli.Küçük yaşta büyük iş başarmış, tebrikler.Rebelle için bu yılın keşfedilmemiş hazinesi yorumunu yaparak kendisini incelemeye son veriyorum.

Ülke : Kanada.


NO : Şili’li yönetmen Pablo Larrain’in Gael Garcia Bernal’i başrole taşıdığı No, Şili’nin politik geçmişine el atıyor.Uzun bir dikatatörlük döneminin ardından yönetimini meşrulaştırmak isteyen Augusto Pinochet’in referandum kararı aldığı yılları hedefine alan yapım, yaşanan olayları televizyon kanallarında yapılacak “Hayır” kampanyasını üstlenen René Saavedra'nın gözünden anlatmaya çalışıyor.Yani kısaca “reklamcı diktatöre karşı” sloganının hikayesi diyebiliriz.Bu yıl birçok festivalde görücüye çıkan yapımı beğendiğimi söyleyemem.Çok ağır bir film olmuş.Ama bu ağırlık politika temasından değil hiç olmayan temposundan kaynaklanıyor.Reklamcıların kampanya konusunda sürekli tartıştıkları, sadece diyaloglardan oluşan bir olay örgüsü var.Bu kadar çok konuşmanın olduğu bir hikayenin de akıcı olması mümkün olmuyor doğal olarak.Sürekleyici öğe noksanlığı sizi daha filmin başında koparıp alıyor.Yönetmenin kamera açılarını değiştirmeden akıttığı sahnelerdeki başarılı tarzı bile yapımı kurtaramıyor.İstediği kadar derin konulara girsin, olaylara istediği kadar değişik bir pencereden yaklaşsın fark etmiyor.Festivaller dışında başarılı olması mümkün değil.Film genel olarak beğenilmiş olsa da bana hitap edemedi.Benim için “Yabancı Dilde En İyi Film” dalının en zayıf adayı.
 
Ülke : Şili.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder