Amour dışında yabancı dildeki filmleri inceleme fırsatım olmamıştı.A
Royal Affair hariç bu daldaki diğer 3 filmi izleme şansı buldum.Oscar tahminlerimi
yayınlamadan önce son olarak bu yapımlara kısaca değineceğim.
KON-TIKI : Azmin ne kadar kuvvetli bir duygu olduğunu
kanıtlayan, çok keyifli bir macerayı aktarıyor Kon-Tiki.Ülkesinde efsane olmuş
kaşif bilimadamı Thor Heyerdahl’ın Pasifik Okyanusu’nda yaşadığı gerçek
mücadeleyi işliyor.Ömrünün 10 yılını Polinezya adı verilen adalar topluluğu
üzerine araştırmalar yaparak geçiren Heyerdahl, bilinenin aksine 1500 yıl önce buraya
ilk ayak basanların Asyalılar değil, Inka’nın Güneş Tanrısı Tiki’ye inanan
Güney Amerikalılar olduğuna dair bir tez yazıyor.Hiçbir yerde değer görmeyen ve
inanılmayan çalışmasının gerçekliğini kanıtlamak için de dev bir salla Pasifik
Okyanusu’nu geçmeye karar veriyor.Kimsenin kolay kolay cesaret edemeyeceği bir
işe kalkışan genç adam, birkaç yol arkadaşı ile birlikte Peru’dan
Polinezya’ya uzanan 8000 km’lik bir maceraya yelken açıyor böylece.Film çok keyifli bir yolculuk tecrübesi yaşatıyor izleyenlere.Ancak tüm hikaye boyunca melankolik bir
tarz benimseyerek yapıyor bunu.Görüntü yönetimi çok başarılı.Güneş, uçsuz
bucaksız bir okyanus ve su canlılarından oluşan, seyir keyfi yüksek bir çalışma
görünümünde.Bu anlamda biraz Life of Pi’yi andırıyor.Filmin beni en çok
etkileyen yanı ise dolaylı yoldan verdiği mesajları oldu.Kimilerine hiçbir anlam
ifade etmeyen şeyler için bazı insanların tüm hayatlarını feda edebileceklerini
görmemizi sağlıyor Kon-Tiki.İnanılan değerler uğruna mucizelerin bile gerçek
kılınabileceğinin kanıtı oluyor.Sadece bu uğurda zorluklara katlananlar hiç unutulmayıp
tarih yazıyorlar zaten.Aynı Thor Heyerdahl gibi.Kısaca bahsettiğim
özelliklerden dolayı Kon-Tiki de unutulmuyor ve Oscar gecesinde yerini alıyor.
Ülke : Norveç.
REBELLE (WAR WITCH) : Bu yıl Oscar’a aday olan bağımsız filmler çok
başarılı oldu diyebiliriz.Beasts of the Southern Wild bünyeleri tatmin etmişken
bir de çarpıcı Rebelle çıktı karşımıza.Öncelikle yapımın beni derinden
etkilediğini söyleyerek başlayayım.Psikolojik anlamda son derece rahatsız edici
bir havası var Rebelle’in.Konu olarak Afrika’nın ilkel bir kasabasında yaşayan Komona’nın
yürek yaralayan hikayesine odaklanıyor.Küçük kızın hükümet karşıtı isyancılar
tarafından kaçırılmasıyla başlayan zorlu hayat mücadelesi, eline silah verilip
bir suçluya dönüştürülmesiyle bambaşka bir yöne gidiyor.Ellerinde ailesinin
kanıyla yapayalnız kalıyor, taşıyamayacağı yüklerle daha küçücükken tanışıyor.Filmi
izlerken hep yaşadığım hayat için şükrettim.Dünyanın bilmediğimiz yerlerinde ne
hayatlar yaşanıyor, neler yitiriliyor diye düşündürdü bana Komona’nın hikayesi.Tüm
bu özellikleriyle Rebelle, insan denilen varlığın ne kadar acımasız ve aç gözlü
olduğunu bir kez daha yüzümüze vurabilmiş.Ancak bunu yaparken pisliğin içinde bile
aşkın yeşerebileceği mesajını da iliştirivermiş bir yerlere.Rebelle’i izlerken
bazı filmlerle olan benzerliklerini de fark ettim.Komona’nın kaçırılma sahnesi
bana Blood Diamond’u hatırlattı.Ellerinde silah taşıyan çocukları gördükçe de aklıma
hep Cidade de Deus geldi.Cidade de Deus’da da burada hissettiklerimi
hissetmiştim.Bu açıdan kendi adıma güzel bir tecrübe oldu.Komona rolündeki
Rachel Mwanza’ya da değinmek istiyorum.Küçük siyahi oyuncuların revaçta olduğu
bir sene yaşıyoruz gerçekten.Beasts of the Southern Wild’da Quvenzhané Wallis için ne söylediysem
Mwanza için de aynıları geçerli.Küçük yaşta büyük iş başarmış,
tebrikler.Rebelle için bu yılın keşfedilmemiş hazinesi yorumunu yaparak
kendisini incelemeye son veriyorum.
Ülke : Kanada.
NO : Şili’li yönetmen Pablo Larrain’in Gael Garcia
Bernal’i başrole taşıdığı No, Şili’nin politik geçmişine el atıyor.Uzun bir
dikatatörlük döneminin ardından yönetimini meşrulaştırmak isteyen Augusto Pinochet’in
referandum kararı aldığı yılları hedefine alan yapım, yaşanan olayları televizyon
kanallarında yapılacak “Hayır” kampanyasını üstlenen René Saavedra'nın gözünden anlatmaya çalışıyor.Yani kısaca “reklamcı diktatöre karşı” sloganının hikayesi
diyebiliriz.Bu yıl birçok festivalde görücüye çıkan yapımı beğendiğimi
söyleyemem.Çok ağır bir film olmuş.Ama bu ağırlık politika temasından değil hiç
olmayan temposundan kaynaklanıyor.Reklamcıların kampanya konusunda sürekli
tartıştıkları, sadece diyaloglardan oluşan bir olay örgüsü var.Bu kadar çok
konuşmanın olduğu bir hikayenin de akıcı olması mümkün olmuyor doğal
olarak.Sürekleyici öğe noksanlığı sizi daha filmin başında koparıp alıyor.Yönetmenin
kamera açılarını değiştirmeden akıttığı sahnelerdeki başarılı tarzı bile yapımı
kurtaramıyor.İstediği kadar derin konulara girsin, olaylara istediği kadar değişik
bir pencereden yaklaşsın fark etmiyor.Festivaller dışında başarılı olması mümkün
değil.Film genel olarak beğenilmiş olsa da bana hitap edemedi.Benim için “Yabancı
Dilde En İyi Film” dalının en zayıf adayı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder