31 Ekim 2013 Perşembe

PRISONERS

Türkçe adı: Mahkumlar
Yapım: ABD
Gösterime girdiği sene: 2013
Türkiye’de gösterime girdiği sene: 2013
Tür: Suç, Dram, Gerilim
Yönetmen: Denis Villeneuve
Senaryo: Aaron Guzikowski
Oyuncular: Hugh Jackman, Jake Gyllenhaal, Viola Davis, Paul Dano, Melissa Leo, Terrence Howard
Süre: 153 dk.
IMDB puanı: 8.1/10
IMDB Top 250 sırası: Yok
Metacritic puanı: 74/100
Rotten Tomatoes puanı: 81/100
Beyaz Perde puanı: Yok
Divx Planet puanı: Yok
Benim puanım: 7.9/10



Issız bir gece, yağan yağmur, ıslanmış sokaklar.Yol kenarına park ettiği aracında kahvesini yudumlayan bir dedektif ve gizemini son ana kadar saklamayı başarabilmiş bir şüpheli.Karanlık atmosferlerin, çözülmeyi bekleyen bilmecelerin, ters köşe kurguların şekillendirdiği yapımlar hangimizi cezbetmiyor? Peki günümüzde rastlamanın artık iyice zorlaştığı, kaliteli bir polisiye-gerilim izlemeyeli ne kadar oldu? Seven, Silence of the Lambs, Zodiac ve Usual Suspects'e olan özlemimizi biraz olsun The Girl with the Dragon Tatoo (Fincher'ınki değil, Oplev'inki) dindirmişti.Ancak aradan geçen zaman biz sinemaseverleri yeni arayışlara itti.Gözlerinden öpmemiz gereken Kanadalı yönetmen Denis Villeneuve, bu önemli eksiği fark edip duruma el atmış sağolsun.Amerikan gişesinden başarıyla çıkan Prisoners, bu alandaki açığı kapatmak için tam zamanında imdadımıza yetişiyor.Çevik zekasını olay kurgusuna çok ufak kusurlarla işleyen film sayesinde kasvete, heyecana ve akıl oyunlarına olan açlığınızı kesinlikle doyuruyorsunuz.

Filmimiz haldur huldur bir giriş yapmıyor olaylara.Tanrıya iletilen bir duayla yaptığı açılışın ardından kamerasını olayların merkezindeki Dover ve Birch ailelerine odaklıyor.Kısa bir tanıtımın ardından ailelerin kızları Anna ve Joy'un ortadan kaybolmalarına tanık oluyoruz.Vakanın polise intikal etmesiyle olaya dahil olan Dedektif Loki'nin (Jake Gyllenhaal) yolu, bir çocuğun IQ'suna sahip şüpheli Alex'le (Paul Dano) kesişiyor.Dava sahibi Loki ve departmanını yeterli görmeyen Anna'nın babası Keller Dover (Hugh Jackman), ikinci bir dedektif gibi ipleri eline alarak kendince araştırmaya dahil oluyor.Bu noktadan sonra Keller'ın zamanla bir hayvana dönüşmesini izliyoruz.Sevdikleri için neler yapabileceğine, şiddet sınırlarını nerelere çekebileceğine şahit oluyoruz.Tüm bunlar filmin içinde geçen "insan günahkar doğmuştur" cümlesini ve "insanlıktan çıkmadan insan olamazsın" felsefesini doğruluyor.Tanrı, suç ve günah üçgeninin çizdiği çizgiler içerisinde şekillenen Prisoners, diğer karakterlerinin geçmişine de uğradıkça iyice derinleştiriyor içeriğini.


Yapım, izleyicisini her an elinde tutmayı başarıyor.153 dakikalık bir film olmasına rağmen yüksek temposu sayesinde hiçbir dakikasında kopmuyorsunuz.Hatta filmi rahatlıkla 3 saate tamamlayabilirdim.Villeneuve'un yarattığı karanlık ve kasvetli atmosfer, 90'lı yılların kült polisiye-gerilim filmlerini aratmıyor.Böyle işlerde yağmurun oynadığı rolü ayrıca severim.Yapım bu beklentimi sonuna kadar karşılayan bol yağışlı sahnelere sahip.Hepsi atmosferi olumlu yönde etkilemiş.Gerilimin dengesi de şahane, her dakika artan heyecan bir sonraki sahneyi bekletiyor.Prisoners tüm yönleriyle seyircisinin odağı olmayı başarmış kısaca.

Filmin dolambaçlı senaryosu da yüksek oranda başarı sağlamış.Yine klasik olayları çözme hevesine giriyoruz ancak metin size düğümünü kolay kolay açtırmıyor, son anlara kadar sırrını açık etmiyor.Bu sayede yaratılan meraklı izleyici profili hikayenin sürükleyiciliğine kapılarak yapımın içine çekiliyor.Ancak filmi tamamladığınızda senaryoda birkaç açık yakalıyorsunuz.Olayları karıştırması için konulan twist öğeleri fazla olunca hikayeye tam oturamayıp havada kalıyorlar veya çok önemli olmadıkları anlaşılıyor.Bu durum yapımın kurgu mantığını birazcık zedelese de genel çerçeveye bakıldığında arada kaynayabiliyor.Filmin yaptığı şık final, izleyicinin son kez beynini yormasını sağlayarak hikayeye noktayı koyuyor.



Hugh Jackman ve Paul Dano, Keller Dover ve Alex Jones performanslarıyla eleştirmenlerden övgü aldılar.Ancak özellikle Jackman'da bilmediğimiz bir şey yok.Kendini kasmadan ortalamanın üstüne çıkardığı her zamanki oyunculuklarından birini görüyoruz.Övgü topladığı sinir patlaması sahneleri kendisinden görmeye alıştığımız performanslarından oluşuyor.Onun dışında olağan takılmış zaten.Bana göre Les Miserables performansının altında kalmış.Bu halini göz önüne alırsak Tom Hanks'in Captain Phillips'teki finalini tercih ederim.Aday olup Oscar almak istiyorsa daha özgün rollere ihtiyacı var.Kendisinden farklı şeyler görmemiz şart.Paul Dano da abartılacak bir durumda değil bana kalırsa.Komplike olmayan Alex karakterinin filmde aldığı süreyi göz önünde bulundurduğunuzda çok etkilenmediğinizi fark ediyorsunuz.Jake Gyllenhaal'ı ise bu filme bir türlü oturtup benimseyemedim.Hep eğreti durdu gözümde.Yardımcı oyuncu dalında şansı olacağını sanmıyorum.

ABD'yi sallayan Prisoners'ı izlemeden önce yapımın sadece gişeyi hedeflediğini düşünüyordum ancak şimdi Oscar yarışının içerisinde daha çok görmek istiyorum.Hatta film dalında Captain Phillips'in yerine onu izlesek hiç de fena olmaz.Bundan sonra seyircisinin gücüyle öne çıkacak yapımın kalitesini net bir şekilde ortaya koyduğunu düşünüyorum.Ülkemizde 15 Kasım'da gösterime girecek Prisoners, bu yıl izlediğim en çarpıcı eserlerden biri oldu.

27 Ekim 2013 Pazar

CAPTAIN PHILLIPS

Türkçe adı: Kaptan Phillips
Yapım: ABD
Gösterime girdiği sene: 2013
Türkiye’de gösterime girdiği sene: 2013
Tür: Aksiyon, Macera, Biyografi
Yönetmen:  Paul Greengrass
Senaryo:  Billy Ray (senaryo) , Richard Phillips, Stephan Talty (kitap)
Oyuncular:  Tom Hanks, Barkhad Abdi, Barkhad Abdirahman, Michael Chernus
Süre: 134 dk.
IMDB puanı: 8.1/10
IMDB Top 250 sırası: Yok
Metacritic puanı: 83/100
Rotten Tomatoes puanı: 94/100
Beyaz Perde puanı: 3.5/5
Divx Planet puanı: 7/10
Benim puanım: 7.6/10



Akademi Ödülleri heyecanının her geçen yıl bir kat daha arttığını düşünüyorum.Ustaların yeni nesil çalışanlarla oluşturduğu harmanın sektöre dağılması ve Akademi'nin çehresinin değişmesi sayesinde nicelik ve nitelik açısından zengin yapımların içerisinde yüzer olduk.Ancak son birkaç yılın Oscarlarını domine eden "Amerikan Rüyası" saplantısı, törene az da olsa gölge düşürmeye başladı.Milliyetçilik, kahramanlık, ırkçılık ve kölelik temaları üzerinden yapılan bu ABD propagandası, sinemaseverler arasında homurtuların yükselmesine neden oluyor.Somali açıklarındaki gerçek bir korsan saldırısını konu alan ve bu yılki törende büyük şans verileceğini tahmin ettiğimiz Captain Phillips de bu pohpohlamalardan biri.Tabii ki filmin tamamını böyle tanımlayıp üzerinde "zayıfmış" algısı yaratmayı asla istemem.Bourne serisiyle kendine hayli büyük bir hayran kitlesi edinen İngiliz Paul Greengrass'ın yönetmen koltuğunda oturduğu Captain Phillips, üzerindeki milliyetçi kostümü çıkardığında tekil olarak etkileyici durabiliyor.Ancak en iyi film dalı için değerlendirdiğimizde yeterince tatmin etmeyen bir yapım olduğu ortaya çıkıyor.

Yükünü teslim edeceği limana seyri sırasında Somali yakınlarındaki korsanlar tarafından ele geçirilen Amerikan kargo gemisi Maersk Alabama'nın kaptanı Richard Phillips.O ve 20 kişilik mürettebatı 4 korsanla birlikte okyanusun ortasındaki kaosta yalnız kalıyorlar.Önce kedi-fare oyunu olarak başlayan mücadele Amerikan deniz kuvvetlerinin olaya dahil olmasıyla bir kurtarma operasyonuna dönüşüyor.Senarist Billy Ray'in bahsettiğim olayları yazıya döktüğü metni beğenmedimi söyleyerek başlayayım.Korsanların lideri Muse ve Kaptan Phillips hakkında bilmek istediklerimiz çok yüzeysel işlenmiş ve izleyici üzerinde herhangi bir duygusal etki yaratmamışlar.Oysa karakterlere daha fazla odaklanılıp hikayeleri dramatize edilebilirdi."Kim bu adamlar, geçmişlerinde nasıl bir dram var" sorularının cevabını detaylı olarak almak isterdim.Bunları öğrenebileceğimiz bol bol zaman da vardı filmin içerisinde.Ancak onun yerine geminin filikasında boş boş zaman harcanmış ve aynı tarz diyolaglar tekrarlanmış, böylece senaryo derinliği pas geçilmiş.Oluşan boş alanlar hiç kullanılmamış ve film gereksiz yere uzatılmış.Bu durum da ister istemez izleyicinin gözüne batıyor.Aslında bu, senaristle yönetmen arasındaki uyumsuzluğun işareti de olabilir.Hiç senaryoda olmayan bu sahneler Greengrass tarafından eklenmiştir belki, bunu bilemiyorum.Ancak bildiğim bir şey varsa o da Akademi'nin filmin senaryosuna şans verecek gibi durması.Metnin Amerikan propagandası yapıyor olması bunun en önemli nedeni.


İşin içerisinde korsan saldırısı olunca izleyici de biraz olsun aksiyon bekliyor.Filmimiz bu anlamda çok dozunda, o nedenle yönetmen Paul Greengrass'ın hakkını teslim edebiliriz.Özellikle gemi ve bot arasında yaşanan kovalamacadaki dinamik tarzını çok beğendim.Zaten kendisi aksiyon konusunda her zaman tatmin ediyor, bunu kabul etmek lazım.Ancak bu başarısını filmin geneline yayamıyor ne yazık ki.Aksiyonun dışına çıktığı her an sıradan kalıyor.Yapımın temposunun ağırlık noktası da kayıyor bu nedenle.Böyle bakıldığında filme yaptığı ekstra bir katkı, bir farklılık olmadığını düşünüyorum.Kulislerde kendisine şans verilse de benim bu yılki ilk 5'imde yer alması zor gibi.Yapımın en iyi tarafının kurgusu olduğunu da paragrafa ekleyeyim.Oscarlı Christopher Rouse iyi bir iş çıkarmış bu noktada.

Captain Phillips'in dikkatleri üzerine çeken asıl yanı, girişte de bahsettiğim Amerikan milliyetçiliği destekli altyapısı.Özellikle sonlara doğru tamamen ABD'nin askeri şovuna ve güç gösterisine dönüşüyor film.Odağın sade bir kaçırılma hikyesinden böyle bir yere çekilmesi şahsen beni rahatsız etti.Eminim birçok seyirci de benimle aynı şeyleri hissetmiştir.Ancak Akademi'nin gözüne girmek için bu tarz altyapıları kurmak farz olmuş durumda.Bariz eksiklikleri bulunan yapım, Amerika'nın zaferiyle sonuçlanan bir kahramanlık hikayesi olmasaydı film dalının adayları arasında gösterilmezdi bence.


Gelelim kaptan Richard Phillips rolündeki Tom Hanks'e.Kendisine her zaman bayılmışımdır, hayranlığımı hiçbir zaman gizlemem.Filmin genelinde sıradan takılan usta oyuncu sadece son sahnede devleşmiş.Arkadan giren müziğin de eklenmesiyle duygu patlamasının yaşandığı bir atmosfer oluşmuş.Tüm filmi kesip sadece bu son sahneyi izleseniz "ne muazzam bir filmi kaçırmışım" dersiniz, o derece etkileyici.Ancak bu final performansı kendisine Oscar adaylığı için yetmeyebilir.Saving Mr. Banks'teki rolüyle yardımcı oyuncu dalındaki adaylığına kesin gözüyle baktığım Hanks, ana oyunculuk dalında da yer alırsa ilginç bir görüntü yaşamış olacağız.Ben yine de aday olursa geçtiğimiz sene "En İyi Erkek Oyuncu" dalında izlediğimiz Denzel Washington gibi vasat kalmasından endişe ediyorum.Zira Washington da Flight'daki tek bir sahne sayesinde yarışmaya hak kazanmıştı.Bir parantez de Somalili korsan Muse rolündeki Barkhad Abdi'ye.Kendisi filmin en canlı ismi olmuş, performansı çok gerçekçi.Bu sene oyunculuk dalında aday olarak görsem hiç şaşırmam hatta çok mutlu olurum.Bundan sonra önüne çıkacak şansları iyi değerlendirebileceğini düşünüyorum.

Captain Phillips otoritelerin abarttığı kadar yok.Ortalama üstü bir film görünümünde.İkinci defa izlenecek derinlikte bir kompozisyon olduğunu düşünmüyorum.Ancak "Amerikan Rüyası" iteklemesiyle bir yerlere getirileceği kesin.Yine de bu eleştiriyi yaparken suçu biraz kendimizde arayalım.Her yıl aylarca konuştuğumuz Oscarlar onların ödülleri değil mi?


22 Ekim 2013 Salı

OSCAR KAPIŞMALARI REMAKE: EN İYİ FİLMLER VOL.2





Blogumu takip edenler eski Oscar yıllarındaki filmleri yeniden karşı karşıya getirip yarıştırdığım bir dosya hazırladığımı bilirler.Geçtiğimiz haftalarda bu dosyanın ilk bölümünü yayınlamış, 1977-1995 ve 2010 yıllarını ele almıştım.Yazı dizime ikinci bölümüyle devam ediyorum.Dosyanın bu bölümünde 1981, 1998, 2006 ve 2011 yıllarını mercek altına aldım.Sonuçlarıma göre yine fikir ve düşüncelerimizi karşılaştırma şansı bulacağımıza inanıyorum.

Dosyanın ilk bölümüne buradan ulaşarak kategoriler ve puanlama hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz.

Sözü fazla uzatmadan kapışmalarımıza geçiyorum.





1981

Kapışma: Ordinary People - The Elephant Man - Raging Bull
"En İyi Film" Ödülünün Sahibi: Ordinary People

Güçlü ve ses getirmiş yapımların bulunduğu bir yıldayız.O sene yapılan törende En İyi Film dalında 5 film yarışıyordu: Ordinary People, Coal Miner's Daughter, Raging Bull, The Elephant Man ve Tess.Rekabet anlamında Ordinary People,  Raging Bull ve The Elephant Man diğer filmlere göre daha öne çıkıyordu.Remake 1981 analizimde bu üç filmi kapıştıracağım.

Ordinary People tipik 80'ler tarzını yansıtıyordu.Raging Bull ve The Elephant Man ise hikayelerinin geçtiği yıllara uyum sağlamak açısından 80'lerin teknolojisinden uzak ve siyah-beyaz çekilmişti.Rocky ile büyük başarı yakalamış prodükterler Robert Chartoff ve Irwin Winkler, bu sefer şanslarını başka bir boks hikayesi olan Raging Bull ile deniyorlardı.Ödül töreni sonunda yılın en iyi filmi Ordinary People oluyor ancak tartışmalar bitmiyordu.Yaptığım Remake 1981 ile burada kimin galip geleceğine bakalım.

Puanlama hakkında not: Bir kategoride en yüksek puan 5, en düşük puan 1'dir.İlgili kategorinin kazananı en yüksek puan olan 5'i alır.


Hikaye Yapısı ve Orijinalliği: Yönetmenliğini David Lynch'in yaptığı The Elephant Man'in hikayesi 1880'lerin Londra'sında geçiyordu.Cerrah Frederick Treves'in, fiziği feci şekilde deforme olmuş halde dünyaya gelen ve bu yüzden hayvan muamelesi gören "Fil Adam" lakaplı John Merick'e yardım elini uzatmasını konu alıyordu.Robert Redford'un Ordinary People'ında büyük oğullarını kaybetmiş bir ailenin psikolojik dramı vardı.Martin Scorsese'nin filmi Raging Bull ise hırsı ve yeteneğiyle Dünya Orta Siklet Boks Şampiyonu ünvanına oynayan ancak agresif karakteri nedeniyle özel hayatını mahveden boksör Jake La Motta'nın hikayesiydi.Üç film de hikaye yapısı açısından güçlülerdi. Ancak The Elephant Man'in daha orijinal bir fikir üzerine kurgulanması onu rakiplerinin önüne geçiyordu.O nedenle bu kategoride en yüksek puanı The Elephant Man alıyor benden.

The Elephant Man Puanı: 5
Ordinary People Puanı: 4
Raging Bull Puanı: 4


Senaryo: Benim bu kategorideki galibim Ordinary People.Judith Guest'in romanından uyarlanan filmin senaryosu son derece derin işlenmiş.Jarrett ailesinin yaşadığı trajik olay sonrası içinde bulundukları durum çok detaylı bir analizle aktarılmış.Özellikle ailenin küçük oğlu Conrad'ın psiklojisindeki büyük travmanın sonuçlarına net bir görüş açısıyla tanık oluyor seyirci.Zaten bu başarıdan dolayı filmin senaryosunu yazan Alvin Sargent, "En İyi Uyarlama Senaryo" ödülüne layık görüldü.Raging Bull'un senaryosu da eksiklerine rağmen hikayeye eşlik ediyor.Açıklarını oyunculuk başarısıyla kapatıyor.The Elephant Man'i senaryo açısından zayıf görüyorum.Böyle dram yüklü bir hikayenin çok daha ayrıntılı ve derin işlenmesi gerekirdi.O nedenle en düşük puan The Elephant Man'e gidiyor.

Ordinary People Puanı: 5
Raging Bull Puanı: 3
The Elephant Man Puanı: 2


Kurgu: Bu kategoride açık ara favorim Raging Bull.Çünkü filmde dünyaca ünlü kurgu üstadı Thelma Schoonmaker var.Scorsese'nin De Niro ve DiCaprio'ya taktığı gibi Schoonmaker'a da taktığını biliyoruz.Her filminin kurgusunu bu çok güvendiği hanımefendiye veriyor.Schoonmaker'ın kariyerinde kazandığı 3 Oscar'dan biri Raging Bull ile geldi.Filmin başarısına teknik anlamda verdiği katkıyı tartışmaya gerek yok.The Elephant Man ve Ordinary People'ın asla bir kurgu harikası olmadığı da aşikar.Raging Bull bu kategoride 5 puanı kapıyor.

Raging Bull Puanı: 5
The Elephant Man Puanı: 3
Ordinary People Puanı: 2


Oyunculuk: Oyunculuk kategorisinde The Elephant Man'i anında eliyorum.Frederick Treves rolündeki Anthony Hopkins en sıradan performanslarından birini gerçekleştirmiş.Biraz Hannah Gordon kımıldanıyor ancak o da yetersiz.Bu kategoride kapışacak filmlerimiz Ordinary People ve Raging Bull.Ordinary People'da Conrad Jarrett'i canlandıran Timothy Hutton muazzam bir oyunculuk sergilemiş.Conrad'ın travmalarından doğan duygu patlamalarını birebir yansıtmayı başarmış, filmi tek başına sürüklemiş.Bu performansı onu "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu" dalında mutlu sona ulaştırmıştı (Gerçi nasıl yardımcı oyuncu olarak görülüyor o da merak konusu.Bariz başrol konumu var filmde.).Ancak burada kimse Robert De Niro'nun La Motta performansına yaklaşamaz.Eğer De Niro'ya aşık olmak istiyorsanız Raging Bull'u izlemelisiniz.Kariyerinin en başarılı işini bu filmde çıkardığına inanıyorum.Bu kadar inandırıcı, gerçekçi ve canlı bir performansa zor rastlanır.Sadece o senenin değil tüm Oscar tarihinin en iyi oyunculuk örneklerinden biri olduğunu söyleyebiliriz.De Niro'nun insanüstü performansına Donald Sutherland ve Mary Tyler Moore'un Ordinary People'daki albenisiz oyunculukları da eklenince kazanan Raging Bull oluyor.

Raging Bull Puanı: 5
Ordinary People Puanı: 4
The Elephant Man Puanı: 2


Müzikler: Müzik konusunda üç filmde soluk kalıyor.Müzisyenlerin çalışmaları yapımlarda çok büyük rol oynamamış.Burada kararımı etkileyen tek şey The Elephant Man'de duyduğum Samuel Barber eseri Adagio For Strings oldu.Çok önemli bir sahnede giren bu şarkı puanımı The Elephant Man'e götürdü.

The Elephant Man Puanı: 5
Raging Bull Puanı: 3
Ordinary People Puanı: 3


Sürükleyicilik ve Duygu Aktarımı: Kritik bir katogorideyiz.Dosyanın ilk bölümünde de söylediğim gibi yönetmen, senaryo, oyunculuk ve kurgunun ortak etkisi burayı şekillendiriyor.Üç filmin de vermek istedikleri duyguyu son derece tesirli bir biçimde ilettiklerini düşünüyorum.John Merick'in dramından, Jarrett ailesinin iç savaşından ve Jake La Motta'nın özel hayatındaki çöküşten almamız gerekenleri alıyoruz.Ancak Ordinary People'ın ağır temposu ve The Elephant Man'in senaryosundaki eksikler nedeniyle darbe alan sürükleyicilik öğesi, Raging Bull'da güçleniyor.Bu nedenle Martin Scorsese'nin eseri son kategoride üstünlüğü ele geçiriyor.

Raging Bull Puanı: 5
The Elephant Man Puanı: 4
Ordinary People Puanı: 4


6 kategorinin puanlarının toplamı:

Raging Bull Puanı: 25
Ordinary People Puanı: 22
The Elephant Man Puanı: 21


Puanlama sonuçlarına göre Raging Bull, ipi göğüsleyerek Remake 1981'i kazanıyor.Ordinary People'ı tahtından ediyor.


REMAKE GALİBİ: RAGING BULL 



------------------------------------------------------------------------------------------------------------------





1998

Kapışma: Titanic - As Good As It Gets - L.A. Confidential - Good Will Hunting
"En İyi Film" Ödülünün Sahibi: Titanic

Oscar tarihine damgasını vurmuş bir sene.Titanic 11 dalda aldığı Oscar ile geceyi domine etmiş, tüm Akademi tarihinin en çok ödül almış 3 filmden biri olmuştu (diğerleri Ben-Hur (1960) ve Lord of the Rings: The Return of the King (2004) idi.).Ancak en iyi film dalında yabana atılmaması gereken 4 film daha vardı:As Good As It Gets (Yön: James L. Brooks), L.A. Confidential (Yön: Curtis Hanson), Good Will Hunting (Yön: Gus Van Sant) ve The Full Monty.Remake 1998'de The Full Monty'i dışarıda bırakarak geriye kalan 4 filmi kapıştırıyorum.Bakalım kazanan kim olacak.

Puanlama hakkında not: Bir kategoride en yüksek puan 5, en düşük puan 1'dir.İlgili kategorinin kazananı en yüksek puan olan 5'i alır.


Hikaye Yapısı ve Orijinalliği: 1998 sayesinde muhteşem hikayelerin içine düşüyoruz.Titanic ile başlayalım.Dev transatlantiğin başına gelen olaylar daha önce beyazperdeye uyarlanmıştı.O yüzden buna orijinal bir fikir diyemeyiz.James Cameron'un Titanic'i farklı bir aşk hikayesi oluştursa da diğer üç filmin gücü burada yoktu.Obsesif-kompulsif bozukluktan müzdarip misantropik yazar Melvin Udall, gay ressam Simon Bishop ve garson Carol Connelly'nin iç içe geçen yaşamları çok ilginç ve orijinal bir yapıyı işaret ediyordu As Good As It Gets için.1950'li yıllardan bir hikaye seçen L.A. Confidential, Los Angeles Polis Departmanı'ndaki yozlaşmaya dikkat çekiyordu.Good Will Hunting'de ise sorumsuz bir yaşam süren matematik dehası genç Will Hunting'in psikologu Sean Maguire ile kurduğu dostluk ele alınıyordu.Bu üç yapım da hikaye yapısı olarak son derece dikkat çekici işlerdi.Karar vermek çok zor da olsa Good Will Hunting'in orijinallik açısından biraz daha önde olduğunu düşünüyorum.Bu nedenle büyük puanım kıl payı farkla Good Will Hunting'e gidiyor.

Good Will Hunting Puanı: 5
L.A. Confidential Puanı: 4
As Good As It Gets Puanı: 4
Titanic Puanı: 3


Senaryo: O seneki Akademi Ödül Töreni'nde orijinal senaryo ödülü Good Will Hunting'e, uyarlama senaryo ödülü L.A. Confidential'a gitmişti.Ben de çok farklı düşünmüyorum.Good Will Hunting'in senaryosunu hazırlayan Matt Damon ve Ben Affleck, karakterlerin altını doldurup oyunculuklara alan yaratmışlar.Bu nedenle çok zengin bir altyapı çıkmış ortaya.L.A. Confidential ise çok zekice kaleme alınmış.Yazarlar Brian Helgeland ve Curtis Hanson, hiç boşluk bırakmayan ve izleyicinin aklını meşgul eden bir dil kullanmışlar.As Good As It Gets de dolu ve akıcı bir senaryoya sahipti ancak bahsettiğim iki filmin bir adım gerisinde kaldı.Titanic'in senaryosu asla ortalama değil ancak 195 dakikalık bir film için de muazzam denemez.Bu kategoride L.A. Confidential'in zekası Good Will Hunting'i geçiyor ve benden 5 puanı kapıyor.

L.A. Confidential Puanı: 5
Good Will Hunting Puanı: 4
As Good As It Gets Puanı: 3
Titanic Puanı: 3


Kurgu: Oscar gecesinde kurgu ödülünü Titanic almış olsa da benim galibim hep L.A. Confidential'dı.Hala bu ödülün Titanic'e nasıl gittiğini anlamamışımdır.En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Kurgu üçlüsünü tamamlamak ve James Cameron'a biraz daha yaranmak açısından yapılmış olabileceğini düşünüyorum.Bu kategoride Titanic ikinci tercihim.Richard Marks'ın As Good As It Gets'de çıkardığı işi de beğendiğimi söylemeden edemeyeceğim.Good Will Hunting ise kurgu kategorisinde benim için en sonda.

L.A. Confidential Puanı: 5
Titanic Puanı: 4
As Good As It Gets Puanı: 3
Good Will Hunting Puanı: 2


Oyunculuk: Oyunculuk kategorisinde As Good As It Gets'in rakibi yok.Hangi performanstan başlamalı diye şaşırıyor insan.Jack Nicholson, Helen Hunt, Greg Kinnear, Cuba Gooding Jr. hatta Verdell rolündeki köpek bile şov yapıp ders veriyor.Zaten Nicholson ve Hunt muazzam oyunculukları sayesinde Oscar'ı kazanmışlardı.Böyle etkili ve uyumlu bir takımı yakın zamanda Silver Linings Playbook'ta görmüştük.Eşine az rastlanır bir başarı örneği As Good As It Gets.Oyunculuk kategorisinde ikinci sırayı Good Will Hunting alıyor.Filmin oyunculuğa oldukça elverişli senaryosu, Robin Williams ve Matt Damon'un performansları ile birleşince çok şık bir çalışma çıkıyordu ortaya.L.A. Confidential'da oyunculuk açısından sınıf atlayan bir performans göremedik.Kim Basinger, "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu" dalında Oscar'ı kazanmış olsa da tatmin edici bir sonuç sergilememişti bence.Kate Winslet Titanic'deki Rose karakteri ile sivriliyor, Leonardo DiCaprio ise rakiplerinin performansını uzaktan izlemekle yetiniyordu.

As Good As It Gets Puanı: 5
Good Will Hunting Puanı: 4
Titanic Puanı: 3
L.A. Confidential Puanı: 3


Müzikler: Bu kategoriyi fazla konuşmaya gerek yok.Açık ara Titanic'in üstün olduğunu kabul edelim.Good Will Hunting'de Danny Elfman, L.A. Confidential'de Jerry Goldsmith ve As Good As It Gets'de Hans Zimmer, James Horner'in gerisinde kaldılar.Filmin atmosferini belirginleştiren usta işi eserlerinin yanına "My Heart Will Go On" gibi bir başyapıtı da ekleyen Horner, müzik kategorisinin yüksek puanını Titanic'e getirdi.

Titanic Puanı: 5
As Good As It Gets Puanı: 3
L.A. Confidential Puanı: 3
Good Will Hunting Puanı: 3


Sürükleyicilik ve Duygu Aktarımı: Tüm filmlerin sürükleyiciliği ve duygu aktarımı göz kamaştırıcı.Buradaki galibi belirlemede yönetmenlerin performansı etkili olacak.As Good As It Gets oyunculukları ve senaryosu ile ileri taşıyor kendini.Vermek istediği mesajı veriyor ancak izleyiciyi diğer üç film gibi sürükleyemiyor, akıcılık anlamında onlar kadar kuvvetlenemiyor.Good Will Hunting, genç Will Hunting'in iç dünyasını ve ikilemlerini başarıyla su yüzüne çıkarırken, Sean ile Will arasında kurulan dostluk bağını seyirciyle de oluşturuyor.Duygu aktarımı üst düzey.L.A. Confidential'ın tempolu ve gizemli yapısı seyircideki heyecanı hep üst noktada tutuyor, merak uyandırıyor.Bu nedenle sürükleyicilik öğesi güçlü.Yönetmenler Curtis Hanson ve Gus Van Sant'ın filmlerine katkıları çok büyük.Ancak James Cameron'un Titanic'i hem duygu iletkenliği hem de sürükleyicilik açısından en iyisi.Kendini defalarca izleten, bunu yaparken de hala gözleri nemlendirmeyi başaran bir eser konumunda.Cameron'un yarattığı, görselliği içeriğiyle harmanlamış bu büyülü dünyanın üzerimizdeki etkisini hangimiz inkar edebilirz ki ? Yıllar geçse de tesirini kaybetmeyecek bir yapım olan Titanic, hak ettiği şekilde son kategorinin galibi oluyor.


Titanic Puanı: 5
L.A. Confidential Puanı: 4
Good Will Hunting Puanı: 4

As Good As It Gets Puanı: 3


6 kategorinin puanlarının toplamı:

L.A. Confidential Puanı: 24
Titanic Puanı: 23
Good Will Hunting Puanı: 22

As Good As It Gets Puanı: 21


Görüldüğü üzere yapımlar müthiş bir çekişme yaşamış.Her birinin arasında 1'er puan var.Bu zor mücadelede aradan sıyrılan L.A. Confidential benim için 1998'in en iyi filmi oluyor ve Titanic'i ikinci sıraya itiyor.

Son olarak Titanic gibi başarılı bir eserin IMDB Top 250 içerisinde olması gerektiğini söylemek isterim.


REMAKE GALİBİ: L.A. CONFIDENTIAL 



------------------------------------------------------------------------------------------------------------------





2006

Kapışma: Crash - Brokeback Mountain
"En İyi Film" Ödülünün Sahibi: Crash

2006'nın çok heyecanlı geçtiğini söyleyemeyiz.Geçmiş yıllardaki nitelik zenginliğini o sene aday olmuş 5 yapımda görememiz bu durumun oluşmasındaki en büyük neden.

Crash, Capote, Brokeback Mountain, Munich ve Good Night, and Good Luck'ın yarıştığı gecede farklı bir olay örgüsü benimsemiş Crash mutlu sona ulaşmıştı.Konusu nedeniyle dikkatleri üzerine çeken Brokeback Mountain ise uzun bir süre gündemi meşgul etmişti.
 
O sene yarışan 5 film arasından öne çıkan Crash (Yön: Paul Haggis) ve Brokeback Mountain (Yön: Ang Lee), Remake 2006'da yeniden huzurlarınızda...

Puanlama hakkında not: Bir kategoride en yüksek puan 5, en düşük puan 1'dir.İlgili kategorinin kazananı en yüksek puan olan 5'i alır.


Hikaye Yapısı ve Orijinalliği: Paul Haggis'in yarattığı Crash'in hikayesi değil, hikayecikleri vardı.Farklı karakterlere ve odaklara sahip bu öyküler, iyi kurgulanmış olay zincirleriyle birbirine bağlanıp tek vücutta hayat buluyorlardı.Ancak bu kategoride sadece hikayeyi ele alıyoruz, diğer etkenlerle işimiz yok.Crash'in küçük hikayeleri birleştiklerinde tesirli bir dram oluştursalar da kurgu ve senaryo olmadan farklılaşamıyorlardı.Bu halleriyle bir şey ifade etmiyorlardı.Beraber çobanlık yapan ve iş ilişkileri zamanla aşka dönüşen iki genç adamın öyküsü Brokeback Mountain ise daha dikkat çekici ve can alıcıydı.Cesur bir deneyim izlenimi veriyordu.Bu kategorideki en yüksek puanımı, derli toplu yapısı ve orijinal fikri nedeniyle Brokeback Mountain'in hak ettiğini düşünüyorum.

Brokeback Mountain Puanı: 5
Crash Puanı: 4


Senaryo: O sene iki film de farklı senaryo dallarında Oscar'a uzanmışlardı.Yönetmeni Paul Haggis ve Roberto Moresco'nun yazdığı Crash, yine Haggis'in yarattığı hikayeler zincirinden yola çıkmıştı.Annie Proulx'in kısa hikayesinden uyarlanan Brokeback Mountain ise Larry McMurtry ve Diana Ossana tarafından kaleme alınmıştı.Ben, Haggis ve Moresco ikilisinin Crash'teki hikayeleri başarıyla bağladıklarını, böylece olay örgüleri arasındaki uyumu ve dengeyi ustaca yakaladıklarını düşünüyorum.Filmin ön yargılar ve ırkçılık üzerine kurduğu hassas odağı her yeni sahnede daha da netleşmiş sayelerinde.Brokeback Mountain için aynı övgüleri yapamayacağım.Her ne kadar uyarlama dalında ödülü almış olsa da zorla yazılmış hissi veriyor bana.Çok kısa anlatılabilecek bir konu 135 dakikaya yayılınca kendini tekrar eden sahneler izlemek mecburiyetinde kalıyor seyirci.Uzadıkça uzayan bu kısır döngü, ileride değineceğim sürükleyiciliğe yer yer darbe vurabiliyor.O sene aynı dalda yarıştıkları Munich'in Tony Kushner ve Eric Roth tarafından yazılmış senaryosu bundan daha iyiydi.Tüm bu yorumları toparladığımda Crash'in Brokeback Mountain'den 2 gömlek üstün olduğunu görüyorum.

Crash Puanı: 5
Brokeback Mountain Puanı: 3


Kurgu: Kurgu açısından Crash büyük bir farkla önde.O sene hiçbir yapım bu dalda Crash'le yarışamazdı bana göre.Evet, senaryonun dolambaçlı tarzı kurguya gol için çok klas bir asist yapıyor olabilir ancak bu asla Hughes Winborne'un yaptığı işi basitleştirmiyor.Kendisini Seven Pounds'da da çok beğendiğimi söylemek isterim.Brokeback Mountain kurgu kategorisinde hiç öne çıkmıyor maalesef.

Crash Puanı: 5
Brokeback Mountain Puanı: 2


Oyunculuk: Crash, oyuncu açısından oldukça zengin.Sandra Bullock, Matt Dillon, Terrence Howard ve Don Cheadle bunlardan birkaçı.Farklı farklı birçok hikaye ele alındığından çok doğal bir sonuç bu.Ancak bu bolluk bir bütün ediyor mu diye sorarsanız cevabım hayır olacak.Beni derinden etkileyip derbeder eden biri olmadı ne yazık ki.Brokeback Mountain'in en net sivrildiği kategori burası.Hikayenin birbirine tutkuyla aşık iki erkek üzerine kurulu olması sanırım yeterli bir sebep bunun için.Altından kalkmanın zor olduğu böyle uç ve hassas roller, kariyerleri boyunca aktörlere bir defa denk gelir veya hiç gelmez.Bu şansı iyi kullanmak gerekir.Merhum Heath Ledger ve Jake Gyllenhaal'ın bunu harikulade yaptığını görüyoruz.Özellikle birbirlerine sert davrandıkları aşk sahnelerinde tutkuyu iliklerinize kadar hissediyorsunuz.Bu tarz rolleri canlandırabilenlere her zaman saygım sonsuzdur.Ledger ve Gyllenhaal'ın başarılı performansları bu kategoride galibiyeti Brokeback Mountain'e getiriyor.

Brokeback Mountain Puanı: 5
Crash Puanı: 3


Müzikler: Babel'de yaptığı müziklere bayıldığım Arjantinli Gustavo Santaolalla, Brokeback Mountain'da da yukarıya oynamış.Filmdeki hafif dingin ve melankolik hava kendisi sayesinde desteklenmiş.Bu anlamda Crash'teki Mark Isham'a üstün geldiğini söylersek yalan olmaz.Crash filmi, "In The Deep" dışında hatrı sayılır bir çalışma iletemiyor izleyicisi ve dinleyicisine.

Brokeback Mountain Puanı: 5
Crash Puanı: 3


Sürükleyicilik ve Duygu Aktarımı: Brokeback Mountain, kurgusu ve senaryosundaki eksiklerin bedelini bu kategoride ödüyor.Usta isim Ang Lee de filmi kurtaramıyor.O sene Oscar'a uzanan, çok sevdiğim yönetmenin Life of Pi'ye yaptığı katkıyı bu filmde göremedim.Yapımın hem uyarlama senaryo hem de yönetmenlik dalında Oscar almış olması kimseyi şaşırtmasın.Bu, Brokeback Mountain'in yeterli olduğu anlamına gelmiyor ne yazık ki.Film boyunca tutkuyu hissettim ancak hüznü hissedemedim.Senaryo kategorisinde de söylediğim gibi kendini fazla tekrarlayan sahneler nedeniyle duygu iletiminin yanında sürükleyicilik de zarar görmüş açıkçacı.Bu pencereden Crash'e bakalım.Siyah-beyaz çatışmasına parmak basarak ön yargıların ve ufak kararların nelere mal olduğunu aktaran film bir duygu seli mi? Hayır.Ancak mesajını yüreklere dokunarak vermeyi Brokeback Mountain'den daha iyi başarıyor.Sürükleyicilik açısından zaten Crash'in önde olduğunda sanırım herkes hemfikir olacaktır.Birbirini zamanla tamamlayan hikayelerin akıcılığı izleyicinin merakını tetikliyor, heyecanın artmasında önemli rol oynuyor.Film bu anlamda bir başyapıt olmasa da rakibini rahatlıkla alt ediyor.

Crash Puanı: 5
Brokeback Mountain Puanı: 3


6 kategorinin puanlarının toplamı:

Crash Puanı: 25
Brokeback Mountain Puanı: 23


Sonuçlara baktığımızda Crash'in az bir farkla Brokeback Mountain'i geçip zafere ulaştığını görüyoruz.


REMAKE GALİBİ: CRASH



------------------------------------------------------------------------------------------------------------------





2011

Kapışma: The King's Speech - Inception - Black Swan - The Social Network
"En İyi Film" Ödülünün Sahibi: The King's Speech

Son yıllarda izlediğim en keyifli ve heyecanlı Oscar törenlerinden biriydi.En iyi film dalı bir hayli kalabalıktı, tam 10 yapım bu kategoride yarışıyordu.The King's Speech, Inception, Black Swan, The Social Network, 127 Hours, The Fighter, The Kids Are All Right, Toy Story 3, True Grit ve Winter's Bone arasından sıyrılan The King's Speech geceyi en prestijli ödülle kapatmayı başarıyordu.

Benim için o sene öne çıkan 4 film vardı: The King's Speech (Yön: Tom Hooper), Inception (Yön: Christopher Nolan), Black Swan (Yön: Darren Aronofsky) ve The Social Network (Yön: David Fincher).Remake 2011'de bu yapımları yeniden kapıştırıyorum.

Puanlama hakkında not: Bir kategoride en yüksek puan 5, en düşük puan 1'dir.İlgili kategorinin kazananı en yüksek puan olan 5'i alır.


Hikaye Yapısı ve Orijinalliği: Dört yapımın da hikayesini çekici kılacak yanları vardı.Facebook'un yaratılış öyküsünü beyaz perdeye taşıyan David Fincher, The Social Network ile heyecan veriyordu.Bir tür konuşma bozukluğu nedeniyle halkına hitap edemeyen ve bu durumun üstesinden gelebilmek adına tedavi görmeye başlayan Britanya Kralı 6.George'nin The King's Speech'teki hikayesi, Tom Hooper'ın ellerinde şekilleniyordu.Darren Aronofsky'nin Black Swan'ı ise modern "Kuğu Gölü Balesi" sahnesi üzerinde çok etkileyici bir psikolojik gerilim tecrübesi vadediyordu.Benim için Black Swan'ın hikayesi önceki 2 yapıma oranla biraz daha orijinal.Ancak Inception'un rüyalar üzerine kurulu fantastik hikayesi hepsini solluyor.Hem çok sağlam bir yapısı var hem de müthiş bir fikir.Christopher Nolan'ın olduğu yerde hikaye kategorisindeki yüksek puanın başka yere gidebileceğini düşünemezdik herhalde.

Inception Puanı: 5
Black Swan Puanı: 4
The King's Speech Puanı: 3
The Social Network Puanı: 3


Senaryo: Bu dalda da yapımların tamamı çok güçlü.Hepsinin ayrıntılı ve detaylı çalışıldığı aşikar.Aaron Sorkin'in kaleme aldığı The Social Network, o yıl uyarlama senaryo dalında Oscar'ı kapmıştı.The King's Speech ise orijinal senaryo ödülünü David Seidler'e kazandırıyordu.Black Swan'ın senaryosu başka bir yıl yarışsa belki ödülü alabilirdi fakat diğer üç rakibi öyle gözümü kamaştırdı ki kendisine bir adım geride yer verdim.Geriye kalan üç yapım arasında ise çok gidip geldim.Nolan'ın senaryosu nefes kesiyor, The Social Network baş döndürüyor, The King's Speech ekrana kitliyordu.Uzun bir muhakame sonucu en derin işin çıktığına inandığım The King's Speech'ten yana kullanıyorum tercihimi.

The King's Speech Puanı: 5
The Social Network Puanı: 4
Inception Puanı: 4
Black Swan Puanı: 3


Kurgu: Bu kategoride The Social Network'ün ağır bastığını söylemek lazım.Uzun bir süre David Fincher'la beraber çalışacaklarmış gibi görünen Kirk Baxter ve Angus Wall tüm yapımın kalbi olmuşlar.Çapraz kurguya bağlanan sahne geçişleri ve zamanlamaların mükemmele yakın olduğunu düşünüyorum.The Social Network'ü Andrew Weisblum'un başarıyla kurguladığı Black Swan izliyor.The King's Speech ve Akademi'nin bu dalda şans vermediği Inception'ın asla yabana atılmaması gerektiğini de ekleyelim.

The Social Network Puanı: 5
Black Swan Puanı: 4
Inception Puanı: 3
The King's Speech Puanı: 3


Oyunculuk: Inception ve The Social Network'deki oyunculuk performansları Black Swan ve The King's Speech gibi göz kamaştıramıyor.Bu kategorinin yıldızları kralımız ve siyah kuğumuz.Colin Firth, Kral 6. George rolünde adeta döktürmüş.Konuşma bozukluğu olan bir karakteri canlandırmanın zorluğunu kafamda bile kurgulayamazken kendisi bu rolü güle oynaya kotarıyor.Aynı rahatlıkla Oscar'ı da aldı zaten.Peki ya performansıyla en iyi kadın oyuncu olan Natalie Portman'a ne demeli? Mükemmelliyetçi bir karakterin başarı için kendini zorlarken hastalıklı bir beyne dönüşüp karanlık yanlarını keşfetmesi herhalde ancak bu kadar inandırıcı işlenebilirdi.Portman'ın sunduğu kompozisyonun eşine veya benzerine az rastlanır.Evet, Colin Firth'e hayran kaldım ancak Portman'a taptım, sayesinde başka yerlere sürüklendim.O nedenle bu kategoride en yüksek puanımı Black Swan'a verdim.

Black Swan Puanı: 5
The King's Speech Puanı: 4
The Social Network Puanı: 3
Inception Puanı: 3


Müzikler: Trent Reznor ve Atticus Ross'un The Social Network'de harikalar yarattığını söylersek yanılmış olmayız.Özellikle Reznor'un adını Fincher'a sabitleneceği için daha çoook duyacağız.8 Oscar adaylığından sadece 1 ödül çıkarabilen üstad Hans Zimmer, Inception ile yine bu kategorinin üst sıralarında.Fransız müzisyen Alexandre Desplat'ın da bu kategoride iddialı olduğunu hatta The King's Speech ile Oscar'ı çok zorladığını düşünenlerdenim.Çok beğendiğim Clint Mansell ise Black Swan ile bu kategoride biraz geride kalıyor.

The Social Network Puanı: 5
Inception Puanı: 4
The King's Speech Puanı: 4
Black Swan Puanı: 3


Sürükleyicilik ve Duygu Aktarımı: En kritik kategori ve seçim yapmak yine zor.The Social Network'ü burada en geriye yerleştirdim.Sürükleyici yapısı gayet başarılı ancak seyirciyi duygu yoğunluğu açısından diğer devler kadar etkileyemiyor.Başka bir yıl yarışsa belki şansı çok daha fazla olurdu.Inception'un karmaşık yapısı ve orijinal felsefesi izleyicide merak uyandırırken, temposu ve olay örgüsü de heyecanı katlıyor.Nolan'ın etkisi her sahnede hissediliyor."Bu hikayeyi sıkmadan nasıl anlatabilirler ki ?" diye düşündüğümüz The King's Speech'in oyunculukları ve senaryosu muazzam olunca film de akıp gidiyor.Azimle gelen başarı öyküsü seyirciyi duygulandırmaya yetiyor.Ancak sıra kategorinin galibinden konuşmaya gelince her şey Black Swan'ı işaret ediyor.Karanlık ve kasvetli atmosfer, muazzam kotarılmış bir oyunculuk, hiç sekteye uğramadan ilerleyen bir tempo.Tüm bunlara bir tutam da Aronofsky eklenince çok sert ve silkeleyici bir psikolojik gerilim izliyoruz.Black Swan'ın seyirci üzerindeki algı gücü onu bu kategorinin zirvesine çıkarmaya yetiyor.

Black Swan Puanı: 5
Inception Puanı: 4
The King's Speech Puanı: 4

The Social Network Puanı: 3


6 kategorinin puanlarının toplamı:

Black Swan Puanı: 24
Inception Puanı: 23
The King's Speech Puanı: 23

The Social Network Puanı: 23

Gerçekten muazzam bir çekişme yaşandı.Üç yapım eşit puanda kalırken Black Swan 1 puan farkla rakiplerini geride bırakıp benim gözümde Remake 2011'in şampiyonu oldu.Yine orijinal sonuçtan farklı bir final yapmış oldum böylece.

4 yıla ait kapışmalarla alakalı fikir ve yorumlarınızı bekliyorum.Yazı dizim ilerleyen haftalarda 3. bölümü ile devam edecek.


REMAKE GALİBİ: BLACK SWAN

20 Ekim 2013 Pazar

YARARLI KİTAPLAR: KISA FİLM ÇEKMEYE HAZIRLIK





Yönetmen olup film çekmek kolay iş değil.Senaryo, bütçe, oyuncu bulma vs. gibi bir yığın sıkıntısı ve sorunu var.Bu nedenle başarıya giden meşakatli yolda büyük bir özveri gerekiyor.Bu zorlu yol da ilk etapta kısa film çekme ile başlıyor.Üniversitelerin ilgili bölümleri dışında kısa film çekme konusunda bilgi veren bir dolu basılı ve görsel kaynak bulmak mümkün.Bugünkü yazımın amacı amatörlere ve yeni yönetmen adaylarına katkı sağlayabilecek bazı kitapları yazarlarının kendi ağızlarından yazılmış metinlere tanıtmaya çalışmak.


KISA FİLM SENARYOSU YAZMAK (Yazar: Patrick Nash)





Patrick Nash'in kaleme aldığı "Kısa Film Senaryosu Yazmak", içerisinde barındırdığı orijinal kısa film senaryolarıyla birlikte eğitici bir kaynak görünümünde.

"Bu kitap, düzgün kurgulanmış bir kısa senaryo yazmanın ve onu filme dönüştürmeden önce içerdiği öyküyü geliştirmenin önemini anlamaları konusunda kısa film yapımcılarına yol göstermeyi amaçlamaktadır. Öte yandan, doğrudan uzun metrajlı film senaryosu yazmaya atlayan yazarlara da yardımcı olmayı ve cesaret vermeyi de hedeflemektedir. Bir yazarın kısa film yazarak öğrenebileceği çok şey vardır. Acemi bir yazar, bu formatta yazarak eserinin yayımlanma şansını artırabilir. Çok az sayıda düzgün uzun metraj senaryosu yazılmaktadır. Hevesli yönetmenler de filmlerine başlamadan önce yazmayı ve öykülerini geliştirmeyi bu şekilde öğrenebilirler. Ne yazık ki, birçokları bu önemli aşamayı es geçerek nihai aşamada filmlerine zarar vermektedirler.

Kısa filmler, yazarlar ve film yapımcıları için de kusursuz bir eğitim alanıdır. Bu alanda deney yapabilir, gelişebilir ve öğrenebilirsiniz; hata yapabilirsiniz; çok sayıda film yapımı yeteneği edinebilirsiniz; başka yazarlar ve yönetmenlerle tanışabilirsiniz ve sahneye çıkmadan önce hünerinizi kusursuzlaştırabilirsiniz. Kısa film yazmak ve yönetmek, yeteneğinizi ve hünerinizi endüstrinin tamamına sergilemenin en iyi yollarından biridir. Bu alan size film festivallerinde ve endüstri içerisindeki senaryo yarışmalarında ödüller kazanarak tanınma şansı verir. Eseriniz sizin kartvizitiniz olacaktır. Bu kartvizit size yeryüzünün en rekabetçi endüstrilerinden birine girme şansı tanıyacaktır."


-Patrick Nash-

Fiyatı: 22 tl



KISA FİLM YAPIMI (Yazar: Jim Piper)





Jim Piper, kısa film tutkunlarından birisi. Yıllardır yüzlerce öğrencisini kısa film konusunda yüreklendiriyor ve onlara destek oluyor. Piper'ın bu alandaki en yetkin çalışması olan, gerekli ekipman ve teknik bilgisinin yanı sıra, kendi filminizi yapabilmek için size yüzlerce fikir ve yaklaşım sunuyor.

"Kısa filmler, uzun metrajlı filmlere nazaran, dışavuruma çok daha açık ve yaratıcı olma potansiyeline sahiptirler. "Bir dakika" diyeceksiniz. "Bu nasıl olabilir?" Biz uzun metrajlı filmleri çoğunlukla Hollywood yapımlarıyla bağdaştırırız. Kuşkusuz Hollywood'dakiler etkileyici ve yaratıcı olmalarını sağlayan finansal imkânlara, yetenek ve kaynaklara sahipler. Benim gibi işe yeni başlayan birinin çektiği kısa bir filmin, profesyoneller tarafından kotarılmış uzun metrajlı bir filmden daha özgün olması nasıl mümkün olabilir? Sorunun cevabı, neredeyse sihirli bir şekilde, filmin uzunluğunda yatar."

-Jim Piper-

Fiyatı: 20 tl



KISA FİLM YAZMAK (Yazar: Pat Cooper, Ken Dancyger)






- Kısa film senaryosu yazımı üzerine kapsamlı bir kaynak
- Senaryonuzu yazmanız için yeni materyaller ve kısa film formunun geleceği üzerine düşünceler
- Kısa film senaryosu yazılımıyla ilgili çok sayıda alıştırma
- Kısa film senaryolarına uygun film türleri üzerine tartışmalar

Deneysel ya da geleneksel üslupta olsun, kısa film, senaryo yazarı açısından ciddi disiplin gerektiren bir biçimdir. Bu kitap bir sinema öğrencisine veya işe yeni başlayan acemi bir senaryo yazarına canlandırmadan dramatizasyona, karakter yaratmadan diyaloglara dek her acıdan kısa filmde hikaye anlatmanın yöntemlerini gösteriyor ve kısa film için en iyi şekilde nasıl senaryo yazılacağını öğretiyor. Alıştırmalar, örnek kısa film senaryoları ve popüler türlerin kısa filme uyarlanışı gibi tartışmalarla konu destekleniyor. Kitap, aynı zamanda hikaye anlatımının, görselleştirmenin, karakter yaratmanın ve bir kısa film yapısı oluşturmanın temel dramatik ilkelerini sunuyor ve kısa film senaryo yazarına özellikle şu öğelerde yararlanmasını öğütüyor:

- Anlatımı çerçevelemek için masallar, efsaneler, anektodlar ve gerçek hikayeler
- İnandırıcı karakterler ortaya koymak için imajlar ve diyaloglar
- Komedi, hiciv, melodram ve diğer dramatik biçemler
- Hikaye aktarımında kullanılmak üzere zaman, mekan, ses ve diyaloglar


Fiyatı: 29 tl



SİNEMA VE VİDEODA KISA FİLM (Yazar: Peter W. Rea, David Irving)





Peter W. Rea ve David Irwing kısa film çekmeyi 3 evreye ayırmış: Yapım öncesi, yapım ve yapım sonrası.Bu nedenle kısa film çekme hakkında eğitim veren kitaplarını 3 cilt halinde sunuyorlar.

"Başarılı bir kısa filmi nasıl yapabilirsiniz? Film yapımı, deneyimli olanlar için bile, karmaşık ve özveri isteyen bir iştir. Senaryo, çekim ekibi, bütçe, oyuncular, ışıklandırma ve daha pek çok konuda kaçınılmaz olarak sayısız sorunlar çıkar. Daha yapıma başlamadan, gelişmiş teknik sanatlar, kaynak kullanımı, politik ve sosyal etkileşim ile kişisel, mali ve profesyonel sorumlulukları anlayıp tanımamız gerekir. İster yarım saatlik, ister beş dakikalık olsun, bir kısa film veya videonun yapım yöntemleri yıllar boyunca işlenerek son şeklini aldı ve sanat haline geldi.

Senaryo geliştirmek, Yapım öncesi, Yapım, Yapım sonrası, Dağıtım: bunlar kısa film yapımı sırasında olması gerekenlerin kabaca bir dökümüdür. Gerçekte, bir film veya video projesinin başarı sağlaması, öykü anlatmayı bilmek kadar, iyi bir yönetici olmaya da bağlıdır.

Bütünü üç ciltten oluşan bu eserin ilk cildinde: "Yapım Öncesi" aşaması ele alındı, bunu diğer ciltlerde, "Yapım" ve "Yapım Sonrası" kitapları izleyecek. Eserin bütünündü ele alınan her aşama somut örneklerle derinlemesine işlendi. Amacımız, yeni başlayan birine, başarılı bir kısa filmin yapımını düzenlemek ve gerçekleştirmek için gereken bilgileri aktarmaktır.
Bu seri, 'kısa filmci' için detaylı bir kılavuz niteliğinde."


-Peter W. Rea ve David Irwing-


Fiyatı: 25-22,5-19 tl (1-2-3. ciltler)

16 Ekim 2013 Çarşamba

DON JON

Türkçe adı: Kalbim Sende
Yapım: ABD
Gösterime girdiği sene: 2013
Türkiye’de gösterime girdiği sene: 2013
Tür: Komedi, Dram
Yönetmen:  Joseph Gordon-Levitt
Senaryo:  Joseph Gordon-Levitt
Oyuncular:  Joseph Gordon-Levitt, Scarlett Johansson, Julianne Moore
Süre: 90 dk.
IMDB puanı: 7.3/10
IMDB Top 250 sırası: Yok
Metacritic puanı: 66/100
Rotten Tomatoes puanı: 82/100
Beyaz Perde puanı: 3/5
Divx Planet puanı: 7.8/10
Benim puanım: 7.5/10



500 Days of Summer, Inception ve The Dark Knight Rises filmleriyle adından sıkça söz ettiren Amerikalı aktör Joseph Gordon-Levitt, geçtiğimiz hafta vizyona giren, hem yazdığı hem de yönettiği Don Jon ile karşımıza çıktı.Porno bağımlısı Jon'un hayatından kesitler sunan yapım, oyunculuk dışında yetenekleri olduğunu daha önceden bildiğimiz Levitt'in ilk yönetmenlik denemesi olma özelliğini taşıyor.Kadrosu geçtiğimiz haftalarda yeniden "Yaşayan En Seksi Kadın" seçilen Scarlett Johansson ile desteklenen Don Jon, başucu filmi olmayı vadetmese de Levitt'in yönetmenlik kariyeri için çok olumlu sinyaller veriyor.

Kahramanımız Jon (Joseph Gordon-Levitt), kadınların "hayır" diyemediği, günümüzün modern çapkınlarından.Her gece dostlarıyla çıktığı avlarda özenerek çalıştırdığı vücudu ve laf yapan ağzıyla sonuca kolay ulaşan biri.Ancak her çapkın gibi onun da kitabında bağlanmak yok.Birlikte olduğu tüm hatunlar tek gecelik ve seks için birer araç görevi görüyorlar.Jon'un seks konusundaki ritüelist tavrı günlük hayatına da yansıyor.Araba kullanırken sürekli sinirli olması, evini kendi temizlemesi ve kilisedeki düzenli günah çıkarma seansları bu tavra örnek verilebilir.Ancak tüm bu özelliklerini ve alışkanlıklarını geride bırakan çok baskın bir tarafı var.O da pornoya olan akıl almaz bağımlığı.Seksten bile üstün tuttuğu ve asla vazgeçemeyeceği bir yaşam tarzı bu onun için.Seks yaptığı gecelerde bile hazzın doruklarına ulaşabilmek için porno izleyip mastürbasyon yapmaktan geri kalmıyor.Ve en önemlisi de bu özelliğine hiç dur diyemiyor.Düzenini tüm bu ritüellerin üzerine kuran Jon'un hayatı, göz kamaştıran Barbara'ya (Scarlett Johansson) tutulması ile değişiveriyor.Zamanla onu sevmeye ve bağlanmaya başlıyor.Ciddi bir ilişkinin gerektirdiği her türlü evreyi yaşamak durumunda kaldığından alışkanlıklarından uzaklaşıyor.Barbara'nın iteklemeleriyle birlikte hayatı boyunca vazgeçmediği ritüellerden feragat etmeye başlaması çatışmaları ve tartışmaları beraberinde getiriyor.Hikayeye gizemli Esther karakteri (Julianne Moore)de dahil olunca işler daha ilginçleşiyor, Jon kişiliğine dair bilmediklerini ve fark etmediklerini keşfetmeye başlıyor.Tüm hikayesini finaliyle birleştiren Don Jon, seyircisine iletmek istediği mesajı da aktarmayı başarıyor:"Her şey paylaşınca güzeldir".





Aktörlük dışında müzikle de çok sıkı fıkı olan Joseph Gordon-Levitt, yönetmenliğe hiç yabancı değil aslında.Daha önceden çektiği 5 kısa filmi var.Don Jon onun ilk uzun metraj yönetmenlik deneyimi ve ben kendisinin filmdeki tarzını çok beğendim.Levitt'in kamerasının hikayenin akıcılığına ve izlenebilirliğine direk etkisi olduğunu düşünüyorum.Jon'un ritüellerden oluşan hayatına parallellik gösteren sahne çekimleri filmin de teknik anlamda bir ritüeller yığınına dönüşmesini sağlamış.Yüze yapılan yakın çekimler, bilgisayarın açılma animasyonu, Jon'un dış sesi gibi küçük ama çok etkili detayları da unutmayalım.Hepsi belli bir tarzın eseri.Levitt'in oyunculuk anlamında da en başarılı olduğu film diyebilirim Don Jon'a.Scarlett Johansson ise aklımı başımdan aldı ancak oyunculuğuyla değil güzelliğiyle.Yeniden kavuştuğu "en seksi kadın" ünvanının hakkını gerçekten veriyor.Oyunculuğu çok dikkatimi çekmese de güzelliği yeterince çekti diyebilirim.Aslında filmde Esther karakterini canlandıran Julianne Moore'un Johansson'dan daha tesirli olduğunu düşünüyorum.Hikayedeki konumu itibariyle öne çıkıp Johansson'un etkisini gölgelemiş gibi geldi bana.

Pornografi bağımlılığına hiç çekinmeden temas eden Don Jon, fazla beklenti yaratmadığından keyifli dakikalar geçirmenizi sağlıyor.Levitt ilk uzun metraj yönetmenlik tecrübesinde sınıfı geçmiş.Özellikle kadınların Don Jon'u izlemesi şart zira erkeklerin saklı psikolojisi hakkında gerçekçi bir deneyim yaşayacaklar.Bayramda vaktini sinemaya ayıracaklar için şimdiden iyi seyirler.

13 Ekim 2013 Pazar

GRAVITY

Türkçe adı: Yerçekimi
Yapım: ABD, İngiltere
Gösterime girdiği sene: 2013
Türkiye’de gösterime girdiği sene: 2013
Tür: Dram, Bilimkurgu, Gerilim
Yönetmen: Alfonso Cuarón
Senaryo: Alfonso Cuarón, Jonas Cuarón
Oyuncular: Sandra Bullock, George Clooney
Süre: 91 dk.
IMDB puanı: 8.7/10
IMDB Top 250 sırası: 40
Metacritic puanı: 96/100
Rotten Tomatoes puanı: 97/100
Beyaz Perde puanı: 5/5
Divx Planet puanı: 9.5/10
Benim puanım: 7.8/10




Uzun zamandır merakla beklenen Alfonso Cuarón'un Gravity'si Cuma günü izleyicisiyle buluştu.Yabancı kaynaklardan tam not alan bu uzay macerasını belki de Filmekimi'nde izleme şansı bulacaktık ancak kısmet olmadı.Gravity, Oscar aday adaylarının yavaş yavaş öne çıktığı dönemde özellikle ana dalların güçlü yapımları arasında gösterilmekte.Evet, bazı açılardan epik ve orijinal bir eserle karşı karşıyayız ancak filmin Kubrick eseri 2001: A Space Odyssey ile karşılaştırılıp abartılması biraz abes kaçıyor.Y Tu Mamá También ve Children of Men ile kendini kabul ettirmiş Cuarón'un son gözdesi, temelinde yatan eksikleriyle ödül töreni için sağlam darbeler alıyor zira.

9 Ekim 2013 Çarşamba

OSCAR KAPIŞMALARI REMAKE: EN İYİ FİLMLER VOL.1




Sinemaseverler olarak Oscar aday adaylarıyla haşır neşir olduğumuz bir dönemdeyiz.Favori filmlerimizi belirleyip tahminlerimizi yapıyoruz.Heyecanı daha aylar öncesinde yaşamaya başlamışken ben de bu dönemi daha keyifli hale getirmek için eğlenceli bir Oscar dosyası hazırlamam gerektiğini düşündüm.Ortaya fena olmayan bir şeyler çıktı.

8 Ekim 2013 Salı

86. AKADEMİ ÖDÜLLERİ YABANCI FİLM DALI ADAY ADAYLARI AÇIKLANDI






Türkiye'nin Kelebeğin Rüyası (The Butterfly's Dream) ile başvurduğu 86. Akademi Ödülleri Yabancı Film dalının tüm aday adayları açıklandı.Tam 76 filmin başvuru yapması sonucu Oscar tarihinde bir rekor da kırılmış oldu.Ocak ayının başında yapılacak elemelerde film sayısı 9'a düşecek.16 Ocak 2014'te ise en başarılı 5 film belirlenecek ve yabancı film dalının nihai adayları ortaya çıkacak.

5 Ekim 2013 Cumartesi

FİLMEKİMİ13'DEN KISA KISA 4 FİLM



Bir Filmekimi dönemini daha geride bıraktık.Festival bu yıl 40'a yakın filmle arz-ı endam etti ancak benim için çok da verimli geçmedi.İlk haftasonu şehir dışında olmam ve iş saatlerim nedeniyle çok fazla zaman kısıtı yaşadığım bu seneki Filmekimi'nde sadece 4 filmi izleme şansı bulabildim.Aslında festival öncesi de kafamda 4 film vardı: La vie d'Adèle, Le Passe, Fruitvale Station ve Inside Llewyn Davis.Ancak ilk etapta sadece Fruitvale Station'a bilet buldum.Sonradan uzun uğraşlar sonucu La vie d'Adèle de yer kapmayı başardım. Le Passe ve Inside Llewyn Davis'e bilet bulamayınca bu filmlerin yerlerini başka 2 yapımla doldurdum: Moebius ve Only Lovers Left Alive.Az ama öz geçirdiğim Filmekimi13'de tecrübe ettiğim bu 4 filmi okuyacağınız yazımda kısaca özetlemeye çalışacağım.

2 Ekim 2013 Çarşamba

BLUE JASMINE

Türkçe adı: Mavi Yasemin
Yapım: ABD
Gösterime girdiği sene: 2013
Türkiye’de gösterime girdiği sene: 2013
Tür: Komedi, Dram
Yönetmen: Woody Allen
Senaryo: Woody Allen
Oyuncular: Cate Blanchett, Alec Baldwin, Sally Hawkins, Peter Sarsgaard
Süre: 98 dk.
IMDB puanı: 7.8/10
IMDB Top 250 sırası: Yok
Metacritic puanı: 78/100
Rotten Tomatoes puanı: 91/100
Beyaz Perde puanı: 4/5
Divx Planet puanı: 7.5/10
Benim puanım: 7.7/10




Nedendir bilemiyorum ama Woody Allen'ın tarzına hiç ısınamamışımdır.Annie Hall'dan çabuk sıkılmış, Midnight In Paris'ten nefret etmiş, You Will Meet A Tall Dark Stranger ve To Rome With Love'ı silik bulmuş, sadece Vicky Cristina Barcelona'yı severek izlemiş bir insanım.Ancak Allen'ın bu seferki çalışması düşüncelerimi, birkaç sağlam nedenden ötürü olumlu yönde değiştirdi.Gerçek hayatta çevremizdekilerin başına gelse şaşırmayacağımız olayların samimi bir mizahla anlatıldığı ve Cate Blanchett'in muazzam bir performansla taçlandırdığı Blue Jasmine, yönetmene en yakın hissetiğim film oldu.Şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, Allen hayranlarının zaten çok seveceği filmi yönetmenin bu zamana kadar etkileyemediği kesim de büyük bir keyifle seyredecek.