5 Ekim 2013 Cumartesi

FİLMEKİMİ13'DEN KISA KISA 4 FİLM



Bir Filmekimi dönemini daha geride bıraktık.Festival bu yıl 40'a yakın filmle arz-ı endam etti ancak benim için çok da verimli geçmedi.İlk haftasonu şehir dışında olmam ve iş saatlerim nedeniyle çok fazla zaman kısıtı yaşadığım bu seneki Filmekimi'nde sadece 4 filmi izleme şansı bulabildim.Aslında festival öncesi de kafamda 4 film vardı: La vie d'Adèle, Le Passe, Fruitvale Station ve Inside Llewyn Davis.Ancak ilk etapta sadece Fruitvale Station'a bilet buldum.Sonradan uzun uğraşlar sonucu La vie d'Adèle de yer kapmayı başardım. Le Passe ve Inside Llewyn Davis'e bilet bulamayınca bu filmlerin yerlerini başka 2 yapımla doldurdum: Moebius ve Only Lovers Left Alive.Az ama öz geçirdiğim Filmekimi13'de tecrübe ettiğim bu 4 filmi okuyacağınız yazımda kısaca özetlemeye çalışacağım.








La vie d'Adèle (Mavi En Sıcak Renktir)

Steven Spielberg'in jüri başkanlığı yaptığı 66. Cannes Film Festivali'nden Altın Palmiye ile dönen bu senenin flaş filmi La vie d'Adèle'i Filmekimi kapsamında izleyebilmek büyük bir şanstı.Bir çizgi romandan uyarlanan filmin tam Türkçe karşılığından da anlaşılacağı gibi ("La vie d'Adèle" aslında "Adèle'in Hayatı" anlamına geliyor) genç bir kız olan Adèle'in (Adèle Exarchopoulos) hayat hikayesi yansıyor perdeye.Hemcinsi Emma (Léa Seydoux) ile paylaştığı sıradışı ilişki tüm açıklığı ve saflığıyla gözler önüne seriliyor.Cinsel içerikli, müstehcen sahnelerle dikkatleri üzerine çeken bu 3 saatlik Abdellatif Kechiche eseri, hiç çaktırmadan su gibi akıp gidiyor.Adèle'in ruhunu ve bedenini Emma'ya kaptırmasıyla birlikte yaşadığı masum olduğu kadar şiddetli aşk, izleyiciyi masalsı bir macerya sürüklemeyi başarıyor.La vie d'Adèle'in neredeyse her yanına serpiştirilen mavi tonlar yapımın bir diğer başrol oyuncusu olmuş.Yönetmenin filmin içine yüklediği mesajlar, gerçekçi dokunuşlarıyla birleşince de bu senenin en etkili çalışmalarından biri ortaya çıkmış.Kechiche'nin Altın Palmiye aldığı Cannes Film Festivali'nde, çok zor sahnelerin altından başarıyla kalkan başrol oyuncuları Adèle Exarchopoulos ve Léa Seydoux da aynı mutlu sona ulaşmışlardı.Çok güçlü bir seyir zevki sunan La vie d'Adèle, bu seneki Filmekimi'nin tartışmasız en iyi filmiydi.








Fruitvale Station (Son Durak)

Festival programı içerisinde en merak ettiğim filmlerden biriydi Fruitvale Station.Hakkında yapılan sansasyonel yorumlardan sonra kaçırmak olmazdı.Yapımda 2008'i 2009'a bağlayan yılbaşı gecesinde gerçekten yaşanmış bir polis şiddeti vakasına tanık oluyoruz.O gece metro durağında başına gelen olaylar nedeniyle polis şiddetine karşı bir simgeye dönüşen Oscar Grant'in hayatından bir kesit sunuyor genç yönetmen Ryan Coogler.Önce Grant'in eşini, annesini ve küçük kızını tanıma şansı yakalıyoruz.Sefillik içerisinde geçen yaşamının, hapse düştüğü dönemin ve zamanında yaptığı illegal işlere veda etme çabasının anlatıldığı ilk bölüm sıradan ilerliyor.Ancak son yarım saatlik final bölümü adeta bir duygu seli olup akıyor.Eline bir sıkımlık güç geçen sahte egoların yapabilecekleri insanın kanını donduruyor gerçekten.Bu seneki Gezi olaylarını akıllara getiren film, sonuyla Oscar Grant'e şık bir selam çakmayı ihtmal etmiyor.Grant'in annesi rolünde karşımıza çıkan Octavia Spencer'ı Oscar gecesinde "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu" adayları arasında görme ihtimalimiz çok yüksek.Günümüzün kanayan yarası haline gelmiş polis şiddetinin yeniden hatırlatıldığı çarpıcı bir örnek olan Fruitvale Station'u bu senenin etkileyici işlerinden biri olarak tanımlayabiliriz.










Only Lovers Left Alive (Sadece Aşıklar Hayatta Kalır)

Ne yalan söyleyeyim, bağımsız sinemanın önemli isimlerinden biri olarak kabul edilen Jim Jarmusch'a ait hiçbir filmi daha önce izlemedim.Zaten çalışmalarını öyle kolay kolay göremediğiniz için hayran kitlesi biraz daha niş.Yönetmene çok uzak olmama rağmen Only Lovers Left Alive hakkında yapılan olumlu yorumlar nedeniyle filme gitmeye karar verdim.Aldığım bu kararın oldukça isabetli olduğunu söyleyerek başlayayım.Jarmusch, son zamanlarda iyice itibarsızlaştırılan vampir mitini layık olduğu seviyeye yeniden çıkarmış.Estetik dokulu, klas bir aşk hikayesi için dekore ettiği dünyayla beni büyülemeyi başardı.Gönül bağları yüzyıllardır devem eden vampirler Adam (Tom Hiddlestone) ve Eve'in (Tilda Swinton) birbirlerine ve kana duydukları bu büyük aşk farklı bakış açılarıyla anlatıldığından, ikilinin iç dünyasına da farklı girişler yapmamız kaçınılmaz oluyor.Adam'ın müziğe ve müzik aletlerine olan tutkusu bir yanda, Eve'in hafif göz kırpan varoluşçu yapısı diğer yanda.İkisine de bayılıyorsunuz.Karakterlerin altının bu denli dolu olması izleyicinin de aşk hikayesine tereddütsüz dalmasını sağlıyor.Oscarlı oyuncu Tilda Swinton ve Tom Hiddlestone arasındaki uyumun bu noktadaki katkısı tartışılmaz.Filmekimi'nde en çok beğendiğim ikinci film olan Only Lovers Left Alive sayesinde artık Jarmusch'a o kadar uzaktan bakmayacağım.








Moebius (Kim Ki-Duk'tan Moebius)

Herhalde Moebius'a giden herkes tanık olduğu "şey" (film diyemiyorum) karşısında şaşırmıştır.Bu yapımı izleyip de ağzı açık kalmayan bir insan evladının var olabileceğine inanmıyorum.Moebius'a, eşini aldatan bir baba, ruhsal açıdan sıkıntılı bir anne ve ergen bir oğlan çocuğunun cinsellikle yıkanmış, sapkın hikayesi diyebiliriz kısaca.Filmde hiç diyalog yok.Ağlama, gülme, bağırma dışında ağızlarından tek kelime çıkmıyor oyuncuların.Bu anlamda orijinal ve hoş bir fikir olmuş.Ancak cinselliği bu derece sapkın tepelere taşımak neyin nesidir anlayamadım.Hızlı ve şok edici bir başlangıç yapan film "etkili hayat mesajları verecek bir dram" beklentisi uyandırsa da sonradan saçmasapan bir şeye dönüşüveriyor.Aileden çok erkek cinsel organının başrolde olduğu, baştan sona her şeyin bu uzuv etrafında döndüğü ve ancak sapık bir beyinden çıkabilecek çok uçuk bir film olmuş Moebius.Herkesin kolay kolay kaldıramayacağı şiddet sahneleri var.Benim gittiğim seansta salonu terk edenler olmuştu.Güney Koreli yönetmen Kim Ki-Duk'un tarzını kabul ediyordum ancak bu derece uçlarda yaşayan psikopat bir hayal gücü olduğunu tahmin etmiyordum.Moebius'u seyretmezseniz hiçbir şey kaybetmezsiniz.İzleyecekseniz de bu işi kimlerle yapacağınızı iyi seçin.Sonu travmaya bağlayabilir çünkü.

2 yorum:

  1. Festivalin en renkli filmlerini seçtiğin bir gerçek. Kim ki-Duk filmi için bişey diyemem ama diğer üçü oldukça iyi eleştiriler aldı ve maalesef hiç birini izleme şansım olmadı. Ama The Past- Sen Aydınlatırsın Geceyi- Metro Manila- Ömer- Heli- Benim Babam Benim Oğlum filmleri de gayet sağlam filmlerdir. Yıl içerisinde bir şekilde bulup izlemeni şiddetle tavsiye ediyorum. Bu seneki filmekimi çok güzel filmleri barındırdı, umarım böyle devam eder:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Olsun çok üzülme, kısa süre içerisinde izlersin. Ben de özellikle The Past'i ilk fırsatta izlemek istiyorum.Çok başarılı bir festival olduğu yönündeki düşüncene yüzde yüz katılıyorum, çok renkli bir seneydi.Daha fazla filmi salonda izleyemediğim için içim biraz buruk ancak sorun değil:) Önümüzdeki senenin de aynı güzellikte geçmesi tek temennim.

      Sil