28 Kasım 2011 Pazartesi

SİNEMADA İZLEDİĞİM FİLMLER - KASIM 2011

Her ay olduğu gibi bu ay da boş bulduğum zamanlarda sinemaya gitme alışkanlığımı sürdürdüm.Çok verimli geçmese de idare etti diyebilirim.Bu ayki filmlere baktığımda ortalamanın vasat olduğunu görüyorum ancak önümüzdeki ay böyle gitmeyecek benden söylemesi.Şimdi Kasım’ın 30 gününe sığdırdığım 4 filmi bir inceleyelim.



Contagion – Salgın : Ckm’de izlediğim bu film oyuncu kadrosuna bakılarak gidilirse büyük hayal kırıklığı yaratıyor.Beklentileri hiç yüksek tutmamak gerekiyor.Film,ölümcül bir salgın hastalığın doğum evresinden başlayarak tüm dünyaya yayılma sürecini ve virüse karşı koymaya çalışan insanların çabalarını konu ediniyor.Oyuncu kadrosu ise tam bir yıldızlar geçidi.Oscar ödüllü dört oyuncu Kate Winslet,Marion Cotillard,Matt Damon ve Gwyneth Paltrow’un yanına çok yakından tanıdığımız Jude Law ve Laurence Fishburne serpiştirilmiş.Buna rağmen film vasatlıktan kurtulamıyor.Son derece yavaş işlenişi,heyecan vermeyen yapısıyla olaydan kopup gidiyorsunuz.Dediğim gibi oyuncu kadrosuna aldanılmaması gereken bir film.Ben ettim,siz etmeyin.












In Time – Zamana Karşı : Bu ay izlediğim en iyi filmdi.Gelecekte yaşlanma durmuş ve herkes 25 yaşında sabitlenmiştir.Ancak insanların hayatta kalmak için artık paraya değil zamana ihtiyaçları vardır.Her şey zamanla ödenmeye başlanmıştır.Maaşlar,kafede içtiğiniz çaylar,otobüs biletleri vesaire.Ve eğer bir insan sahip olduğu zamanı sıfırlarsa ölmektedir.Böyle bir dünyada başroldeki Will Salas karakterine yabancı bir kişiliğin "yüz yıl" gibi çok büyük bir meblağ transfer etmesiyle işler karışır ve herkes Salas’ın peşine düşer.Konusu değişik ve yaratıcı olmasına rağmen senaryo çok etkileyici olmamış.Böyle bir konu daha iyi bir senaryoyla işlenebilirdi.Her şeye rağmen güzel zaman geçirdiğimi söylemeliyim.Filmde başrolleri Justin Timberlake,Amanda Seyfried ve Olivia Wilde paylaşıyor.Justin Timberlake performansıyla Social Network ve Friends with Benefits’ten sonra oyunculuğu artık iyice kıvırdığını göstermiş.Amanda Seyfried ve Olivia Wilde da güzellikleriyle gözümüzün pasını silmeyi başarıyor.Özellikle Justin Timberlake’in annesi rolündeki Olivia Wilde’ı görmek son derece mükemmel ve ilginçti.”JustIn Time”.İzleyin derim.









Paranormal Activity 3 – Paranormal Aktivite 3 : Son yıllarda çok fazla izleyici çeken serinin 3.filmi.Gerilimin dozunu daha da artırmayı planlayan yapımda,ilk 2 filmden önceki olaylar konu alınıyor ve aslında olayların nasıl başladığı anlatılıyor.Bu son filmde gördük ki yapımcılar,ilk filmdeki o psikolojik gerilimli ve tedirgin edici havadan uzaklaşıp daha fazla şiddet içeren,olayları daha çok gözümüze sokan bir tavır içine girmişler.Bu durum bende ters etki yaptı ve filmi çok beğenmedim.Filmin sevenleri için yine güzel bir çalışma olmuş diyebilirim ancak ben hala bu türün en iyisinin Blair Witch olduğuna inanıyorum.Gerilim seviyorsanız izleyin derim ama DvD’sini almanızı tercih ederim.













The Twilight Saga:Breaking Dawn Part 1 – Alacakaranlık Efsanesi:Şafak Vakti Bölüm 1: Son yılların en çok tutan serilerinden birinin son 2 halkasından ilki.İlk günden beri bir türlü ısınamadığım bu serinin son filmine sırf eksik kalmayayım diye gittiğimi söylemeliyim.Filmde Edward ve Bella’nın düğünleri ve sonrasında Bella’nın hamile kalması anlatılıyor.Bana göre serinin en sıkıcı filmi olmuş.Olayların yavaşlığı,aksiyon azlığı ve sürekli duygusal bir hava verilmeye çalışılması beni son derece sıktı diyebilirim.Filmin içi çok boş,anlatılacak bir şey bulunamamış sanki.Son sahnesi dışında kayda değer pek bir şey bulamadım.Yine de serinin fanatiklerinin yine kaçırmayacağı ve gişe rekorları kıracağı kesin.DvD’sini almak en mantıklısı.
 








Önümüzdeki ay yeni filmlerde görüşmek üzere,şimdilik hoşçakalın.

24 Kasım 2011 Perşembe

STARCRAFT DESTANI – BÖLÜM 3


Starcraft Destanı yazı dizisinin üçüncü ve son bölümüne hoş geldiniz.Bundan önceki iki bölümde Terran,Protoss ve Zerg ırklarının doğuşu ile yollarının birbirleriyle kesişmesini oyun öncesi hikayenin içinde öğrenmiştik.Bu son bölümde ise oyun içi hikayelere dalış yapıyoruz.İlk Starcraft’ta olanları,ek paket Broodwar öncesi yaşananları ve Broodwar içindeki hikayeyi anlatıp Starcraft 2’nin başında yazıyı sonlandıracağız.Yine büyük keyif alacağınızı düşünüyor ve hemen bu destanın üçüncü ve son bölümüne geçiyorum.



STARCRAFT OYUN İÇİ HİKAYE:


Terran Konfederasyonu'na bağlı eski madenci,yeni mareşallerden biri olan Jim Raynor,Mar Sara’daki ani Protoss saldırısına karşı görevlendirildi.Ancak Protoss bu gezegene saldırı yapmadı.Raynor daha sonra bu gezegendeki Zerg istilasını fark etti ve onlara karşı savaştı.Sonunda Zergler’i savuşturdular  ve onlar tarafından enfekte edilmiş bir kumanda santralini yok ettiler.Ama bu hareket Konfederasyon generali Edmund Duke’la ters düşmesine neden oldu.Hükümet aracına zarar vermekten tutuklanan Jim Raynor bir mahkum gemisine konularak götürüldü.

Yolculuk sırasında Korhal’ın Oğulları gemiye saldırıp Jim Raynor’u kurtardılar.Bunun üzerine Jim Raynor ve adamları Konfederasyon’dan ayrılarak Arcturus Mengsk’in yanına geçtiler.Daha sonra buradaki Zergler’e saldıran Protoss,Mar Sara’yı yok etti.

Korhal Oğulları Antiga Prime gezegenine çekildiler,burada kısa süre önce bir isyan başlangıcı olmuş fakat Alpha Squadron (Edmund Duke’un güçleri) tarafından bastırılmıştı.Sarah Kerrigan ile birlikte Raynor gezegende konuşlu Konfederasyon güçlerini yok ederek koloniyi özgürleştirdi.

Kısa süre sonra General Duke'in gemisi Norad II,atmosferde Zergler’in saldırısına uğradı ve düştü.Raynor,Mengsk tarafından emredildiği üzere General'i kurtardı,akıllıca bir hamleydi cünkü Alpha Squadron ve General'in isyancı saflarına katılması sağlandı.

Raynor 6 ay boyunca Antiga Prime’da Konfederasyon,Zerg ve isyancılar arasındaki çarpışmalarda görev aldı.Korhal Oğulları’nın Delta Squadron'a karşı bir psi-emitter kullanmaları ise Raynor'un hiç hoşuna gitmedi,ayni tür bir aygıt Mar Sara'ya gizlice yerlestirilmis ve Zergler'in işgale gelmelerine sebep olmuştu.
Koloninin tahliyesi esnasinda Raynor geride kalan kolonicileri kurtarmak icin bir operasyon düzenledi.Savaş esnasında Tassadar önderliğinde Protoss ırkı geldi ve insanlarla temas kurdular,hatta yardim bile ettiler.Raynor,Korhal Ogullari ile birlikte Antiga Prime gezegeninden kaçtı ve Tarsonis'e gitti,gidişlerinin hemen ardından Protoss,gezegeni bir ateş topuna çevirdi.

Kaçış esnasında Raynor,Mengsk'in giderek büyüyen aç gözlülüğünden ve artan acımasızlığından rahatsız olduğunu fark etti.Kerrigan birazcık daha iyi hissediyordu.Raynor'un telepatlarla ortak bir geçmişi vardı ve bu yeteneğe sahip olanlara sempati besliyordu.Sempati,arkadaşlık ve belki daha ilerisine giden yollar açabilirdi fakat ikisi için işleri ileriye götürecek zaman yoktu.

Bundan sonra Arcturus Mengsk artık Konfederasyon başkenti olan Tarsonis gezegenini yok etmeye karar verdi ve güçlerini buraya yönlendirdi.Kerrigan ve Jim Raynor Tarsonis sokaklarında savaş verirken,Edmund Duke orbital platformlara düzenlenecek saldırıyı yönetiyordu.Mengsk çok akıllı bir plan yapmıştı.Var olan 3 orbital platforma Psi-Emitter adı verilen cihazlardan koymuştu.Bu cihazlar telepatik sinyaller yayarak Zergler’i kendilerine çekmeye yarıyordu.Mengsk’in planı Zergler'i buraya çekerek Konfederasyon’u kendi pisliğinde boğmaktı.Raynor ve Kerrigan bunu beğenmediler ama plan uygulandı.Tarsonis’te kaos yaşandı.Savaş biterken Mengsk sağ kolu Kerrigan’ı,Zergler'i çekerek yaptıkları saldırının başarılı olup olmadığını yakından görmesi için Tarsonis’te başka bir bölgeye yolladı.Raynor buna itiraz etti ve Mengsk’le ters düştü.Kerrigan’ı gitmemesi yolunda ikna edemedi ve ona yardım etmesi engellendi.

Mengsk’le son kez ters düşen Raynor onu dinlemedi ve Kerrigan’ın peşinden gitti fakat onu bulamadı.Korhal Oğulları’ndan tamamen ayrılmayı seçen Raynor adamlarıyla birlikte Tarsonis’ten güç bela kaçtı.Kaçarken de Mengsk’in gemisi Hyperion’u ele geçirdi.

Tarsonis’in düşüşünden sonra yok olan Konfederasyon’dan geriye kalanı bünyesinde toplayan Mengsk,Terran Dominion‘ı kurdu.Artık Mengsk hastalıklı bir adama dönüşmüş,elde ettiği inanılmaz güçle ve egolarıyla yanıyordu.


Tarsonis’ten kaçan Jim Raynor Char adlı gezegene sığındı.Burada beklemediği bir anda Zergler tarafından enfekte edilmiş öldü sandığı Kerrigan’la karşılaştı.Kerrigan artık bir Zerg’tü.Fiziksel ve zihinsel olarak çok güçlenmişti.Raynor’a artık insan olması için hiçbir sebebinin olmadığını söyledi ve gitmesine izin verdi.Raynor buradan da kaçmaya çalıştı ama çoğu uzay gemisi Zergler tarafından enfekte edilmişti.Bu sırada Tassadar Raynor’a yardıma geldi ve enfekte olan gemileri yok edip Raynor’u kurtardı.Char gezegeninde başka bir yere kaçtılar.

Burada Raynor ve Tassadar uzun süredir ortada olmayan Dark Templar’dan biriyle,Zeratul’la karşılaştılar.Zeratul’un Char gezegeninde bir Cerebrate’i yok etmesine tanık oldular.Bu olaydan sonra Tassadar Zergler’i yenmenin bir yolu olduğunu fark etti.Çünkü Protosslar Zerg Cerebrate’lere zarar veremiyorlardı ama Dark Templarlar bunu başarabiliyordu.Tassadar Zeratul’la ittifak kurdu ve hepsi tek bir safta birleştiler.Daha sonra Tassadar ve Zeratul Protoss gezegeni Aiur’a geçtiler.

Cerabrate’in yok olması Zergler’in yönetimine zarar verdi ancak başka bir olaya daha yol açtı.Cerabrate’i yok eden Zeratul ile Zerg Overmind,zihinsel bir bağla birbirine bağlandı.Bu bağlantı sayesinde Overmind,Zeratul’un zihninden yıllardır aradığı ancak bulamadığı Protoss’ların gezegeni Aiur’un yerini öğrendi.Overmind hemen tüm güçleriyle Aiur’a gitti.

O sırada Conclave başkanı Judicator Aldaris,High Templar Tassadar’ın sürgün ırk Dark Templar ile yakınlaşmasını suç olarak gördü ve Tassadar’ın yakalanmasına karar verildi.Tassadar ve Zeratul buna karşı gelince Protosslar arasında bir iç savaş çıktı.Tam bu sırada Overmind önderliğindeki Zergler Aiur’a indi ve Overmind gezegenin kabuğuna yerleşti.Daha sonra Zerg istilası başladı.Kendi savaşlarını unutan Protosslar Tassadar ,Zeratul, Praetor Fenix ve Dark Templarlar ile birlikte Zerglere karşı savaştılar.Dark Templarlar bu savaşta 2 Zerg Cerebrate’ini yok edince kendilerini kanıtlamış oldular ve Protoss Conclave’i Dark Templarlar’ı tekrar bünyelerine aldılar.

Savaş bütün hızıyla sürüyordu ve Protosslar Overmind’a doğru ilerliyorlardı.Bu sırada Jim Raynor da Protosslar’a yardıma geldi.Zergler de ise Sarah Kerrigan çarpışıyordu.Raynor’ın da yardımıyla Overmind koruması zayıflatıldı ve dış kalkanı yok edildi ancak Protosslar çok fazla kayıp verince geri çekildi.En sonunda Tassadar’ın aklına bir fikir geldi.Kendi psişik gücünü Dark Templarlar’ın gücüyle birleştirerek kendi kumanda gemisinde yoğunlaştırdı ve ardından bu gemiyle Overmind’a daldı.Kendini feda ederek Overmind’ı yok etti.Bu olaydan sonra Tassadar büyük bir Protoss kahramanı olarak anıldı.



STARCRAFT BROODWAR ÖNCESİ:


Zerg Overmind yok olduktan sonra büyük bir patlama oldu ve Protoss Gezegeni Aiur’un %70’i yok oldu.Protosslar’ın kahramanları Judicator Aldaris,Praetor Fenix,Dark Templar Zeratul,yeni rütbe almış genç Artanis ve Jim Raynor  geride kalanları güvenli bir yere götürmek zorundaydılar.

Aiur’da Protoss ve Zerg savaşı sürerken Terran Dominion imparatoru Arcturus Mengsk iyice güçlenmiş ve Konfederasyon’dan geriye kalan tüm Terran kolonilerini emrinde toplamıştır.Artık tek merak ettiği eski teğmenine ne olduğudur:Kılıçların Kraliçesi Sarah Kerrigan’a.

Koprulu Sektörü’nde bunlar olurken dünyada da gelişmeler oluyordu. UPL,Koprulu Sektörü’ndeki Konfederasyon ile İsyancılar çarpışmasına sessiz bir tanık olmuştu.Bu sayede diğer ırkları da öğrenmişlerdi. Yıllarca 3 ırkın savaşını izleyen UPL kendini sürekli bu savaşlar ve ırklar konusunda eğitti.Artık bu konuda kesin adımlar atmayı planlıyordu ancak insanlar daha önce bu tarz yaratıklarla karşılaşmamıştı.Bu durum UPL’de küçük bir panik yaşanmasına neden oldu.Ama UPL bu yaratıkların dünyaya saldırmasına kesinlikle izin vermemeliydi.Bu düşünceler sonucunda bir çok ülke UPL’e katıldı ve organizasyon büyüyerek “United Earth Directorate” adını aldı.Böylece yaratık hareketlerine karşı daha aktif bir savaş pozisyonu kazanan UED,elindeki tüm imkanları yaratıklara ve onların planlarına karşı eğitilmede kullandı.Protoss ve Zergler’i aylarca inceledikten sonra UED,bu 2 ırkın güçlü ve zayıf yanlarını ortaya çıkaran bir veriye sahip oldular. Bu sayede yaratık saldırılarına son vereceğine inanan UED,Koprulu Sektörü’ndeki çatışmayı da sonlandıracaktı.

Bu askeri gücü yöneten parlak zekalı Amiral Gerard DuGalle’ın 2. bir görevi de Zergler’i kontrol ederek Protosslar’ın üzerine salmaktı.Böylece insanlığın devamını güvenceye alacaktı.



BROODWAR OYUN İÇİ HİKAYE:


Protoss kahramanları Aiur’da sağ kalanları Dark Templar gezegeni olan Shakuras’a götürmeye karar verirler.Bunu yapmak için de Warp Gate’ten geçerler,Shakuras’ta çok yaşlı olan Dark Templar Matriarch’ı Raszagal ile tanışırlar.Bu sırada Zergler de Protossları takip ederek Warp Gate’ten Shakuras’a geçer.Raszagal buna rağmen diğerlerine Shakuras’ta bulunan bir Xel’Naga tapınağının aktif hale getirilmesi halinde Zergler’i gezegenden atabilme şansları olduğunu söyler.


Daha sonra Zeratul ve Artanis Shakuras’ta Sarah Kerrigan’la karşılaşırlar.Kerrigan savaş için gelmediğini,Zergler’in Char gezegeninde yeni bir Overmind oluşturduğunu ve kendisinin onlara yardım etmek istediğini söyler.Zeratul ve Artanis isteksizce Kerrigan’la birlikte Xel’Naga tapınağını aktifleştirecek 2 kristali almanın peşine düşerler.Kristalleri ele geçirip dönmeye hazırlandıklarında ise Judicator Aldaris’in Kerrigan’la iş birliği yapmaları nedeniyle Dark Templarlar’a karşı bir isyan başlattığı ortaya çıkar.Ama isyan bastırılır ve Kerrigan Aldaris’i öldürür.Kerrigan’ın neden Aldaris’i öldürüp Protosslar’a kristallerin ele geçirilmesinde yardım ettiği ise sonradan ortaya çıkar.Kerrigan,tapınağın aktif hale gelmesi sonucunda oluşacak yüzey saldırısında Cerebratelerin yok olmasını istemektedir.Böylece gezegenden ayrılmadan önce Zergler’i tek başına yönetebilecektir.Artanis ve Zeratul tapınağın çalışmasının Kerrigan’ın planlarını gerçekleştireceğini bilmelerine rağmen bir seçim yapmak zorunda kalmış ve Zergler’i Shakuras’tan tapınağı kullanarak temizlemişlerdir.

UED güçleri dünyadan yola çıkmış ve Terran Dominion’u yok etmeye gelmektedir.Koramiral Alexei Stukov,askerlerinden Samir Duran’ı özel danışmanı yapmıştır.UED,eski Terran başkenti yıkık Tarsonis’te Psi Disrupter adı verilen,Zerg iletişimini bozan bir cihazın varlığını tespit ederler.Samir Duran,Amiral DuGalle’ı bu cihazın yok edilmesi yönünde ikna etmiş olmasına rağmen,Stukov son anda Duran’ın onu tamamen yok etmesini engellemiş ve saldıryı hafifletmiştir.UED daha sonra Terran Dominion yönetim gezegeni olan Korhal 4’e yönelir.Burada UED,Arcturus Mengsk’in ordularını ağır bir yenilgiye uğratır.Ancak Jim Raynor yönetimindeki bir Protoss filosu Mengsk’i son anda kurtarır.UED kuvvetleri Raynor ve Mengsk’i Aiur’a kadar kovalarlar.Ancak burada Samir Duran takibi bırakarak pozisyonundan ayrılır ve Zergler’in operasyona karışmasına izin verir.

Duran’ın yaptıklarından korkan ve DuGalle’ın Duran’ın ihanetlerini görmemesinden dolayı ortada kalan Stukov,yanına bir kaç kuvvet alarak Psi Disruptor’ı tekrardan inşa eder.Bunu öğrenen Amiral DuGalle,Duran’ı Stukov’u öldürmesi için onun peşinden yollar.Psi Disruptor’ın içinde yaşanan çatışma sonucu Duran Stukov’u öldürür ancak Stukov ölmeden önce DuGalle’ı Duran’ın Kerrigan’la işbirliği yaparak ihanet ettiği konusunda ikna eder.Duran Psi Disrupter’ı sabote etmek ister ama UED buna izin vermez.Bunun üzerine Samir Duran kaçar.Psi Disrupter’ın özellikleri sayesinde UED ve DuGalle Char’daki Zerg dünyasına saldırır ve uyuşturucularla Overmind’ı kontrol eder.

Overmind’ın UED kontrolü altına girmesi sonucu Kerrigan’ın kuvvetleri de dahil yerli gruplara karşı tüm operasyonlar zarar görür.Bunun üzerine Kerrigan ve Duran UED’ye savaş açmaya karar verirler.Öncelike Preator Fenix,Jim Raynor ve Arcturus Mengsk’i UED’nin herkesi yok etmek istediği konusunda ikna ederler.Mengsk,başı zaten UED ile belada olduğundan bu teklifi kabul eder.Raynor,Kerrigan’ın değiştiğine inanmak istediğinden onun yanında yer alır.Fenix ise Aiur’daki olaylardan habersiz olduğundan ve diğerleri Kerrigan’ın yanına geçtiğinden bu ittifakta yer alır.Kerrigan ve diğerleri önce Psi Disruptor’a saldırarak onu yok ederler.Daha sonra UED güçlerinin Terran Dominion’un elinden aldıgı Korhal 4‘e saldırırlar.Bu saldırı sonucu UED Korhal 4 üzerindeki tüm yönetimini kaybeder.

Bu olayların hemen ardından Kerrigan gerçek yüzünü gösterir ve müttefiklerine ihanet etmeye başlar.Önce çok yüklü sayıda Dominion gücünü yok eder,ardından Fenix’i ve Mengsk’in sağ kolu Edmund Duke’u öldürür.Fenix ve Edmund Duke’un ölümleriyle doymayan Kerrigan,Samir Duran ile birlikte Shakuras’a gidip Raszagal’ı kaçırır.Raszagal’ı Zeratul’a şantaj yapmak için kullanır.Zeratul’dan Char’daki Overmind’ı yok etmesini ister.Böylece tüm Zerg güçleri Kerrigan’ın kontrolü altına girecektir.Zeratul Overmind’ı yok eder ve Raszagal’ı kurtarmayı dener.Bunu başarır ama Kerrigan kaçmalarını engellemek için Raszagal’ın beynini yıkar.Zeratul onu kurtarmayı denese de Raszagal’ın beyninin geri döndürülemez bir biçimde yıkandığını görür ve onu öldürmek zorunda kalır.

Bu olaylardan sonra Artanis’i bulmak için Char’dan ayrılmaya hazırlanan Zeratul,şans eseri Samir Duran’ın Kerrigan’dan habersiz bir genetik laboratuarda Protoss/Zerg melezi yarattığını öğrenir.Zeratul bu laboratuarı yok eder.Ancak Samir Duran bunun sadece laboratuarlardan biri olduğunu söyler.Daha sonra Duran’ın aslında Kerrigan’a hizmet etmediği,çok başka bir gücün mensubu olduğu ortaya çıkar.Tam o sırada Kerrigan Char gezegeninde Terran Dominion,UED ve intikam için gelen Artanis yönetimindeki Protoss filosu tarafından saldırıya uğrar.Sayıca az olmasına rağmen Kerrigan,bu 3 filoyu da yenilgiye uğratıp,UED’yi tamamen siler.Kerrigan her yerde zaferi kazanmıştır.


Savaştan sonra Amiral Gerard DuGalle,görevinde başarısız olduğu ve hatalı bir şekilde Alexei Stukov’u öldürttüğü için çok pişman olur.Üzüntüden kendini kaybeder.Karısına son bir mektup yazarak ihtihar eder.

Savaşı kaybeden tarafta bulunan ve içine kapanan Jim Raynor,silah arkadaşı Zeratul’a Shakuras’ta veda edip gemisi Hyperion’a binerek gözden kaybolur.Zeratul da kendi gemisiyle Shakuras’ı terk eder ve bilinmezliğe gider.

Kerrigan böylece sektördeki tek dominant güç olmayı başarır.

                                                                    ____

Bu destansı yazının burada sonuna gelmiş bulunuyoruz.Hikayenin bu noktasından sonra Starcraft 2 başlıyor.İlerleyen günlerde Starcraft 2 ile ilgili bir yazı yazmayı düşünüyorum ama henüz ne zaman yazacağıma karar vermedim.Yazarken çok keyif aldığım bu üç bölüme burada son veriyor ve sonraki yazılarımda tekrar görüşmeyi diliyorum.Hoşça kalın ama Starcraft’sız kalmayın derim.Görüşmek üzere.


“Protoss do not run from their enemies.Aiur is our homeworld,it is here that we shall make our stand!"


                                                                                         Judicator Aldaris

21 Kasım 2011 Pazartesi

STARCRAFT DESTANI – BÖLÜM 2

“Starcraft Destanı” yazı dizisinin ilk bölümünde oyun öncesi hikayeye ve Terran ırkının nasıl doğduğuna değinmiştim.Bu bölümde ise oyun öncesi hikayenin içinde yol almaya devam ederken,Protoss ve Zerg ırkının nasıl doğduğunu,Xel’Naga’nın ne olduğunu ve bu ırkların yollarının Terranlar ile nasıl kesiştiğini öğreneceğiz.Bakalım olaylar nasıl gelişmiş.



OYUN ÖNCESİ HİKAYE VE IRKLARIN DOĞUŞU:



PROTOSS VE XEL'NAGA
 


Protosslar nasıl doğmuş ve yolları diğer ırklarla nasıl kesişmiş ona bakalım.


"My life for Aiur"

Xel'Naga, galaksileri dolaşan ve seçtikleri ırkların belli genetik kapasitelerini artıran ya da onlara yeni yollar sunan bir ırktır.Onların ilk ve çok üstün olduklarına inanılır.Bu ırk son derece iyi huylu ve yapıcıdır. Bir şekilde Samanyolu Galaksisi'ne de yolları düşüyor ve bu sıralarda formda saflığın ideal bir ırk yaratacağını düşünüyorlar. Bu düşünceyle, zamanında uğraştıkları, galaksinin ucunda, yoğun ormanlarla kaplı Aiur gezegenindeki avcı bir ırkı uygun buluyorlar. Kabilesel bir gruplaşmaya sahip, fiziksel olarak hızlı ve güçlü olan bu ırkın, Xel'Naga'nın asıl ilgisini çeken özelliği, kendi aralarında içgüdüsel olarak kurdukları karmaşık psişik bağ oluyor. Xel'Naga, bu ırka yeteneklerini geliştirmek için öğretilerde bulunmaya başlar ve onlara Protoss yani ilk-doğan (first born) ismini verir. Protoss bu tanrıların öğretileriyle gelişmeye başlar fakat Xel'Naga bundan tatmin olmaz. Protoss'un çok daha büyük bir potansiyele sahip olduğunu düşünerek, evrimlerini hızlandırmaya karar verir. Bu sebeple yaptıkları, Protoss'un birden farkındalığa kavuşmasına sebep olur. Bu hızlı gelişimle, Protoss önce kendi arasında bozulmaya başlar, bir kısım kendini diğerinden daha üstün görür, kabileler yavaş yavaş ayrılır. Gittikçe bu ayrım artar, Protoss Xel'Naga'yı dahi küçük görmeye başlar ve ayrım öyle bir hale gelir ki, Protoss'un psişik bağı bozulur. Xel'Naga Protoss'u fazla zorladığına karar verip, Aiur'dan uzaklaşmaya başlar, uzaya çıkış teknolojilerini keşfetmiş Protoss bu "ihanete" karşılık saldırıya geçer ve bir kısım Xel'Naga gemisini yok eder, ancak kalanlar kaçmayı başarır.

Protosslar psişik bağlarını kaybettikten ve hızlı evrim sonucu aşırı gelişip güçlendikten sonra benliklerini yitirmişlerdir.Tam bir kaos ortamı oluşmuştur.Bu yüzden galaktik tarihte bilinen en kanlı ve şiddetli İç Savaş olan "Büyük Kavga" başladı. Sayısız nesiller boyu süren hiddetli savaşlarla Büyük Kavga gerçekte, birbirlerini terkedilmelerinden sorumlu tutmalarından ileri geliyordu. Protoss tarihindeki bu kayıp dönem hakkında çok az sayıda kayıt bulunmasına rağmen, İlk Doğanlar'ın acımasız katil lejyonlara dönüştüğü açıktır. Yüzyıllarca kardeşlerine anlamsız kin besleyen tüm Protoss nesilleri, geçmişteki efsanelerinden ya da atalarının paylaşmış olduğu ortak zihinsel bağdan bihaber yaşayıp öldüler. Kabileler arasındaki bu tarihi savaşlarda eskiden Aiur'un sahip olduğu dev kıtaların bile harap edildiği söylenir.

Bir zaman, Khas isimli bir genç Protoss yasak kabul edilmiş Xel'Naga öğretilerini çalışır ve onlardan kalan Khaydarin kristallerini ortaya çıkarır. Bu kristallerden gelen güç ve öğretilerin birleşimiyle, Khas, içgüdüsel olarak psişik linki hisseder ve bunu nasıl sebepsizce kaybettiklerini anlar. Aiur'u gezerek bu öğretileri tekrar yayan Khas, Khala diye anılan felsefeyi oluşturur, pek çok kabilenin katılımıyla, savaş dönemi sona erer ve Protoss arasında bir kast sistemi oluşur.


Khala, temel olarak değişmez bir davranış bütünlüğü sistemini tanımlamaya çalışan aynı zamanda Kabileler Sistemi'nden Sınıflar Sistemi'ne geçişi sağlan bir anlayış oldu. Değişim kabileler arasındaki eski düşmanlıklardan kalanları arındırmada yardımcı olmuş, yeni başlangıcın kabul görmesinde ve yaygınlaşmasını da hızlandırmıştı. Tüm Protoss kabileleri üç sınıfa ayrıldı; bunlar Judicatorlar, Khalailer, ve Templarlar 'dı.

Kıdemlilerden ve ileri gelenlerden oluşan Judicator sınıfı, Protoss'un Khala Kanunlarıyla yönetilmesinden sorumluydu. Judicator Topluluğu Conclave olarak bilinen küçük bir kıdemliler grubu tarafından yönetiliyordu. Protoss'un büyük çoğunluğunu ikinci sınıf olan Khalai oluşturuyordu. Khalai sınıfı Büyük Kavga'dan sonra anavatanlarını tekrar inşa etmeye çalışan tüccarları, bilim adamlarını ve işçileri simgeliyordu. Üçüncü sınıf olan Templar ise Aiur'un savunucuları olan ve Khala disiplininde zihinsel güçlerine tekrar kavuşmuş kutsal savaşçılardı. Conclave'in liderliği, Judicator'ın idarecileri ve silahlı Templar'ın istekli gücüyle Protoss kısa zamanda yıkık gezegenleri Aiur'u görkemli bir cennete dönüştürdüler. Gelişen refah düzeyinin liderliğinde kaybettikleri bilimleri ve çalışmaları yeniden keşfetmeleriyle yıldızlararası yolculuklara başlayıp birkaç yüzyılda galaksilerindeki yüzlerce gezegene yayıldılar ve medeniyetlerini buradaki gelişmiş ırklara taşıdılar. En sonunda bir zamanlar Xel'Naga' nın idaresindeki dünyaların sekizde biri kadarını ele geçirmişlerdi.

Khala'nın değişmez kurallarını daima koruyan Protoss, Dae'Uhl' un görevini, "Büyük Koruma" yı üstlendiler. Xel'Naga' nın eski geleneklerini sürdüren Dae'Uhl, Protoss'tan himayelerindeki daha küçük ırkların korunmasını istedi. Bununla birlikte Protoss, atalarının yaptığı gibi daha küçük ırkların evrimsel gelişimlerine müdahale etmeyi istemedi. Dış tehditleri tetikte bekleyip kimseye hissettirmeden korumalarına göz kulak oldular. Bu da onların Xel'Naga' dan farklı oldukları tek noktaydı. Bölgelerindeki çeşitli dünyalarda yüzlerce tür birileri tarafından yukardan korunduklarını bilmeden büyüyüp gelişmişti.

Öte yandan tüm Protoss ırkı Khala'yı kabul etmez. Bir grup Protoss Aiur'da kaçak olarak yaşamaya başlar. Bundan tek haberi olan, Judicator'ların oluşturduğu Conclave'dir. Conclave Adun isimli Protoss ve adamlarına, bu "tehdidi" ortadan kaldırmalarını emreder. Ancak genç bir Templar olan Adun, kendi ırkından olanları öldüremez ve onlara psişik fırtınalarla kendilerini saklamayı öğretir. Ne var ki, Khala'yı benimsemeden bu fırtınaları kontrol etmek imkansız olduğundan, bu yöntem işe yaramaz ve psişik fırtınalar Aiur'da pek çok yeri vurur ve kaçak kabileleri ortaya çıkarır. Bunun üzerine Conclave tekrar bir av ve savaş başlatır. Sonunda Conclave bu kaçakları yakalayarak emirlere itaat etmeyen Adun’la birlikte bir taşıma gemisiyle uzaya sürgüne yollar. Zaman içinde anavatanlarından sürgün edilen bu ırk Dark Templar olarak bilinir ve uzaya çıktıktan sonra Conclave’e olan öfkeleri nedeniyle Protoss'la aralarındaki psişik bağı sağlayan sinirleri keserler ve onlardan bir daha haber alınamaz .Uzun bir süre uzayda dolanan Dark Templarlar,üzerinde bir Xel’Naga tapınağı bulunan Shakuras gezegenine yerleşirler ve burayı anavatanları yaparlar.

Protoss, bölgelerinin yakınlarına insanlığın gelmesine sessizce tanık oldu. Bu gezgin ırkın kökenleri hakkında fazla bir şey bilmemelerine rağmen değişken ve kısa ömürlü insanların ilginç bir inceleme olacağını düşündü. Gelişmekte olan Terran kolonilerini izleyeli iki asır geçmişti. Terranlar Protoss sınırlarındaki bir düzineye yakın gezegende başarılı bir şekilde temel koloniler kurdu. Teknolojileri Protoss'a göre daha düşük olmasına rağmen yaşamaya başladıkları yerlere uyum sağlıyorlardı. Protoss, Terranlar’ın birbirleriyle sürekli kavga içinde olmasına rağmen teknolojilerini geliştirmeyi başarmalarını etkileyici buluyordu.

Xel’Naga öğretisi Dae'Uhl yani Büyük Koruma’yı Terran’lar üzerinde uygulamaya devam edem Protoss onların aslında nasıl da düşünmeden her türlü değeri tükettiğini fark etti.Terranlar gittikleri her yerdeki zenginlikleri tüketiyor ve ayrıldıklarında o bölgeleri bir çöl gibi bırakıyorlardı.Protosslar’ın öğretilerine ters olan bu duruma rağmen Dae’Uhl yüzünden Terranlar’ı koruyup izlemeliydi,onlarla temas kuramazdı.

Bir gün High Templar Tassadar’ın devriye gemilerinden biri uzayda canlı bir organizma topluluğu fark etti.Hemen incelemeye alınan bu topluluk bir işçi topluluğuydu.Protossların daha önce hiç görmemiş olduğu bu organizmaların beyinlerini Khaydarin kristalleriyle okudular ve bu organizmaların Terran’ı yok etmeye programlı olduklarını fark ettiler.Dehşete düşen Tassadar,Terranları korumak zorunda olduğundan hemen Koprulu Sekörü’ndeki insan kolonilerini geniş bir incelemeye aldı.


Bu sırada Protoss Conclave’i eğer bu organizmalar Terranlar'ı ele geçirirse tüm insanlığın yok edilmesi gerektiğini düşünüyordu.Tassadar ise buna kesinlikle karşıydı ve amacı Terranlar'ı bu sondan korumaktı.İnsan kolonilerini inceleyen Tassadar,Chau Sara isimli kolonide değişik hareketler tespit etti. Gezegenin bütün yer kabuğunun kalın ve toksik bir maddeyle kaplanmış olduğunu buldular. Yaratıklar pek çok insan kolonisini ya yok etmiş ya da kendilerine dönüştürmüşlerdi. Koloninin harap edilmesiyle dehşete düşen Tassadar, Terran' ın neden bu çaresiz kolonilerine yardıma gelmediğini merak ediyordu.

Kolonin kaderinden haberdar olan Conclave, Tassadar'a derhal tüm gezegeni yakması emrini verdi. Yakımın gezegendeki tüm yaşamı yok edeceğini bilmesine rağmen Tassadar,üzülerek emirleri yerine getirdi. Devasa Protoss savaş gemileri tüm silahlarını beklemeyen kolonilere ateşlediler. Pahalıya mal olan çabaları bu gezegendeki yaratık organizmalarını yok etmede başarılı olmuştu ama yakındaki gezegenlerin de işgal edilmeye başlamış olması kesindi. Tassadar, varsa bu gezegenlerin ve en ufak işgal edilme olasılıkları olan Terran kolonilerinin de yakılması emrini aldı. Filosunun rotasını ikinci işgal edilen dünya olan Mar Sara'ya çevirirken aldığı emirlerin ahlaki değerleri hakkında şüpheye düşmeye başlamıştı.

Protoss'un Chau Sara'daki ilk saldırısıyla tamamen şaşkına dönen Terran, Tassadar'ın filosunu durdurmak üzere hemen bir savaş filosu yolladı. Terran filosu, kolonileri Protoss'dan korumaya hazırlanırken Tassadar gemilerini geri çekiyordu. Kendi ikilemiyle mücadele verirken, Mar Sara'yı ya da onu korumaya çalışan filoyu yok etmeye niyeti yoktu. İnsanları nedensizce öldürmeden sadece yaratıkları ortadan kaldırabileceği bir yöntem aramaya başladı ve böylece hükümdarlarının soykırım emirlerine uymama kararı aldı. Terran alıcı menzillerinin dışında filosuyla birlikte yaratıkları ve insanları gözleyip beklemeye başladı. Ama bu sırada Mar Sara’yı ele geçirmeye başlamış ve kendilerine Zerg diyen ırk bu dünyaya sert bir saldırıya başlamıştı.



ZERG VE XEL'NAGA



Zergler nasıl doğmuş ve yolları diğer ırklarla nasıl kesişmiş ona bakalım.


Protosslar üzerindeki çalışmalarının onları aşırı egoist ve zihinsel bir ırk yapması başarısızlığının ardından Xel'Naga, formun değil, birliğin önemli olduğuna inanır ve özde saflığın peşinde koşmaya karar verir.Kafasındaki planları yeni bir ırkta 2. defa denemelidir.Bunun üzerine Zerus isimli, galaksinin çekirdeğinde bulunan ateş fırtınalarıyla savrulan kül-dünyaya giderler. Bu gezegendeki en basit, larva düzeyindeki yaratıklar olan Zerg ırkını ele alırlar. Bu ırk etrafını şekillendirmek için hiçbir yeteneğe sahip değildir, ancak genetik değişime açıktır. Xel'Naga'nın desteğiyle gelişen Zerg, önce Zerus'ta yaşayan diğer varlıkların vücuduna girmeyi, sonra belli hormonlarla başlayıp, içinde bulundukları yaratığı tamamen kontrol etmeyi ve nihayetinde bu kontrolü son seviyeye taşıyıp, yaratığın genetik özelliklerini değiştirip, bu genleri kendi gen havuzuna eklemeyi başarır.Bu yolla Zergler bir çok yaratığın genlerini ele geçirip kendi gen havuzuna aktarıp yeni özellikler kazanır.Bu sürekli devam eder ve Zergler sürekli yeni özellikler kazanarak inanılmaz bir güç elde eder.

Bir süre sonra Xel'Naga dehşet verici bir keşifte bulundu. Zerg'le birleşen yaratıklar başlangıçlarından birkaç nesil sonra tanınmayacak bir hal alıyordu. Bir şekilde Zerg, yaratıkların gizli evrim süreçlerini hızlandırıp kontrol edebiliyordu. Çeşitli yaratıkların hepsinde kalkan delici omurgalar, bıçak kadar keskin kol-bacaklar ve ultra kalın kabuklar geliştirmesine yol açan bir dizi aşamalı mutasyon gözlediler. Şaşırtıcı kısa bir zamanda tüm türler birleşip korkunç ve vahşi bir türü oluşturmuştu.


Bu gelişim sırasında Xel'Naga, Protoss'ta başına gelen yarattığı ırkın başına buyruk olma tehlikesini engellemek için Zerg'ü tek bir süper bilinç ile birleştirdi ve ona Overmind adını verdi. Overmind, tüm Zerg türlerinin içgüdülerinin birleşip toplandığı yarı-duygulu bir canlı haline geldi ve zamanla kişiliğin temellerini ve gelişmiş aklı oluşturdu.Zergler Overmind’ın emirlerine göre tek bir birlik halinde hareket ediyordu.Böylece başına buyrukluk meydana gelmiyordu.Overmind daha sonra Cerebrate adını verdiği yardımcı kolları yarattı.Bu kollar Overmind’dan aldıgı çeşitli emirleri farklı birimlere iletmekle görevliydi.Daha sonra Overmind Cerebrate’lere kendi yardımcılarını oluşturma yetkisi verdi ve onlar da bir alt kol olan Queen’leri yarattılar.Queenler mineraller toplayan droneları denetlemek ve ini korumak gibi görevlerle yetkilendirildiler.Daha sonra başka bir alt kol olan Overlordlar ortaya çıktı.
Zaman içinde Overmind, Zerus'u tamamen domine etti ve sürekli aradığı şeyi bekledi: gezegenden ayrılma gücü.Çünkü Zerg yakında Zerus’taki tüm yaratıklarla birleşecekti ve sürünün devam etmesi için yeni genler bulması gerekiyordu.Bu yüzden gezegenden ayrılmalıydı.Sonunda bir gün, uzayda dolaşan bir ırka telepatik telkinler yollayarak Zerus'a çekti ve bu ırkın uzayda gezebilme gücünü de aldı. 


Xel'Naga aslında yarattığı ırkın kendi sonu olacağını bilmiyordu.Uzayın derinliklerinde yavaş yavaş ilerlerken Overmind, Zerus'un göklerinde uğursuzca durduğunu düşündüğü güçlü Xel'Naga dünyası gemilerini fark etmişti. O ana kadar Overmind'ı sürekli gözleyen Xel'Naga, işitsel bağlarını koparıp kendini gizlemesinden endişe duyuyordu.Overmind,özündeki azgın delilikle artık uzayda dolaşabilen emrindeki Zerg sürülerini habersiz Xel'Naga 'ya gönderdi. Beklemediği saldırı karşısında tarihi ırk, sürekli artan Zerg saldırılarını püskürtebilmek için yapabileceği her şeyi denedi fakat çabaları yetersizdi. Zerg sürüleri güçlendirilmiş Xel'Naga gemilerinin omurgalarını hiçbir azalma belirtisi olmadan dalga dalga vuruyordu.

Xel'Naga ırkının büyük kısmı şiddetli Zerg kasırgasıyla sarsılırken, Overmind yaratıcılarının sahip olduğu bilgi ve kültüre ulaşmaya başardı. Binlerce sezgin varlığın bilgilerini kendininkilerle işleyerek tahmin edebileceğinden çok daha güçlü bir hal aldı. Kutsal Khaydarin Kristalleri'nin sırlarını öğrendi ve kristallerin enerjisini kendininkiyle birleştirdi. Xel'Naga' dan aldığı evrim ve genetik fizyolojiyle ilgili eşsiz bilgilerle Zerg türlerinin çoğunda bunları uygulama fırsatı buldu.

Kültürün tarihini dikkatle incelerken, eski ırkla bir şekilde ilişkisi olan pek çok türün farkına vardı. Xel'Naga her türle ilgili ayrıntılı bir genetik tarihçe tutmuştu ve bu Overmind'a hepsinin güçlü ve zayıf yönleri hakkında eşsiz bilgi vermişti. Hepsinden önemlisi Overmind galaksinin bir köşesinde aşırı güçlü bir ırkın, Protoss'un varlığını da keşfetti.

Protoss'un sahip olduğu fiziksel üstünlükle, kendi özsel birliğinin birleştiğinde mükemmelliğe ulaşacağını düşünen Overmind,Protoss gibi aşırı zihinsel bir ırkla baş edebileceğini düşünmüyordu,çünkü Protosslar’daki psişik güçler Zergler’de yoktu ve onlarla baş edebilmek için kendilerinin de bu tarz bir güce sahip olması gerektiğine inanıyordu.Bu yüzden özünde az da olsa psişik güç barındıran bir ırk bulup kendine katmalıydı ki Protoss’la mücadele edebilsin.Bu amaçla uzayın her köşesine izciler yolladı, bir yandan da artık sahip oldukları uzayda dolaşabilme yetenekleriyle sistem sistem dolaşıp karşılaştığı ırklardan beğendikleri özellikleri gen havuzuna katarak sürekli bir gelişim ve yayılım içine girdi.
Sonunda bazı izcileri geri döndü ve Overmind insanlık ırkında, sadece temel seviyede, istediği yeteneğin bulunduğunu fark etti; yeni hedefini belirlemişti.


Uzun yolculuğun sonunda Zerg sürüsü Terran Koprulu Sektörü'nün sınırlarına vardı. Gönderdiği devriyeyle insanların sektörde bir düzine farklı gezegene yerleştiğini buldu. İnsanlığı köleleştirme yolundaki planlarını Chau Sara'nın atmosferine yolladığı ana sporlarla uygulamaya başladı. Sporlar yavaş yavaş yüzeyde yayılarak gezegenin toprağını büyüme için hazır hale getiriyordu. İnsan kolonilerinin gezegenlerinin yüzeyindeki bu değişiklikten haberleri olmadan Zerg, yavaş yavaş yüzeyde garip yapılarını ve inlerini kurdu. Koloninin istilasına az bir zaman kala Overmind doymak bilmeyen yaratıklarını diğer gezegenlere yolladı. Gezegenin sakinlerine fark edilmeden yayılan Overmind elçileri, kısa zamanda Chau Sara, Mar Sara, Brontes ve Dylar IV üzerinde yayılmıştı.

Bu arada, uzayın soğuk derinliklerinde güçlü bir Protoss savaş gemisi filosu da Zerg istila birimlerine saldırmak üzere yoldaydı. Esrarengiz Protoss'un gücünü sabırsız bir şekilde merak eden Overmind ilk istilaya müdahele etmelerine izin verdi. Asıl savaşçılarını geride tutarken Protoss'un Chau Sara'daki koloniyi yok etmesini seyretti.İn sporlarının gezegeni zaten mahvettiğini bilen Protoss ise daha fazla istilayı önlemek için gezegeni yakıp kül etti.

Daha sonra Protoss’un Mar Sara’ya ilerlediğini izledi Zerg.Ancak Protoss buraya herhangi bir saldırı yapmadan geri döndü.Bu geri dönüşten sonra Zerg,Mar Sara’ya saldırdı.

18 Kasım 2011 Cuma

STARCRAFT DESTANI – BÖLÜM 1



Starcraft,bir bilgisayar oyunundan çok daha fazlasıydı.Çıktığı 1998 yılından beri büyük bir kitleyi peşinden koşturan bir efsaneydi,hala da öyle.Aradan 12 sene geçti,sevenleri bu yıllar içinde oynamayı hiç bırakmadılar.Blizzard firması ise 2010 yılında çok uzun bir bekleyişin ardından oyunun ikincisini çıkararak büyük hasrete son verdi.Daha çok uzun yıllar geçse de popülerliğinden hiçbir şey kaybetmeyecek oyunların başında gelen Starcraft hakkında bir yazı yazmasaydım çok ayıp olurdu.

Starcraft,oynanışı,atmosferi ve ırklar arası eşsiz dengesinin yanı sıra yarattığı evren ve hikayesiyle de dikkat çekmiştir her zaman. Ben de tamamen kendi yaptığım çeviri ve araştırmalarla hazırladığım,3 bölüm sürecek bu yazı dizimde Starcraft evreni ile hikayesine değinmek istedim.Oyunun öncesindeki hikayeden ırkların doğuşuna,oyun içi maceralardan savaşlara kadar çok ayrıntılı bir kaynağı bu yazı dizimde bulabileceksiniz.Starcraft 2’ye kadar olan tüm yaşananları bu 3 bölümde sizinle paylaşacağım.

Yazı dizimin ilk bölümünde oyun öncesi hikayeyi ve insan ırkı Terran’ın nasıl doğduğunu okuyacaksınız.Hiç bir yerde bulamayacağınız bu metni okurken keyif almanızı diliyor ve sizi ilk bölümle baş başa bırakıyorum.


OYUN ÖNCESİ HİKAYE VE IRKLARIN DOĞUŞU:

 
TERRAN
 
 
 
İnsan teknolojisi ve kültürü 20. yüzyılda cok büyük değişimlere uğradı.Teknolojik gelişmelerin en önemlisi üçüncü dünya ülkelerinin dahi gelismis askeri teknolojilere sahip olmasına ve geleneksel süper güçlere hem ekonomik hem de askeri açıdan kafa tutmalarına olanak sağladı.

21.yüzyılın sonunda özel şirketler siberteknoloji ve genetik manipülasyon teknolojileri geliştirdiler.Manipülasyonlar temel duyuları geliştirmekten telepatik iletişime kadar çeşitli mutasyonları mümkün hale getirdi.

22.yüzyılda,insan nüfusu 23 milyarı gösteriyordu ve sürekli çoğalmakta,dünya hızla kirlenmekte ve doğal kaynaklar tükenmekteydi.Dünya liderleri nüfus artışını durdurmak için sürekli uğraştılar,o dönemki genel kanı dünyanın kıyamete doğru gittiği yönündeydi.
İnsan genetiği kendi hesabına çalışan şirketler tarafından neredeyse tamamen değiştirilince,hümanistler,fundamentalistler ve diğer konservatif organizasyonlar bu şirketler ve sonuçları olan mutanlar ile kanun önünde mücadele ettiler.Birçok şirket kapandıysa da devam eden sivil karışıklık birçok şiddet kullanmaktan çekinmeyen terörist grupların oluşmasına neden oldu ve dünya insan medeniyetinin çökmesinin eşiğindeydi.

22 Kasım 2229 tarihinde insanlığın rotasını değiştirmek amacıyla yeni bir dünya düzeni kuruldu.United Powers League (UPL) adıyla duyurulan organizasyon işlevini yitirmiş bulunan Birleşmiş Milletlerin dağılmasıyla,"İnsanlığın Koruyucusu" olarak halihazırda Dünya nüfusunun 93%'unu kontrol altına alarak kuruldu.Sadece birkaç radikal Güney Amerika ülkesi etki alanı dışındaydı.

UPL "Aydın Sosyalist" bir organizasyon olarak kendisini tanımladı,ilk icraatlarından birisi de ırk ayrımını bitirmeye çalışmak oldu fakat bu süreçte faşist ülkelerin tepkileri nedeniyle pek başarılı olamadı.2231 yılında dinleri hedef almaya başladılar ve birçoğunu yasakladılar.UPL farklı kültürleri yok etti,İngilizceyi dünya dili olarak empoze etti ve bu süreçte birçok ülkenin dilini yasakladı.

Dini bir teşkilat olmamakla birlikte UPL "insanlığın sonsuzluğu" felsefesini benimsedi.UPL'nin güç sahibi üyelerinin baskısıyla gerekli yasal düzenlemeler hemen halledildi ve Arındırma Projesi başlatıldı.Projenin amacı mutasyon ve gereksiz sibernetik implantlardan insanlığı arındırmaktı.UPL dünyanın her yanına askeri güç göndererek hacker,sentetik,sibernetik kullanıcısı,korsan ve her türlü suçluyu etkisiz hale getirdi.Süreçte 400 Milyonun üzerinde insan öldü,fakat UPL medyayı tamamen kontrol ettiği için genel nüfusun bundan hemen hemen hiç haberi olmadı.İkiyüzlü icraatları haricinde zaten aşmış noktadaki teknolojiyi daha da başarıyla geliştirdiler.Bilimin yüzyıllarca umursanmamış alanları,uzay araştırmaları gibi,UPL tarafından yeniden araştırmalara açıldı.Warp motoru ve insanin derin-donmuş vaziyette hayatta kalmasını sağlayan teknikler uzaya açılmayı sağladı.40 yıl içinde UPL Güneş sistemindeki birçok uydu ve gezegende kolonilere sahip olmuştu.

Bu dönemde Doran Routhe adında genç ve dahi bir bilim adamı UPL içindeki gücünü sağlamlaştırmak için bir plan yaptı.Arındırma Projesi’nde yoktu çünkü tek düşündüğü ve yoğunlaştığı Güneş sisteminin dışına gitme fikri olmuştu.Routhe Güneş sisteminin dışından getireceği tonlarca mineral ve diğer kaynakların onu UPL'deki en güçlü adam yapacağını çok iyi anlamıştı.Teşkilat içerisindeki bağlantıları ve bir parça da şans ile binlerce insanin projesi için kobay olarak ele geçirilmelerini ve laboratuarına getirilmelerini sağladı.O insanlar yeni gezegenleri kolonize etme projesinde kullanılacaklardı.

Routhe ve bilim ekibi 56.000 mahkumu gizlice uykuya sokmayı ve transportlara yüklemeyi tasarlıyordu.Bundan önce mahkumlardaki genetik ve sibernetik değişimleri çok dikkatli bir şekilde inceleyen Routhe bu bilgileri devrimsel yapay zekaya sahip ATLAS bilgisayarına yükledi.Bilgisayar bütün verileri analiz etti ve mahkumlardan sadece 40.000 kişinin uzun süre dondurulmuş vaziyette uykuda hayatta kalabilecegi sonucunu çıkarttı.Bu 40.000 kisi isimleri Reagan,Argo,Sarengo,Nagglfar olarak konan 4 büyük taşıyıcı gemiye yerleştirildi.ATLAS Nagglfar gemisine yüklendi ve bütün gemilerin rotası Gantris 4 olarak ayarlandı,yolculuk insanlığın yapabildiği en gelişmiş warp motorları sayesinde sadece 1 sene sürecekti.

ATLAS uzay yolculuğu esnasında mahkumları taramadan geçirmeye devam etti ve sıra dışı bir şey keşfetti,yolcuların %1'den daha az bir kesimi psişik potansiyeli olan bir genetik mutasyon geçirmekteydi.Bu özellik tarama esnasında zayıftı fakat bir-iki jenerasyon sonra bütün kuvvetiyle ortaya çıkacaktı.Bilgiler hemen kaydedildi ve dünyaya gönderildi.Yolculuk ilerledikten sonra Nagglfar gemisindeki ATLAS ile bağlı yön bulma sisteminde korkunç bir arıza meydana geldi ve Gantris 4 ile Terran gezegenlerinin yerini tanımlayan bütün veriler silindi.Doran Routhe'nin deneyleri bu dönemde açığa çıktı;gemiler Gantris 4 gezegenini pas geçtiğinde ise bütün saygınlığını kaybetti.

Gemiler ışık hızını da asarak hiperuzayda 28 sene boyunca hedefsiz bir biçimde sürüklendi.Bu olay "Uzun Uyku" olarak adlandırılacaktı.Neredeyse tüm galakside 60.000 ışık yılı kat ettikten ve 28 sene boyunca daha warp hızında gittikten sonra nihayet gemilerin warp motorlari kritik bir seviyeye geldi ve gemiler normal uzaya döndüler.Az zaman sonra gemilerin motorları arızalandı ve yaşam destek sisteminin bataryaları tükendi.Acil durum programlarını çalistiran gemiler rotalarini bulundukları Koprulu-Sektorü’ndeki en yakın yaşama elverişli gezegene çevirdiler.Reagan ve Sarengo sonradan Umoja olarak adlandırılacak gezegene rotalarını çevirdiler,gezegenin atmosferine girerken ağır hasar gören Sarengo sert indi ve 8000 yolcusu öldü,düştüğü yerde Sarengo Kanyonu'nu olusturdu.Reagan ise daha şanslıydı ve bu dünyanın yüzeyine inmeyi başardı.İndikten sonra yolcular uyandırıldı.Uzun süren bir uykudan uyanan yolcular ilk şoklarını yaşadılar:Kendilerinin ve Dünya’nın nerde olduğuna dair hiçbir fikirleri olmadı çünkü ATLAS bir şekilde yolculuğun bütün verilerini silmişti.Gemilerden Argo,Moria olacak gezegene gitti ve yolcuları Reagan'in insanları ile ayni şoku yaşadılar,Sadece Tarsonis’e inmeyi başaran Nagglfar'in insanları ATLAS gemilerinde olduğu için verilere ulaşabildiler ve korkuları gerçek oldu: Dünyayı bir daha asla göremeyeceklerdi.Şayet Dünya’nın yerini bilselerdi bile Nagglfar tamir olamayacak kadar hasar görmüştü.Gemilerin yolcuları yeni dünyalarında yayıldılar,gemilerindeki imkanları en iyi şekilde kullanarak hayatta kalmaya çabaladılar.Sürgünler böylece kurtulmuştu ve hasarlı gemilerden kurtardıkları mallarla ve birer sığınak bulma ümidiyle artık 3 farklı dünyada yayılmaya başladılar.




Her gezegendekiler "Yeni Dünya" adını verdikleri ortamda yaşamaya çalışıyorlardı. Dostlarının sistemdeki diğer dünyalara yayılmalarından habersiz, başıboş Terranlar ellerine geçen her kaynağı değerlendirmeye uğraşıyordu. Gemilerden gerekli eşyaların sökülmesiyle gezegenler arası mesafede iletişimden soyutlanmışlardı ve ayrı gruplarda yüzyıllarca yaşadılar. Daha kısa bir sürede 3 ayrı Terran grubu kardeş kolonilerini fark ettiler ve 3 koloninin tekrar uzayda birleşmeleri 60 yılı alacak olsa da, her biri kendi içlerinde başarılı topluluklar kurdu. Kolonilerden teknolojik ve diğer açılardan en gelişmiş olan Tarsonis, kısa zamanda 2. nesil yarı-warp motorları geliştirdi. Böylece yıldız sistemindeki sayısız gezegenden bazılarını ve Uzun Uyku'dan diğer kurtulanların gezegenlerini keşfettiler.

Artık birleşmişler ve üç koloni karşılıklı ticaret ve alışverişten faydalanmaya başlamıştı. Tarsonis' in birleşik bir devlet kurmak için Umoja ve Moria' ya sürekli baskı kurmasına rağmen 2 koloni sürekli reddetti. Tarsonis filosu Koprulu Sektörü adını verdikleri Terran bölgesindeki uzayda keşiflerine devam etti.

Sistemdeki diğer yedi dünyada keşfettikleri görkemli koloniler güçlü Tarsonis ordusunun daha da büyümesine yardımcı olmuştu. Tarsonis kolonileri Terran Konfederasyonu adını verdikleri yeni bir hükümet kurdu. Sektör' deki en fazla maden ocaklarından faydalanan Morian kolonisi Konfederasyon' un bölgeye yerleşip madenlerin kontrolünü almasından korkuyordu. Böylece gizli ve ortak Kel-Morian Karteli kuruldu; amacı Konfederasyon tarafından rahatsız edilen Maden Loncaları'na yardım etmekti. Konfederasyon ve Kartel arasında gerginlik arttı ve Lonca Savaşları patlak verdi.

Lonca Savaşları dört yıl kadar sürdü ve sonunda Konfederasyon'un Kartel'le görüşmeleriyle barış sağlandı. Kel-Morian Kartel' i, özerkliğini koruyabilmiş olmasına rağmen işletimindeki madenlerin neredeyse tamamını Konfederasyon' a kaptırdı. Konfederasyon' un çirkefliğini fark etmiş olan Umoja kolonisi, Umojan Protectorate’i kurdu. Sonuçta, Konfederasyon, Lonca Savaşları'yla Terran güç yapısının önemli bir taşı olduğuna emin olmuştu.

Konfederasyon'un gücü bitmek tükenmek bilmeyen genişlemelerine paralel olarak ilerliyordu. Konfederasyon yurttaşlarını suistimal ettikçe korsan grupları ve radikal milisler, her fırsatta ortaya çıkmaya başladı. Bunun da en belirgin örneği Korhal' ın isyanı oldu.



Konfederasyon'un Korhal 4'te sahip olduğu koloni en gelişmiş kolonilerden idi.Koloniyi yöneten Senatör Angus Mengsk Konfederasyon'un işlediği bazı suçlara tanık oldu ve gördüklerini gizli kanallardan halka anlattı.2478 yılında Senatör ve Umojan hükümeti gizli hazırlıkları tamamlayarak bir isyan başlattılar ve yüzlerce Konfederasyon askerini yok ettiler.2489da Lonca Savaşları’nın sona ermesini fırsat bilen Mengsk Korhal'in bağımsızlığını açıkladı.Basit isyanlar olarak başlayan hareket kısa sürede Konfederasyon milisiyle silahlı çatışmaya dönüştü.Olağanüstü durum ilan edildiyse de isyanı bastırmak için yeterli olmadı.İsyan ancak Senatör Angus Mengsk ve bütün ailesi(oğlu Arcturus hariç) Ghost adi verilen suikastçiler tarafından katledildiğinde durdu.Öldürülen Angus Mengsk’in kafası koparılmıştı ve hiç bir yerde bulunamadı.

Arcturus Mengsk,senatörün oğlu,bir Konfederasyon tüccarı idi ve babasının eylemlerinden pek hazzettiği söylenemezdi.Acı haberi aldı,ama gerçeği bir şekilde öğrendi ve babasının onuru için isyana liderlik etmeye karar verdi.Bu isyanda Arcturus Mengsk Umojan Protectorate’ten yardım alıyordu.Konfederasyon bu bilgiyi öğrendi.

İki yıl sonra Arcturus Mengsk Umoja'yi ziyaret ederken,Konfederasyon Korhal'i hedef alan esi görülmemiş büyük çaplı bir Nükleer saldırı düzenledi,saldırıda nüfusun tamamına yakını öldü.Korhal simsiyah bir küreye döndü.Mengsk ve saldırıyı atlatabilen Korhal halkı Konfederasyon'u devirmeye yemin ettiler böylece Korhal Oğulları adıyla organize oldular.

Korhal Oğulları’nın ilk eylemleri Konfederasyon kontrolündeki medya ve halk desteğinden yoksun olmaları sebebiyle başarısız oldu,başarılı olan sonraki eylemleri de ya çarpıtılarak kitlelere duyuruldu yada hiç duyurulmadı.Bu durum onları Konfederasyon'a karşı çok büyük bir darbe indirmeye itti.Korhal Oğulları Vyctor 5'teki Fujita Tesisine saldırdı.Tesis "Fujita Zirvesi" olarak adlandırılan gezegenin o bölgesine ait bir yerel hava sisteminde yer alıyordu.Tehlikeli hava durumu ve aktif savunma sistemleri istenmeyen kişileri dışarıda tutmakta çok başarılıydı.Ele geçirdiği savaş gemisi Hyperion ve küçük bir saldırı grubu ile Mengsk tesise sızmayı başardı.Fujita içerisinde Konfederasyon'un devlet sırrı olan Zerg araştırma programı yürütülüyordu.Tesiste ayrıca Ghost’lardan Sarah Kerrigan'ı buldu,araştırmalarda yer alıyordu kendisi.Zerglerin ne işe yarayacaklarını bilemeyen Korhal Oğulları hepsini öldürdü,bilim adamları ve Kerrigan'i yanlarında götürdüler.Kısa süre sonra Mengsk,Kerrigan ile birlikte Tarsonis’teki Ghost Akademisi’ne saldırdı.Operasyon bir fiyasko ile sonuçlandı,adamlarının neredeyse tamamını kaybeden Mengsk,Kerrigan'ın da yardımıyla kaçmayı başardı.

Terranlar kendi aralarında savaşırken asıl tehlikenin farkına bile varmadılar.Bir gün bir anda hiçbir uyarı vermeden elli kadar yabancı savaş gemisi uzaktaki bir Konfederasyon kolonisi olan Chau Sara'nın gökyüzünde alçaldı. Devasa gemiler aniden kuşkulu koloninin tüm yerleşim birimlerine birden saldırdı. Daha önce eşi görülmemiş bu saldırı Konfederasyon güçlerini habersiz yakalamış, Terran filolarını dağıtmıştı. Terranlar yabancı yaratıkların hiçbirini yakalayamadan kendilerini bu yeni, gizemli düşmandan korumak üzere hızlı bir şekilde geri kaçtılar.

Yaratıkların filosu bir başka Terran gezegeni Mar Sara'ya doğru ilerlerken Konfederasyon biçimsiz bir orduyla karşı saldırı başlattı. Bu arada kendilerini Protoss olarak tanıtan yaratık filosu, gizemli bir şekilde güçlerini geri çekerek koloniyi geride bıraktı. Hemen ardından, Mar Sara'nın dışında ikinci ve korkunç bir yaratığın varlığı fark edildi. Bu yeni böceksi işgalciler az önce koloniye saldıran Protosslar’dan çok farklıydılar.

Hiçbir Terran kuvveti bir değil iki tane garip yaratık ırkını ortadan kaldıracak güçte değildi. Ortak bir paranoyak korkuyla dehşete düşmüş ve kendi politik iç savaşlarıyla çaresiz durumdaki koloniler, Terran Sektörü’nün ortasında patlak veren savaşa doğru ilerleyen ve sayıları sürekli artan işgalci yaratık akınlarını sadece oturup seyredebiliyordu.

HAYAL KIRIKLIKLARI KAVANOZU

Dünyadaki en yüksek yer neresiyse orası senindir.Usulca uçurumun kenarına çıkarsın.Hafif hafif esen rüzgar saçlarını dağıtır.Öyle güzel eser ki ferahlarsın,için bir hoş olur,gülümsersin.Ufak ufak okşar tenini,hiç kimsenin dokunmadığı gibi.Gözlerin eşsiz manzaraya bakar.Böyle bir şeyi daha önce hiç görmemişsindir.Yukarıda eşsiz gökyüzü,aşağıda uçsuz bucaksız bir arazi ve hayallerin kadar derin bir deniz...Her yerin hakimisindir.Tüm doğa adeta ona hükmetmeni bekler gibi önünde diz çökmüştür.Gözlerini kaparsın.Sanki masalsı bir ses kulağına büyüleyici ezgiler mırıldanır.Kendini boşluğa bırakıp süzülmek istersin.Bir kuş misali sana tatlı tatlı dokunan havada uçmayı hayal edersin,sanki artık hükmetmeye başlamış gibi.Ama bu hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir.Hayatının hiç bir anında bir kuş olup uçamayacaksındır.Hayal kırıklığı böyle bir şeydir işte.Hiç bir zaman o yumuşak havayı kanatlarının altında hissedemeyeceğini öğrendiğin an gibi.Artık uçmak değil düşmek istersin.

Hayal kırıklıklarından kaçış yoktur önceleri.Yemek yemez,su içmezsin.Kaçmak,hiç var olmamak istersin.Farklı hikayeler yazarsın kendine.Değişik çehreler edinirsin.Aynaya bakamazsın.Bakmaya çalıştığın zaman da kendini görmezsin.O sen değilsindir,o seni istemezsin.Ne yaparsan yap o his hiç bir yere gitmez.Hayal kırıklıkları kavanozuna bir üye daha eklersin.

Zaman ilerledikçe kurtuldum sanırsın.Gülümsersin herkese.Maskeler takarsın,kimse içini anlamasın diye.Sadece kendini kandırırsın aslında.Bir gün bir kıvılcım tekrar hatırlatır sana her şeyi.Miden şöyle bir yanar,kan basıncın düşer.Apar topar kalkıp adım atarsın hızlı hızlı.Birer birer şuursuzca çekmeceleri dökersin.Dolaplar,bazalar,sandıklar…Ne varsa.Bir şeyler ararsın geçmişten.Ne bileyim sana verdiği bir hediye,o zamanlara ait yazılar falan gibi işte.Niye bulmak istiyorsan.Bulunca ne yapacağını bilmediğin şeyler ararsın öylece.Sonunda elinde bir tutam saç teli,eskiden çekilmiş bir kaç fotoğraf ve yarısı sıkılmış bir diş macunundan başka bir şey kalmadığını anlarsın.Yani yine hayal kırıklıklarıdır arta kalanlar.Nereden hatırlayacaksın ki,gittiğinde her şeyi almıştı zaten.Sadece sana sen hatırla diye ufacık kırıntılar bırakmıştı.Hatırla ki hiç aklından çıkmasın.Hatırla ki içindeki ızdırap ateşi sönmesin.Sırtını duvara dayayıp başka bir duvara bakarken bulursun kendini saatler sonra.O his geri gelmiştir işte.Hayallerin yine kırılmıştır.

Uyumak istersin günler çabuk bitsin diye,uyuyamazsın.
Uğraşlar bulmaya çalışırsın düşünmeyeyim diye,konsantre olamazsın.
Ne kaldıysa yakmak,kırıp dökmek istersin yok olsun diye,asla kıyamazsın.
Hayal kırıklıkları kavanozu ile baş başa kalmışsındır artık.O sana bakar,sen ona…

Aradan aylar geçer.Belki yıllar.Zor ve ağır zamanlar bir şekilde geride kalmıştır.Hayatın artık aynı değildir.Seninle birlikte değişmiştir.Hafızana değişik yüzler kazınmıştır.Farklı karakterler girmiştir hayat hikayene.Bazıları figüran,bazıları baş rol olmuştur.Unutmuşsundur o eski boğucu günleri.Başka bir tat,başka bir renk gelmiştir hayatına.Unutmuşsundur dedim ya,o kadar da unutmamışsındır.Arada bir böyle aklına gelir,sana uzaktan el sallar.Bir tebessüm oturur yüzüne,eskiden tanıdığın bir dostu hatırladığında yaptığın gibi.Böyle anlar artık sana acıyı değil,güzel ve sıcak bir anının yumuşaklığını hissettirir.Anlarsın ki boşalan kavanozu doldurmanın vakti gelmiştir.Ellerini cebine sokar,kavanozu çıkarırsın.Bu döngüyü sana tekrar yaşatacak yeni hayal kırıklıklarına doğru yelken açarsın…

15 Kasım 2011 Salı

BİR HEMINGWAY VARDI

“Dünya güzel bir yer ve uğruna savaşmaya değer”

 


Duru sularından içtim ormanın içinden geçerken.Dalları ellerimle iteledim yüzümü çizmesin diye.Rüzgar saçlarımı dağıttı,okşadı serin dokunuşlar bedenimi.Seslere yöneldim.Belki de güvendim içime orada yapayalnızken.Ayaklarım yumuşak toprağa basarken adeta pamuklara dokundu.Huşu içinde gülümsedim,sanki hep bildiğim bir melodinin nameleri kafamın içinde dans edermiş gibi.Ruhum bedenimden ayrılmıştı bu harmoni içinde.Artık bir değildim,raks ediyordum pembe gökyüzüyle.Ansızın çağırdın beni yukarılardan.Uzanmalıydım sesine,evet orada olmalıydım.Önümde diz çökmüş gelinciklerin arasından,patikalardan koştum sana doğru.Oradaydın.Yosun tutmuş bir kayanın üzerinde oturmuş sallanıyordun kendince,sallanır koltuğunda oturuyormuş gibi.Yetiştim sana,var gücümle koştum.Kurtardım seni..hayatını.Ağzına dayadığın o av tüfeğinin tetiğini hiç çekemedin.O gün kurtardım seni ve geri dönüp hiç “bir zamanlar bir Hemingway vardı” demedim.Sen hep yaşadın ve bana öğrettin.Gitmeden de kalınabileceğini hayatın damarlarında...


"Seni kollarımla sarmak ve kalbimin içine yerleştirmek istiyorum. İçindeki güzellik öyle ki, seni sonsuza kadar öpmek istiyorum. Seni sevdiğimden daha fazla ve de daha çok sevemem..."

                        Ernest Hemingway’in büyük aşkı Marlene Dietrich’e yazdığı bir mektuptan...

10 Kasım 2011 Perşembe

MISSION:IMPOSSIBLE – GHOST PROTOCOL

Aksiyon filmlerinin önde gelen temsilcilerinden olan Mission:Impossible serisinin yeni filmi Mission:Impossible – Ghost Protocol,seyircisiyle buluşmaya hazırlanıyor.En son 2006 yılında gösterime giren üçüncü filminden sonra efsanevi seri,dördüncü ve son filmiyle heyecan ve aksiyonu doruk noktasına çıkarıyor.


Filmdeki olaylar Rusya’daki Kremlin Sarayı’nın bombalanması ve buna IMF’nin adının karışmasıyla başlıyor.Bu saldırıdan sonra ajan Ethan Hunt ve yeni takımı olayı aydınlatmak ve organizasyonun adını temize çıkarmak için yine nefesleri kesecek bir maceraya atılıyorlar.Filmin fragmanı ve söylenenler göze önüne alınırsa yapımın son yıllardaki en sağlam aksiyonlardan biri olacağına kesin gözüyle bakılıyor.Serinin en iyi filmi olacağı konusunda da şimdiden bir çok kişi hemfikir.Özellikle Dubai’deki 160 katlı ve 828 metre uzunluğundaki dünyanın en yüksek yapısı ünvanını taşıyan Burj Khalifa’da yapılan çekimler gerçekten nefes kesen cinsten.

Yapımda başroldeki Ethan Hunt rolünü her zamanki gibi yine Tom Cruise canlandırıyor.50 yaşındaki aktöre Jeremy Renner ve Paula Patton’un yanı sıra neredeyse tüm dünyadaki kadınların sevgilisi,Lost’un Sawyer’ı Josh Holloway de eşlik ediyor.Yönetmen koltuğunda ise son yıllarda Ratatouille,The Incredibles ve Up ile iyi işler çıkarmış Brad Bird bulunmakta.Filmin gösterime girme tarihi  23 Aralık 2011 olarak belirlendi.

Herkesin beğenerek takip ettiği Mission:Impossible serisinin yeni filmi Ghost Protocol’ü biz de sabırsızlıkla beklemekteyiz.




6 Kasım 2011 Pazar

DOĞU-BATI YAKASI SAVAŞLARI


Geçen sefer 2Pac’ın hayatıyla,yaptıklarıyla ve trajik sonuna giden yoluyla ilgili bir yazı yayınlamıştım.Şimdi ise yine geçen yazımda daha sonra değineceğimi söylediğim,2Pac ve Notorious Big’i ölüme götüren Doğu ve Batı Yakası arasındaki rap savaşlarına ait bir yazı yayınlamaya karar verdim.90’lı yıllarda tüm dünyayı etkileyen bu savaş hakkında tamamen Ekşisözlük’ten alınmış uzun ve derin bir metni aşağıda sizlerle paylaşıyorum.


“2Pac o zamanlar Digital Underground'la ilk kaydını yapmış, 91-92 civarı ilk albümünü yayınlamıştır. Notorious Big bu sıralarda brooklyn çevresinde ün salmış Biggie Smalls lakabıyla bilinen 190 cm'lik 150 kiloluk güçlü flowlar dizen bir mc'dir. Mister Cee'nin yardımıyla the source dergisine verdiği ilan aracılığıyla Uptown'un prodüktörlerinden biri olan Puff Paddy demo teybini duymuş, kendisini bir görmek istemiştir. ardından hemen Uptown'a giren Biggie burada label arkadaşlarının albümlerinde gözükerek kendisine albüm yolu açmaya uğraşmıştır. 2Pac'la tanışmaları ise 93 senesindeki bir California turnesi sırasında olmuştur.

Bu savaş "Bad Boy vs. Deathrow" veya "2Pac vs. Biggie" kavgası olarak bilinse de 91 senesinde Tim Dog'un Fuck Compton adlı şarkısıyla kendini belli etmiştir. kavgaya Dr Dre, Compton's Most Wanted, Snoop Dogg, Dj Quik gibi isimler katılmış, hatta Tweedy Bird Loc da benim neyim eksik diyerek fuck the south bronx diye uyduruk bir şarkı yapıp ilgi toplamıştır. hatta Rodney o Joe Cooley de 92 senesinde çıkardıkları albüme Fuck New York adını vermiştir, yakışmamıştır.

Tabi 93 civarı West Coast iyice çıkışa geçti, Nwa, Ice t, Ice Cube, Mc Hammer, The Doc gibi isimler, the Chronic ve doggystyle albümleri milyon sattı, ilk defa batı yakasında rap bu kadar para ediyordu. hatta şöyle diyelim, batı yakası rap dünyasında ilk defa herkes tarafından görülüyordu. bunun sorumlusu da Deathrow'du tartışmasız. ama beklenmedik birşey oldu. Bad Boy Records'ı kuran puff daddy, craig mack ve Notorious Big gibi iki ismi piyasaya sürerek büyük başarı yakaladı ve batılılıların doğunun üzerine çıkmasını bir anlamda engelledi.

Tam o sırada, 94 senesinin kasım ayında, 2Pac tecavüzden yargılanıyordu, new york'ta davanın sonucunu beklerken quad recording studios binası önünde asker kıyafetleri içindeki adamlar tarafından vuruldu ve gasp edildi. vurulduktan sonra gördüğü puff daddy, Notorious Big ve anDre harrell(dr jeyckll and mr hyde'dan dr jeyckll)'ı suçladı, hatta çocukluk arkadaşı olan rapçi stretch'ten bile şüphelendi. olaydan sonra davanın sonucu belirlendi, 5 sene boyunca kalmak üzere hapse girdi ve me against the world'ü kaydetmeye koyuldu. bu albümüyle hapisteyken chartlara girme başarısını elde eden ilk artist oldu, zaten daha önünde 5 koca sene vardı.

Big poppa adlı şarkının b-side'ı olan who shot ya'yı 2Pac üstüne alınınca kavga iyice kızıştı. gerçi şarkı vurulma olayından aylar önce kaydedilmişti, albümün kayıt çalışmaları eylül ayının başında tamamen bitmişti ya neyse.

Bu sırada Deathrow Records'ın başarısının gölgeleneceğinden korkan marion Suge Knight, 95'in the source awards ödül töreninde puff daddy'ye şöyle laf attı; "star olmak isteyen, sanatçı olarak kalmak isteyen, tüm şarkılarda ve vidyolarda gözükmeye çalışan, danseden bir prodüktörle uğraşmak istemeyen tüm sanatçılar...Deathrow'a gelin". burada tamamen puff daddy'nin tüm videolarda araya karışması, şarkılarda ad-liblere girişmesi, "yeee", "kamon" diye mırıldanması refere ediliyordu. (haksız da değildi aslında bunu söyleyen, ama kendisi de farklı bir beyinsiz olduğu için olay iki ucu çamurlu değnek vaziyetini alıyor)
aynıdr Dre ve Snoop Dogg'un aynı törende seyircilerin ağır tepkisine maruz kalması olayın ilk ağır sinyallerini vermeye başlamıştı. Snoop Dogg işleri yatıştırmak için "the east coast ain’t got no love for dr. Dre and Snoop Dogg and death row?" dediyse de yuhlamalar dinmedi.

Sonraları jermaine dupri'nin atlanta'da verdiği bir partide Suge Knight'ın arkadaşının vurulması ve partide bulunan puff daddy'yi suçlaması, 96 yılında dogg pound'un new york new york adlı tartışmalı bir klibe sahip single'ı yayınlamasıyla artık olay iyice belirginleşecekti.

96'nın mart ayında miami'de düzenlenen soul train awards töreninde Bad Boy ve Deathrow arasında silahlı bir karşılaşma yaşanınca alevler dalların üzerine sıçradı. aslında bu yalnızca iki grubun yanlarında silahlı adamlarla karşı karşıya gelmesiydi, fakat medya bunu kullanmasını iyi bildi, herkese olayı savaşın başlangıcı olarak tanıttı, olay küba füze krizi'ne benzetildi. aslında gayet de benziyordu sonradan olanlar göz önüne alınırsa.

2Pac'la ortak bir nefret taşıyan Suge Knight, kendisine bu kavgada yardım etmesi için 1.4 milyon dolarlık bir kefaret ödeyerek pac'ı hapisten çıkardı. bu kıyağı karşılığında kendisiyle 3 albümlük bir anlaşma imzaladı. 2Pac çıktığı gibi kayıtlara devam etti. the outlawz adında bir grup kurarak Bad Boy Records ailesine ve onlarla iş birliği yapanlara saldırmaya başladı.

Hapisten çıktığı gibi all eyez on me'nin kayıtlarına başlayıp albümü iki hafta gibi kısa bir sürede bitirdi. bu arada yeni kurduğu grupla yaptığı meşhur Hit em Up, bu kavgayı doruğa çıkaran saldırı oldu. Bad Boy Records'a, junior mafia ve lil kim'e, Chino Xl'e ve Mobb Deep'e hakaret yağdıran bu şarkı gerçekten de ileri gitmişti. shakur Biggie'nin o zamanlar eşi olan faith evans'la yattığını iddia etmiş, Mobb Deep üyesi prodigy'nin orak hücreli anemi hastalığıyla da alay etmişti. "riottt!" adlı şarkıda 2Pac'ın hapisteyken tecavüze uğradığını ima eden Chino Xl'e de "ben de sana kodum" gibi bir cevap yollamıştı.

Chino Xl konusunda bir belirsizlik vardır yine de. malum şarkıda chino'nun pac'ı refere ederen dizesi "i'm trying not to get fucked like 2Pac in jail", iki anlama yorulabilir. "hapisteki 2Pac gibi tecavüze uğramamaya çalışıyorum" cümlesi "hapisteki 2Pac gibiyim, tecavüze uğramamaya çalışıyorum" diye anlaşılınca hakaret olarak anlaşılmıyor. mantıklı olanı bence ikincisi. zaten Chino Xl 2Pac'a saldırma niyetinde olduğunu hep inkar etmiştir.

Mobb Deep'e neden laf attığı burada pek anlaşılamamıştır. söylentiye göre pac hapisteyken outlawz ekibi Mobb Deep konserine gidip ikiliyle konuşmaya iş görüşmesine davet etmeye çalışmış, Mobb da pek tınlamayınca bu olay pek sinirlerine dokunmuştur. tabii bu da bu konudaki milyonca söylenti gibidir. "Hit em Up"'da grubun üyelerinden prodigy'nin orak hücreli anemi hastalığıyla dalga geçilmiştir. cevap da pek acı olmuştur tabii, hell on earth albümündeki drop a gem on em adlı şarkının son dizesinde fena rhyme yemiştir pac ve yakınları.

Notorious Big kendisine edilen laflara doğrudan cevap vermemiştir hiç. jay z'nin albümündeki efsane şarkı brooklyn's finest'da "if faith had twins, she'd probably have 2Pacs, get it? 2...packs!" gibi bir dizesi vardır wordplay'in tavanına vuran. "pack" kelimesinin argoda "aylak, işi gücü olmayan, gereksiz insan" manasına geldiği düşünülünce bayağı sağlam bir cevap olduğu ortadadır. bu hareketten sonra şarkı jay-z'nin albümünde olduğu için jay da 2Pac'ın kara listesine girmiştir. bomb first adlı şarkıda adı geçer.


O sıralarda queens'ten çıkan bir başka new york'lu nas, ilk başlarda 2Pac'la kavgaya girmek istemese de, dostluk mesajları verse de birkaç radyo programında verdiği demeçlerde kendisini iğneleyince ipler koptu. aralarında çıkan olayın bir sebebi de nas'ın street Dreams şarkısında all eyez on me'nin remix'inden bir sample alması diye söyleniyor.

2Pac bu işi hakikaten ciddiye alıyordu. kim cebine elle tutulur miktarda para soksa, iki hafta sonra ismi 2Pac'ın albümlerinde geçiyordu. da brat ve jermaine dupri, hatta the fugees 2Pac'tan laf yemiştir. bu sırada tüm Deathrow'u ayaklanmaya, kavgasına katılmaya davet etmiştir. Snoop Dogg, bir röportajında Biggie'nin müziğinde hoşlandığını söyleyince araları bozulmuştur. lady of rage sonraları bir röportajında 2Pac'ın kendisini kavgaya katılmadığı için "en zayıf halka" olarak nitelediğini söylemiştir.

Dr Dre'den de bahsetmek lazım, 2Pac geldikten kısa süre sonra Suge Knight'la anlaşmazlığa düşerek şirketten ayrılmıştı. zaten Suge Knight'ın diktatör tavırları o dönemde şirkette bulunan herkesi uyuz etmiştir. ayrıldıktan sonra 2Pac da Suge Knight'ın etkisiyle kendisine hakaretlerde bulunacaktır. Snoop Dogg'un Dre'siz o şirkette kalması saçmaydı, fakat kontrata göre 2 sene daha kalmak zorundaydı. zamana dayalı bir kontratı olduğundan hiç iş yapmadı, çıkmadan önce "fuck death row" diyerek el salladı. tabii bu hareketleri suge'u çileden çıkarttı, Dre gibi bir prodüktörü ve snoop gibi albümleri peynir ekmek niyetine satılan bir sanatçıyı kaybetmişti, artık tek silahı vardı.

Bu arada "Bad Boy vs. Deathrow" kavgası dışında da olaylar dönmektedir. 94 tarihli i used to love h e r şarkısında hip hop'ın batı yakasına geçtiğinde kalitesini ve g funk'ın yaratıcılığını sorgulayan common sense'in laflarını ice cube ve westside connection üstüne alınmış, westside slaughterhouse adlı şarkıda kendisine hakaretler saydırmıştır. 96 senesinde the bitch in yoo adlı pete rock prodüksiyonu şarkıyla cevap gelmiştir, fakat sonraları louis farrakhan'ın çağrısı üzerine iki taraf barışmıştır.


Snoop Dogg'un da bulunduğu tha dogg pound'ın "new york, new york" adlı şarkısına alınan Mobb Deep, capone n noreaga ve tragedy kaddafi'den "l.a, l.a" adlı şarkıyla cevap gelmiştir. Snoop Dogg bu şarkıyla hakaret etmek istemediklerini sadece eğlendiklerini ısrarla tekrarlayınca kavga pek büyümemiştir.

Westside connection'ın q tip'in batı yakası hakkındaki yorumlarını gündeme getirmesinin ardından a tribe called quest, beats, rhymes and life adlı albümdeki keeping it moving adlı şarkıda batı-doğu kavgasının saçmalığına değinmiştir. kavgayı soğutmaya çalışmıştır.

Bu olaylar amerika'yı da aşmış, avrupa'nın da (özellikle ingiltere ve almanya) ilgisini çekmiştir. bu da hip hop kültürünün breakdance modasının etkin olduğu dönemden sonra ilk uzun atlayışına sebep olmuştur. kısacası "east-west" olayları 96 senesine damgasını vurmuştur.

96 senesinin 7 eylül'ü, mike tyson'ın bruce seldon'la maçında, las vegas'ta işler değişti, ipler koptu. maç çıkışı 2Pac'ın tayfasından biri "orlando brown""'ı gördü, 2Pac'a haber verdi. pac da adamın üzerine doğru koşup yere indirdi. hepsi birlikte adamı dövdüler, tabii kamera da bunu görüntüledi. sebebi aynı adamın birkaç hafta önce tayfalardan birinin parasını çalmasıydı.

Jiplere atlayıp Suge Knight'ın sahibi olduğu klübe doğru yola çıktılar. bayağı sağlam bir konvoy oluşturmuşlardı. saat 10.55'de kırmızı ışıkta durduklarında 2Pac'ın o meşhur resmi çekildi. saat 11.15'de beyaz bir cadillac yanlarından ateş etmeye başladı. 2Pac belinden, sağ elinden, baldırından ve göğsünden vurulmuştu. acilen hastaneye götürüldü. 6 ay komada kaldı, son gün yüzde 13'lük iyileşmesine rağmen 13 eylül'de iç kanamadan öldü.

Bu arada önemsiz gözüken fakat önemli bir not, konvoyda bulunan korumalardan biri, vurulmadan önce bir arabanın konvoyu terkettiğini ve o arabadan bir daha haber alınmadığını söylüyor. düşündürücü.

Olay sonrasında polislerin ilk yöneldiği kişiler Biggie ve puff daddy oldu. ikisi de olay sırasında maçı televizyondan izlediklerini, bu sırada da nasty boy adlı şarkıyı kaydettiklerini söylediler. zaten ortada kanıt olmadığı için davaya falan alınmadılar.

6 ay sonra ikili yeni single olan hypnotize için klip çekmek ve çıkacak albümü tanıtmak için california'ya gitti. life after death, 25 mart'ta çıkacaktı. 8 mart'ta toni braxton'a soul train music awards'da ödülünü takdim ederken izleyicilerin bir kısmının yuhalamalarına maruz kaldı. tören çıkışında vibe dergisi tarafından hazırlanan bir partiye katıldı. partinin erken biteceği anons edildi ve Biggie saat 00.30 gibi partiden çıkıp aracına bindi. diğer araçta puff daddy ve üç koruması vardı, arkalarında da korumalarla dolu bir chevrolet blazer.

Araçlar partinin verildiği mekanın yalnızca 46 metre ötesinde kırmızı ışığa takıldı. tam o sırada beyaz bir toyota koruma aracıyla Biggie'nin içinde bulunduğu aracın arasına girdi. aynı anda siyah bir impala aracın yanında durup Biggie'ye ateş etmeye başladı. Biggie, göğsüne dört mermi darbesi almıştı. hemen hastaneye kaldırılmasına rağmen olaydan yarım saat sonra, saat 1'i çeyrek geçe öldüğü duyuruldu.

Bu iki cinayet sonrası olayı tüm dünya duydu. dünya rap müziğini tamamen tanıdı. Deathrow cephesi, 2Pac'ın the don killuminati the 7 day theory adlı albümüyle cebine son paralarını sokmaya koyuldu. sanatçılar teker teker şirketi terketti. bir daha da Deathrow ayağa kalkamadı.

Diğer taraftan Bad Boy Records asıl parayı o zaman kırmaya başladı. life after death yaklaşık 11 milyon sattı, bilboard listesinde 1. sıraya oturdu. hypnotize ve mo money mo problems adeta bir devrin başlangıcı oldu, mersiye niteliği taşıyan i'll be missing you da listenin zirvesinden uzun süre inmedi. tabi albümle birlikte Biggie'nin 2Pac'a gönderdiği aDresi olmayan, indirekt cevaplar da duyulmaya başlandı. what's beef, long kiss goodnight, kick in the door gibi şarkılar savaşa ithaf edilmiş gibiydi, puff daddy reddetse de.

O arada dr Dre de east coast west coast killas adlı şarkıyı çıkardı. şarkıda doğudan ve batıdan önemli artistleri birleştirdi. rbx, cypress hill'den b real, krs one ile yaptığı şarkıda savaşa karşı olduğunu bir kez daha belirtti.

Louis farrakhan da bir davet hazırladı, önemli rapçilerle buluşarak kavganın unutulmasını ve affedilmesini diledi. böylece ateşkes emri büyük yerden gelmiş oldu.

Savaşın bitimi rap müziğinin kalitesizleşmesine sebep oldu, 98 senesinde tomar tomar gereksiz adam piyasaya akın etti. bu setteki ilk çatlağı açtı, suyun tazyiğiyle 2001 civarı set tamamen çöktü, piyasaya güneyliler* hükmetmeye başladı. artık her rapçinin kavgaya tutuştuğu başka bir rapçi var. hatta rapçi olmanın ön şartı bu. kim diğerine daha okkalı küfür ederse kazanmış sayılıyor.

Bu sırada öldürülen iki efsanenin cinayetleri hala çözülemedi, kimi crips ve bloods'tan kimi de Suge Knight'tan şüphelendi. ikilinin üzerinden kazanılan paralarla birçok beyinsizin ekmeğine yağ sürüldü, sürülmeye de devam ediliyor, devam da edecek. dileğimiz; (son senelerinde pek anlaşamadılar ama) Biggie ve 2Pac'ın hayaletlerinin el ele verip, yanlarına oldskool efsanelerini, bling bling karşıtlarını da alıp meşe odunlarıyla şu güzel insanları gangsta yok etme yöntemlerine tabi tutmasıdır, bu bir çözümdür.”


                                                         Kaynak:”funkychild” rumuzlu Ekşisözlük yazarı