30 Nisan 2012 Pazartesi

SİNEMADA İZLEDİĞİM FİLMLER – NİSAN 2012


Bu ay sinema açısından yavan geçen bir ay oldu.Çok ilgimi çeken filmler yoktu açıkçası.Elde olan bir kaç yapımla idare ettim.3 film + Titanic 3D’yi izleme şansı buldum.Titanic’i anlatmaya gerek olmadığından diğer 3 filmi yazıyorum.



American Reunion – Amerikan Pastası Buluşma : Çocukluğumun ve gençliğimin efsane komedi filmi serisiydi Amerikan Pastası.O güzel zamanların simgesiydi benim için.1999 yılında ilk filmi vizyona girdiğinde ergenliğimizin başlarında olan bizler,bu filmi çok sevmiş ve izlerken çok eğlenmiştik.Daha sonra ikincisi,onun ardından da üçüncü film olan American Wedding gelmişti.Hepsi birbirinden komik ve eğlenceliydi.Her şeyden önce karakterlerin hepsini çok benimsemiştik.Bizden biri gibi olmuşlardı.Belki de üzerimizdeki etkisinin en önemli nedeni buydu.Üçüncü filmden 9 sene sonra dördüncü filmle karşılaşınca eski bir dostu görmüş gibi sevindim,hemen sinema salonunda yerimi aldım.Bizim kafadarların yine o parti senin bu parti benim gezip,bizi güldürmesini izlemiş oldum.Aslında pek anlatmaya gerek yok bu filmi.Diğerleri kadar güzel olmasa da,o havayı artık veremese de -ki bunda yaşımızın ilerlemiş olmasının da etkisi vardır muhakkak- önemli olan bu değil.Burada mühim olan,ailemizden biri gibi olmuş bu karakterleri onca sene sonra tekrar görebilmek,o samimiyeti hissedebilmekti.Ben bunu sonuna kadar hissettim.Eğer benim gibi bu seriyle büyüyenler varsa ne yapıp edip izlesinler,sırf eski günleri yad etmek adına.Hiç izlememiş olanlar varsa onlara da buradan teessüf ediyorum.Seviyoruz seni Amerikan Pastası.







Chronicle – Doğaüstü : Fragmanından etkilenerek gittim bu filme.Öncelikle çok ilginç bir çalışma olduğunu söyleyelim.Yenilik arayanlar için ideal.Konusu ise şöyle:Liseye giden üç arkadaş,gece vakti ormanın içinde koca bir delik buluyor.Merak ederek içine giriyorlar.Yerin altına inen gençler burada renkli ve ilginç kristalimsi bir madde ile karşılaşıyorlar.Bu maddeyle bir şekilde iletişime geçiyor ve belli bir süre sonra kimsenin hayal bile edemeyeceği doğaüstü yeteneklere kavuşuyorlar.Maddeleri istedikleri gibi hareket ettirmekten,uçmaya kadar bir çok şeyi mümkün kılabiliyor bu telekinetik güçler.Başta bu güçleri eğlence amaçlı kullanırlarken,zor bir hayat geçiren Andrew kendi kontrolünü kaybederek çevresine zarar vermeye başlıyor ve olaylar gelişiyor.Film başlarda gerçekten çok sürükleyici ilerliyor.Güçleri kullanmayı öğrendikleri bu bölümler izleyiciyi sarıyor.Bir kaç sahnede hakikaten katılarak güldüğüm de oldu.Böyle güçler gerçekten var olsa nasıl bir dünyada yaşardık diye düşününce film daha eğlenceli bir hal alıyor.Ancak zaman ilerledikçe güçleri öyle bir abartıyorlar ki filmin o güzel havası bozuluyor.Bulutlara kadar yükselip uçmalar,binaları patlatmalar,otoyolları ve arabaları uçurmalar derken iş çığırından çıkıyor.Az da olsa tadı kaçıyor filmin açıkçası.Başroldeki Andrew karakteri itilip kakılan bir çocukken,güçleri sayesinde lisedekiler arasında çok popüler oluyor.From zero to hero hesabı.Sonradan kafayı kırıp şehri cehennem yerine çeviriyor tabi.Ben filmi izlerken hep Star Wars’u geçirdim kafamdan.Gençlerin sahip olduğu telekinetik güçler,Jedi’ların kullandıkları force gücüne benziyor.Ayrıca Andrew’un başta iyi bir çocukken sonradan güçlerini kötüye kullanması,Anakin Skywalker’ın Dark Side’a geçip Darth Vader’a dönüşmesine benziyor.Çocuk sarışın zaten,tam cuk oturmuş oluyor bu benzetme.Filmle ilgili söylenmesi gereken diğer bir şey ise çekim tarzı.Baştan sona el kamerasıyla çekilmiş havası veriliyor.Aynı Paranormal Activity,Rec ve Cloverfield’da olduğu gibi.Hatta filmi izlerken acaba yönetmen Cloverfield’ınki mi diye düşünmedim değil.Ancak alakası yokmuş o yönetmenle.Sonuç olarak bu filme gitme nedeniniz sadece ve sadece eğlenmek olmalı.Film ikinci yarısıyla karanlık bir havaya bürünmesine rağmen eğlendirip iyi zaman geçirtmek için yapılmış çünkü.Derin bir hikaye,iyi bir senaryo bekliyorsanız yanlış yerdesiniz.







The Raven – Kuzgun : Uzun süredir bu filmi bekliyordum açıkçası.Ayın son haftası gelebildi nihayet.Edgar Allan Poe’yu illa ki duymuşsunuzdur.Kendisi 1800’lerde yaşamış olan ve Amerikan gotik edebiyatının (aslında direk Amerikan edebiyatının) kurucusu olarak kabul edilen yazardır.Dahice yazılmış şiirleri ve korku hikayeleri vardır.Tasvir yeteneği ve dili kullanma kabiliyeti dudak uçuklatacak derecede iyi bir edebiyat adamıdır.İşte bu eşsiz adamın unutulmaz şiirlerinden birinin adıdır The Raven.Yapım da bu şiirden esinlenerek hayata geçirilmiş.Filmin hikayesinin merkezinde Poe’nun kendisi var.Alkol belası içinde kaybolmuş,züğürt bir adama dönüştüğü yıllarda bir katilin,onun hikayelerinden esinlenerek seri cinayetler işlemesi etrafında şekilleniyor senaryo.Başta polis,Poe’nun kendisinden şüphelense de daha sonra onun katilin yakalanmasındaki kilit adam olduğunu kabulleniyor.Her cinayet onları başka bir ipucuna yönlendiriyor film boyunca.Onlar da katilin gizemini çözmeye çalışıyorlar.Yapımın iyi yönlerinden biri atmosferi.1800’lü yıllarda geçen karanlık hikayeleri hep sevmişimdir.Korku ve kasvetin hakim olduğu dünyalar ilgimi çekiyor.Filmde bu hava başarılı şekilde verilmiş.Mekanlar ve karakterler atmosfer ile harika bir uyum göstermişler.Hikaye kurgusunda da problem yok.Ama böyle bir filmde eksik olan çok önemli bir şey var:Heyecan.Ben film boyunca o heyecanı bir türlü hissedemedim.Tam patlayacakmış gibi durup sönüveriyor zaman zaman.Hep o patlama anını bekliyorsunuz ama gerçekleşmiyor,aynı havada devam ediyor.Bunda John Cusack’ın da payı olduğunu düşünüyorum.Poe rolünü oynayan Cusack’a hiçbir zaman tam olarak ısınamamışımdır.Hep 2. sınıf filmlerin yıldızı olarak kaldı bu zamana kadar.O da film gibi patlayamayanlardan.Bu heyecansızlık ve Cusack faktörü,başarılı bulduğum hikaye-atmosfer ikilisini eksik bırakmış kısaca.Yazının sonuna gelirken filmde ciddi anlamda kanlı sahneler olduğunu belirteyim.Eğer gerilim hikayelerini seviyorsanız izlemenizi tavsiye ederim.Edgar Allan Poe’nun anısı için bile izlemeye değer.

4 yorum:

  1. doğaustunu bende merak edıyorum yenı gosterıme gırdı ızlıcem
    bu arada mımledım senı :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlginç bir film aslında.Git bence,değişiklik olur:)
      Teşekkür ederim mim için biricit,en kısa sürede cevaplayacağım:)

      Sil
  2. Şu Doğaüstünün fragmanı iyi başlamışken,elemanın karanlık tarafa araba üzerinde birden şak diye geçişini gösterdiler ya(hala fragmandan bahsediyorum.)orada bitmiş gibi bir şey oldu film benim için,izlemekten vazgeçtim ama merak ediyorum.İzleyim mi napayım?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eğlenceli vakit geçirmek istiyor,otoyolların ve binaların uçtuğu bir güç gösterisi izlemeyi diliyorsan gitmelisin."Böyle aşırı güçler olmaz,bana saçma geliyor bunun gibi şeyler,ben iyi kurgulanmış derin bir film izlemek istiyorum" diyorsan hiç sana göre değil derim.Tamamen efektlerin,görselliğin ve adı üstünde "doğaüstü" güçlerin üzerinde dönen bir film bu.

      Sil