Yarasa adam efsanesi çok uzun yıllar önce çizgi roman olarak hayatımıza
girdiğinde, belki de hiç kimse bu kadar büyük bir fenomene dönüşeceğini tahmin edemezdi.Evet, dünya literatüründe yığınla süper kahraman hikayesi var ancak
Batman hepsinden bir adım önde oldu her zaman.Hep bir farklıydı.Baş karakterin
diğer süper kahramanlar gibi olağanüstü güçlerinin olmaması,yaşananların daha
karanlık ve ciddi bir dünyada geçmesi, çok derin ve ustaca tasarlanmış
düşmanlarla bezenmiş olması bu hayal ürününü rahatlıkla ön plana
çıkarabiliyordu.En önemli özelliği ise gerçeğe yakın,şiddet içeren,çetrefilli
hikayesiyle aslında sadece çocuk ve gençlere değil, yetişkinlere de hitap
etmesiydi.Hatta en çok bu yaşça büyük kesim tarafından sahipleniliyordu.Bu da Batman’in
çok geniş bir kitleye ulaşmasını sağlıyordu.Yarasa adama olan
ilgi her geçen gün artıyordu.Çizgi roman ve çizgi filmler kimseye yetmiyordu
artık.Batman’in beyaz perdeye çıkma zamanı gelmişti.
80’lerin sonuna gelindiğinde Batman’in ilk defa sinemaya aktarılmasına
karar verildi.Yönetmen koltuğuna oturması için ise bu tarz filmlerde
ustalaşmış,büyük isimlerden biri seçilmişti:Tim Burton.İlk başlarda Burton’un
Batman hikayesini nasıl yorumlayacağı merak ediliyordu.Kimlere rol verecek,nasıl bir dünya yaratacaktı? Bu konulara dikkat etmesi gerekiyordu.Bruce Wayne rolü için
Michael Keaton’ı uygun gördü.1989 ve 1992’de çektiği iki Batman filminde de
onunla çalıştı.Hikayenin geçtiği dünyaya bakıldığında ise Burton'un tasarladığı Gotham şehrinin karanlık bir atmosferi olduğu, ancak bunun dozunun tatmin edici olmadığı görülüyordu.Hikayedeki karakterler bu karanlık havadan nasiplerini alsalar da bir
yanları mizah kokuyordu.Bu durum hem Batman karakterinde, hem de villainlerde
hissedebiliyordu.Zıt özellikleri bir bünyede dengelemeye çalışmıştı
Burton.Yönetmenin bu yorumunu çok içime sindirmesem de (karanlık taraf çok daha
fazla baskın olmalıydı ki nitekim Nolan’ın dünyası böyle) ilk deneme için
başarılı denebilirdi.1989’da “Batman” adıyla gösterime giren birinci filmde
Batman’in baş düşmanı Joker rolünde bir efsane olan Jack Nicholson arz-ı endam
ediyordu.İnanılmaz bir Joker yorumu izlediğimiz bu performans, filmi tekrar
tekrar izlememizi sağlamıştı o zamanlar.1992’de ise Burton’un ikinci film olan
“Batman Returns” gösterime girdi.Bu defa Micheal Keaton’un yanında Kedikadın
olarak Michelle Pfeiffer,Penguen olarak Danny DeVito ve Max Shreck olarak
Christopher Walken yer alıyordu.İlk film kadar olmasa da bu yapımın da ses getirdiğini söyleyebiliriz.
Her şey güzel giderken Batman destanının başına
çok büyük bir talihsizlik gelecekti.Bu talihsizliğin adı bir sonraki iki Batman
filmini çekecek olan yönetmen Joel Schumacher’di.Schumacher sanki Yarasaadam
efsanesini ve mirasını yok etmek için bu işi almıştı.Çektiği filmler o kadar
berbattı ki bu durumu anlatmak için kelimeler
yetersiz kalıyordu.Projede rol alan bir çok dünya starı oyuncu da
arada kaynıyor,kariyelerine kara bir leke ekliyorlardı.İlk olarak 1995’te
çektiği “Batman Forever” sayesinde bu acı gerçek yüzümüze tokat gibi
çarptı.Burton tarafından yaratılan Batman dünyasının o hafif kasvetli ve karanlık havası uçup gitmiş,yerine son
derece ciddiyetsiz,her yeri rengarenk,aslıyla alakası olmayan bir saçmalık
gelmişti.Yaratılan karakterler katlanılmayacak kadar cıvıktı.Bu cıvıklık ve
ciddiyetsizlik tüm filmin tamamını ele geçirmişti.Sanki televizyonlarda
ratingin düşük olduğu saatlerde yayınlanan kalitesiz bir komedi filmi
izliyorduk.Yapımda Bruce Wayne rolünü Val Kilmer oynuyordu.Bana göre filmin
belki de tek elle tutulur denilebilecek yeri buydu.Kilmer, Wayne kimliğine tam oturmasa da çok sırıtmamış,idare etmişti.Diğer rollerde
ise çok ünlü Hollywood yıldızları yer alıyordu.Two-Face’i Tommy Lee
Jones,Riddler’ı Jim Carrey,Dr. Chase Meridian’ı ise Nicole Kidman
canlandırıyordu.Hepsinin performansı başarılıydı (Nicole Kidman güzelliğiyle
insanın başını döndürür bu filmde) ancak film rezalet olunca hepsi birer
şaklabana dönüşmüştü.Batman Forever, büyük bir hayal kırıklığı yaratarak sinema
salonlarına veda etmişti.
Herkes bundan daha kötüsü yapılabilir mi derken Schumacher onu da
başardı.1997’de çekilen serinin dördüncü,yönetmenin ikinci filmi olan “Batman
& Robin”, sadece Batman serisinin değil, tüm sinema tarihinin en berbat
yapımlarından biri olarak kayıtlara geçti.Batman Forever’daki o cıvıklık ve
renklilik bu yapımda da aynen devam ederken, üzerine başka kalitesiz unsurlar
da eklenmişti.Yönetmen bu çalışmaya “ne kadar villain varsa doldurayım,bu
karakterlere de ünlü oyuncularla hayat vereyim” gibi saçma sapan bir
stratejiyle yaklaşınca olanlar olmuştu.Karışık pizza gibi ne olduğu belirsiz ve
kalitesiz bir iş çıkmıştı ortaya.Özellikle Bruce Wayne rolünü George Clooney’e
vermek başlı başına yanlıştı.Fiziksel olarak alakası yoktu bir kere.Oyuncu
olarak da rolüne hiç oturmuyordu.Clooney’nin bu filmde rol alması, gelmiş
geçmiş en kötü Bruce Wayne olarak hatırlanmasına neden olacaktı.Ona eşlik eden
Uma Thurman,Arnold Schwarzenegger ve Alicia Silverstone gibi yıldızlar da bir önceki filmde rol alan meslektaşlarıyla aynı kaderi paylaştılar,bu rezilliğe ortak
oldular.Adeta film değil işkence olan bu yapımın ardından Batman efsanesi tam
anlamıyla yerin dibine girmişti.Saygınlığı kalmamış,palyaçodan farksız bir hale
gelmişti.Bu büyük başarısızlık, oluşması yıllar sürmüş önemli bir imajı yerle
bir etmişti.Uzun bir süre kimse Batman’in adını anmadı.Artık bu defter kapanmıştı.
Son filmlerin üzerinden yıllar geçmiş,Batman artık
unutulmuştu.Unutulmasa bile, en son yaşanan felaketten sonra kimse bu adalet savunucusuna tekrar
hayat vermeye cesaret edemiyordu.Tam o zamanlarda Yarasaadam’ın başına
gelenleri içerlediğini düşündüğüm gerçek bir kahraman ortaya çıktı:Christopher
Nolan.Büyük bir efsanenin düştüğü durumu kabullenemeyen Nolan, üzerinde uzun
zamandır çalıştığı Batman Projesi’ne hayat vermek için kolları sıvadı.Üç film
çekecekti.Bruce Wayne’nin nasıl Batman’e dönüştüğünden başlayarak efsaneyi
tekrar hak ettiği yere taşıyacaktı.Üçlemenin ilk filmi olan ve bizi her şeyin
başlangıcına götürdüğü “Batman Begins”, 2005 yılında vizyona girdi.Filmi
izlediğimizde Nolan’ı ayakta alkışlamaya başlamıştık.Yaratılan dünyanın
atmosferi, tam olması gerektiği gibi karanlık ve kasvetliydi.İzleyiciyi rahatsız ediyor,sarıyor ve geriyordu.Hikayenin havası
bu atmosfere paralel olarak belli bir ağırlığa ve ciddiyete sahipti,cıvıklığa ve saçma esprilere yer yoktu.İşte nihayet istenen gerçekleşmişti.Batman’in hayranları böyle
bir hikaye anlatımı ve atmosfer bekliyordu.Yaratılan dünyanın ve hikayenin
kusursuzluğunu doğru cast seçimiyle de pekiştirmişti Nolan.Başrolde yer alan
Chrtistian Bale, adeta Bruce Wayne olmak için yaratılmıştı.Şimdi veya sonra
hiçbir oyuncu bu role onun kadar yakışamayacaktı.Nolan’ın casttaki nokta
atışları bununla da kalmıyor,Micheal Caine ve Morgan Freeman gibi büyük
ustalarla çalışarak onları bir kez daha devleştiriyordu.Batman efsanesi
“Batman Başlıyor” ile gerçek anlamda yeniden başlıyordu.
3 sene sonra,2008 yılında projenin ikinci filmi “The Dark Knight”
meraklı bir bekleyişin ardından beyaz perdedeki yerini aldı.İşte bu film Batman
tarihinde bir çığır açtı.Adeta yer yerinden oynadı.Hiç düşmeyen
temposu,muhteşem kurgusu ve olağanüstü oyunculuk performansları ile yanına bile yaklaşılamayacak bir başarı elde etti.Çok kısa sürede büyük
başyapıtlar arasına girdi.IMDB top 250’de 8.9 puanla 8. sırada yerini aldı.Filmin çekimlerinin tamamlanmasından kısa bir süre sonra hayata veda eden Heath Ledger, Joker rolünde
sergilediği kelimelerle anlatılması çok zor olan bir oyunculuk başarısı ile “En
İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscarı”nı kazandı.Her şeyiyle unutulmaz bir film
olmuştu The Dark Knight.Christopher Nolan yerin dibine batmış bir
kahramanı,oradan alıp en tepeye çıkarmayı başarmıştı.Saygı duyulmayan bir
palyaçoyu,kudretli Kara Şövalye’ye dönüştürmüştü.Kaybedilen tüm imaj ve
saygınlık onun sayesinde geri gelmişti.
Şimdi bizler Nolan’ın çektiği son Batman filmi, The Dark Knight Rises’ı
izlemek için gün sayıyoruz.Yapım ABD’de 20 Temmuz’da,ülkemizde ise 27 Temmuz’da
gösterime girecek.Özellikle benim gibi bir Batman fanatiği için efsanenin sona
ereceği bu eseri beklemek hem zor, hem de üzücü.Bir daha Nolan elinden çıkacak
bir Batman filmi izleyemeyecek olmak adama koyuyor.Ancak her başlangıcın bir
sonu olduğu gerçeği kaçınılmaz.Seriye muhteşem bir nokta konacağı su götürmez,
en azından bu içimi rahatlatıyor.
Böyle bir üçlemeye tanıklık edebilmiş olmak bile büyük bir onur adeta
YanıtlaSilKesinlikle öyle
SilCNolan ile olması gerektiği gibi oldu varolan imajı düzeltmekle kalmadı epik bir yapım haline geldi..
YanıtlaSilEğer Nolan taşın altına elini sokmasaydı Batman'i çok kötü hatırlayacaktık.Şimdi sinema tarihinin en iyi işlenmiş hikayelerinden biri olarak karşımızda duruyor.
Sil