19 Nisan 2012 Perşembe

PORTRE : EN İYİSİ CHRISTIAN BALE



Bazı insanlar vardır,öyle herkes gibi olamazlar.Olağandışı ve farklı halleriyle herkesin arasından sıyrılıverirler.Yenilikçi olup tüm ezberleri bozarlar.Bu yüzden de her zaman zirvededirler.İşte Christian Bale bu insanlardan biridir benim için.Oyunculuk konusunda okeye dönmektedir.Sıradan biri değil bahsettiğim.Profesyonelliğe farklı bir bakış açısı getiren,rolü için sağlığını bile tehlikeye atarak aktörlüğün kitabını her anlamda baştan yazan bir adamdan söz ediyorum.

Günümüzün en başarılı oyuncularından biri olan Christian Bale,30 Ocak 1974 tarihinde Pembrokeshire-Galler’de dünyaya geldi.4 kardeşten en küçüğü olan Bale’in annesi sirkte çalışan bir görevliyken,babası pilottu.

Ailesi nedeniyle dünyanın farklı ülkelerinde büyüyen Bale,küçüklükten itibaren oyunculuğa ilgi duymaya başlamıştı.İlk önceleri tv reklamlarında rol alarak bu dünyaya adım attı.Daha sonra,1986 yılında Anastasia:The Mistery of Anna isimli bir tv filmine geçiş yaparak ilk uzun metraj deneyimini tatmış oldu.

Henüz 13 yaşındaydı belki ama yeteneği olduğunu göstermeyi başarıyordu.1987 yılında Anastasia filminden rol arkadaşı Amy Irving aracılığıyla çağımızın en iyi yönetmenlerinden biri olan Steven Spielberg ile tanıştı.Küçük adam kabiliyetiyle Spielberg’i etkilemeyi başarmıştı.Bu sayede usta yönetmenin yeni filmi Empire of the Sun kadrosunda yer buldu ve ilk kez bir sinema filminde rol almış oldu.Bu filmdeki performansı sayesinde National Board of Review of Motion Pictures töreninde en iyi genç yıldız ödülünü aldı.



Genç oyuncunun önü bu filmden sonra açılmaya başladı.Kariyerine Swing Kids ve Little Woman filmleriyle devam etti.1998 yılında ise Empire of the Sun’dan sonraki en önemli rolünü oynadığı Velvet Goldmine ile karşımıza çıktı.Bu filmde ünlü rock yıldızı Brian Slade’in kariyerini araştıran gazeteci Arthur Stuart karakterini canlandırdı.

Bale artık oyunculuğunu daha fazla öne çıkaracak,ağır roller istiyordu.Her türlü karakteri canlandırabilecek bir aktör haline gelmişti çünkü.Ayrıca çok gözü karaydı.Rolünün gerektirdiği her koşula profesyonelce uyum sağlayabilirdi.Bunun için her türlü fiziksel değişime hazırdı,vücudunu her şekle sokabilirdi.Onda gerçek bir oyuncuda ihtiyaç duyulan her şey mevcuttu.Fark edilmesinin vakti gelmişti.

Tüm bu isteklerini karşılayacak ve ona büyük bir ün kazandırarak 2000’li yıllara damga vurmasını sağlayan süreci başlatacak film,işte tam bu zamanlarda kapısını çaldı:American Psycho.Mükemmellik hastası ve saplantılı bir ruhu olan seri katil Patrick Bateman’ı canlandıracağı kitap uyarlaması American Psycho,onun için çok büyük bir şanstı.Bu şansı da son derece iyi kullandı.Böylesine obsesif ve komplike bir karakteri inanılmaz bir oyunculuk kalitesiyle canlandıran Bale,en çok aranan aktörler arasına girmeyi artık başarmıştı.

Bale'in American Psycho'daki rolü gereği muhteşem bir vücuda sahip olması şarttı.Bunun için de aylar süren uzun ve zorlu bir antrenman evresinden geçti.Fiziğiyle oyuncak gibi oynamaya ilk bu filmde başladı.


American Psycho ile adı iyice duyulan aktör,Shaft ve Captain Corelli’s Mandolin filmlerinde rol aldıktan sonra birazcık aksiyona kaydı.Oynadığı en kötü filmlerden biri olan Reign of Fire’dan hemen sonra,2002 yılında ilginç bir filmden teklif aldı:Equilibrium.Hissetmenin veya herhangi bir insani duygu sahibi olmanın yasaklandığı,distopik bir dünyadaki olayları konu alan bu filmin türü bilim kurgu-aksiyondu.Bale’in hikayenin geçtiği dünyada huzuru sağlamak için görevli rahiplerden birini canlandırdığı Equilibrium,o zamanlar bir Matrix kopyası olarak görülüyordu.Ancak yaratılış süreci Matrix’den daha eski olduğundan bu çok yanlış bir kanıydı.Özellikle Gun Kata adı verilen ve ellerde silah varken yapılan yakın dövüş sahnesiyle ses getirmişti film.Sonuç olarak bu farklı yapımda da kendini güzel bir şekilde test etmiş oldu Bale.

2004 senesine gelindiğinde Christian Bale’i,kendisini her şekilde tatmin edeceği bir rol bekliyordu.The Machinist filminde hayat verdiği Trevor Reznik,Patrick Bateman ile birlikte canlandırdığı en derin iki karakterden biriydi.Bilmediği bir nedenden dolayı 1 sene boyunca hiç uyuyamayan makinist Reznik’in karmaşık aklını ve hastalıklı düşünce yapısını üstün bir performansla izleyiciye yansıttı.Rahatsız adam profilindeki ağır rollerde ustalaştığını bir kez daha kanıtlıyordu herkese.

Son derece sağlam bir kurguya sahip,etkileyici bir gerilim olan The Machinist filminin Bale için önemli bir yanı daha vardı.Canlandırdığı karakterin ruhsal ağırlığının yanında fiziksel handikapları da mevcuttu.1 sene boyunca uyumamış olan Reznik aşırı kilo kaybetmiş bir adamdı.O yüzden Bale da aynı fiziksel yapıya kavuşmalıydı.Sırf bu yüzden günde sadece 1 adet elma ve ton balığı yiyerek tam 28.5 kilo verdi,yaklaşık 53 kiloya indi.Kendisi 49 kiloya düşmek istemiş fakat doktorları izin vermemişti.Görüntüsü dehşet verici şekilde değişmişti.Kemikleri dışarıdan rahatça sayılabiliyordu.Bu fiziksel değişimi işini ne kadar önemsediğini gösteriyordu.Profesyonelliğin ötesinde bir çalışma anlayışı olduğunu herkes görmüş oldu bu filmde.


Christian Bale’i artık bilen biliyordu fakat kendisini dünyanın en ünlü aktörlerinden biri yapacak proje 2005 yılında karşısına çıktı.Christopher Nolan’ın tekrar beyaz perdeye taşıyacağı Batman üçlemesinde Bruce Wayne rolünü Bale kapıyordu.Seçmelere ilk geldiği anda bu işi almıştı zaten.O ana kadar çekilen filmlerde Bruce Wayne’i üç ayrı oyuncu canlandırdı ancak bu role en çok yakışan açık ara kendisiydi.Christian Bale artık Bateman’dan Batman’e dönüşüyordu.

Projenin ilk filmi olan Batman Begins ile The Machinist arasında yaklaşık 4 aylık bir süre vardı ve Bale aşırı zayıf durumdaydı.Bu fizik yapısıyla bir süper kahramanı canlandırması mümkün değildi ve kısa sürede hazır hale gelmesi gerekiyordu.Bale vücuduyla ne kadar kolay oynayabildiğini bir kez daha göstererek bu 4 aylık süre içerisinde 30 kilo aldı.Kaslarını geliştirdi ve harika bir endama kavuştu.Artık suçla savaşmaya hazırdı.

Batman Begins’den sonra artık herkes onu konuşmaya başlamıştı.Aynı sene içinde Harsh Times ve The New World gibi ses getiren iki filmde rol aldı.Bir yıl sonra,2006’da yine fiziğini zorlayacağı bir yapım olan Rescue Dawn’da başrol oynadı.Vietnam Savaşı’nda uçağının düşmesi sonucu esir alınan bir Amerikan askerini canlandırdığı film için 60 kiloya düştü.Artık bu kilo alıp verme olayını asansör gibi kullanmaya başlamıştı.Bunu keyifle yapıyordu.

Aynı yıl,yani 2006’da benim sinemaya bakış açımı değiştiren o mükemmel filmde başrol oynadı:The Prestige.Ölümcül bir rekabete tutuşan iki ilizyonistin hikayesini konu alan filmde, rol arkadaşları Hugh Jackman ve Michael Caine ile birlikte adeta oyunculuk dersi verdi.O kadar doğal bir hali vardı ki sanki oynamıyor,olayı gerçekten yaşıyordu.Bir kitap uyarlaması olan The Prestige,bence hala Christopher Nolan’ın çektiği en iyi filmdir.

         Christian Bale'in The Machinist ile Batman Begins arasında geçen süredeki inanılmaz değişimi


Bale hiç durmuyor ve değişik türdeki filmlerde rol almaya devam ediyordu.2007 yılında bir Western filmi olan 3:10 to Yuma’da usta oyuncu Russell Crowe’la birlikte kamera karşısına geçti.İkili üst düzey performanslarıyla şahane bir iş çıkarırken,filmi de en iyiler listesine sokmayı başardılar.Defalarca izlenesi bir yapım olan 3:10 to Yuma’nın yeri benim için çok ayrıdır.

Aynı yıl I’m Not There'de rol aldıktan sonra asıl beklenen filmine sıra geldi.2008 yılı bir çok sinemasever için çok önemliydi çünkü Batman’in yeni filmi The Dark Knight uzun bir bekleyişin ardından gösterime giriyordu.Filmin fanatikleri günler öncesinde yer ayırtmış,bu sinema şölenini beklemeye başlamıştı.Sadece yakın zamanın değil tüm sinema tarihinin en iyi filmlerinden biri olmayı başaran The Dark Knight,milyonlarca dolar hasılat yaparak en çok kazanan filmler listesinde de kendine üst sıralardan yer buldu.Film zihinlerden silinmeyecek bir efsaneye dönüştü.

Christian Bale,The Dark Knight’da ikinci kez Batman rolüyle kamera karşısına geçmiş ve yine iyi bir iş çıkarmıştı.Joker’i canlandırdığı performansıyla En İyi Erkek Oyuncu Oscarı’nı kazanan merhum Heath Ledger’in gölgesinde kalmış gibi gözükse de filmin asıl yıldızı yine oydu.En başarılı Bruce Wayne olduğu tescillenmişti.O artık nam-ı diğer Kara Şövalye’ydi.

Her gittiği yerde Batman olarak anılan usta oyuncu,2009 yılında bir başka efsane olmuş rolü canlandırmak için teklif aldı.Tarihin en iyi ve dikkat çekici filmlerinden biri olan Terminator’ün dördüncü filmi Terminator:Salvation’da John Connor karakterine hayat verecekti.Yapım yüksek gişe yapmış olmasına rağmen beklentilerin altında kalsa da Bale için değişik ve özel bir tecrübe oldu.Filmin setinde çalışan ışıkçılardan biriyle girmiş olduğu küfürlü söz düellosunun ses kayıtları ise günlerce konuşuldu.

Yine 2009’da,Public Enemies adlı filmde bu kez Johnny Depp ile başrolleri paylaştı.1930’ların en ünlü gangsterlerinden biri olan John Dillinger’ın hayatının anlatıldığı filmde FBI ajanı Melvin Purvis karakterini canlandırdı.Johnny Depp ile iyi bir takım oluşturmuşlardı.Film çok başarılı olmasa da akıllarda yer etti.




Bunca başarılı role imza atıp harika oyunculuklar sergilemesine rağmen bir türlü Akademi’nin gözüne girememişti Bale.Yığınla başarılı performansı varken bazılarında Oscar’a aday bile gösterilmemişti.Hakkının yendiği herkesin ortak düşüncesiydi artık.Ancak Bale hiç yılmadı ve sonunda şeytanın bacağını 2010 yılında The Fighter’daki rolüyle kırdı.Bir kez daha 60’lı kilolara indiği filmdeki rahatsız adam Dicky Eklund performansıyla En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscarı’nı kazandı.Bu ödül ona verilmeseydi hakikaten kan çıkardı.Son zamanlarda gösterilen en iyi oyunculuk performanslarından biriydi.

IMDB tarafından 40 yaşın altındaki en iyi aktör seçilen bu muhteşem oyuncu,şu sıralar Batman olarak son kez kamera karşısına geçtiği The Dark Knight Rises filminin Temmuz ayında gösterime girmesini bekliyor.

Bale’in bilinmeyen bir kaç yönünden de bahsedelim.Kendisi 2000 yılından beri Sandra Blazic ile evli.Atları çok seviyor,aynı zamanda çok da iyi bir binici.Aktivist olarak bir çok organizasyonda yer almakta.Kırmızı eti ise ağzına sürmüyor.

Christian Bale son yılların bana göre en başarılı oyuncusu.İşine kendini adamış gerçek bir profesyonel.Aktörlük artık onun yaşamı olmuş.Oynayarak nefes alıyor adeta.İzleyenleri her seferinde kendisine hayran bırakmayı başarıyor.Kötü filmi neredeyse yok,onun olduğu yapımdan başarısızlık uzak oluyor.Hangi filmde yer alırsa alsın izlemeden duramayacağım adamlardan.İyi ki oyuncu olmuş diyor ve bir ara onunla karşılıklı sohbet etme dileğiyle yazımı sonlandırıyorum.


Christopher Nolan hakkında geniş bilgi veren portre yazımı da dilerseniz buradan okuyabilirsiniz.


1 yorum: