17 Kasım 2013 Pazar
TAŞINDIM!!!
2011 yılında başladığım sinema blogu yazarlığını blogger çatısı altında devam ettiriyordum.Ancak bundan böyle benimle kendi domainimi aldığım ve bloggera göre daha profesyonel olan wordpress platfomunda buluşacaksınız.Sadece bir adres değişikliğim oluyor kısacası.Yazmaya son vermiyor aksine tam gaz devam ediyorum.Yeni mekanım ise pispapaz.com.
Aşağıdaki linke tıklayarak sizleri beklediğim yeni web siteme ulaşabilirsiniz.Görüşmek ve paylaşmak dileğiyle...
9 Kasım 2013 Cumartesi
2013 AVRUPA FİLM ÖDÜLLERİ ADAYLARI AÇIKLANDI
Avrupa kıtasının en prestijli ödül törenlerinden biri olan ve bu yıl 26.sı düzenlenecek EFA'da yarışacak adayların tam listesi belli oldu.Ülkemizde Filmekimi kapsamında gösterilen The Broken Circle Down, toplam 5 adaylıkla ödül kategorilerine damgasını vurmuş durumda.Cannes'dan zaferle dönen bu yılın flaş yapımı La vie d’Adele (Blue is the Warmest Color), sadece 2 adaylıkla yetinmiş gözüküyor.Senenin en iyi yapımlarından biri olan Blancanieves ise film ve yönetmen dallarında aldığı adaylıklarla zorlu yarışa dahil oldu.
Senenin en etkileyici işlerinden biri olan The Act of Killing, beklendiği gibi burada da yerini aldı.
Tüm kategorilere ait aday listesi şöyle:
EN İYİ FİLM
La vie d’Adele
Blancanieves
The Broken Circle Breakdown
Oh Boy!
The Great Beauty
The Best Offer
EN İYİ KOMEDİ
Welcome Mr. President!
The Priest’s Children
I’m So Excited!
Love Is All You Need
EN İYİ YÖNETMEN
Abdellatif Kechiche (La vie d’Adele)
Pablo Berger (Blancanieves)
Felix van Groeningen (The Broken Circle Breakdown)
François Ozon (In the House)
Paolo Sorrentino (The Great Beauty)
Giuseppe Tornatore (The Best Offer)
EN İYİ KADIN OYUNCU
Keira Knightley (Anna Karenina)
Veerle Baetens (The Broken Circle Breakdown)
Luminita Gheorghiu (Child’s Pose)
Naomi Watts (The Impossible)
Barbara Sukowa (Hannah Arendt)
EN İYİ ERKEK OYUNCU
Toni Servillo (The Great Beauty)
Jude Law (Anna Karenina)
Johan Heldenbergh (The Broken Circle Breakdown)
Tom Schilling (Oh Boy)
Fabrice Luchini (In the House)
EN İYİ SENARİST
Tom Stoppard (Anna Karenina)
Giuseppe Tornatore (The Best Offer)
Carl Joos & Felix van Groeningen (The Broken Circle Breakdown)
Paolo Sorrentino & Umberto Contarello (The Great Beauty)
François Ozon (In the House)
EN İYİ BELGESEL
The Act of Killing
The Missing Image
Stop-Over
EN İYİ ANİMASYON
Pinocchio
The Congress
Jasmine
AVRUPA KEŞFİ
The Plague
Oh Boy!
Call Girl
Eat Sleep Die
Miele
EN İYİ KISA FİLM
A Story for the Modlins
Sunday 3
Butter Lamp
Cut
Death of a Shadow
Morning
Mystery
Nuclear Waste
Orbit Ever After
Though I Know the River is Dry
The Waves
Zima
Houses with Small Windows
Jump
Letter
7 Kasım 2013 Perşembe
LE PASSÉ
Türkçe adı: Geçmiş
Yapım: İran, Fransa, İtalya
Gösterime girdiği sene: 2013
Türkiye’de gösterime girdiği sene: 2013
Tür: Dram, Gizem
Yönetmen: Asghar Farhadi
Senaryo: Asghar Farhadi (senaryo), Massoumeh Lahidji (hikaye)
Oyuncular: Bérénice Bejo, Ali Mosaffa, Tahar Rahim, Pauline Burlet, Elyes Aguis
Süre: 130 dk.
IMDB puanı: 7.9/10
IMDB Top 250 sırası: Yok
Metacritic puanı: 76/100
Rotten Tomatoes puanı: 94/100
Beyaz Perde puanı: Yok
Divx Planet puanı: 8.1/10
Benim puanım: 8/10
Çektiği filmler ile daha önce de muhteşem işler çıkarmış İranlı yönetmen Asghar Farhadi'yi yabancı film dalında Oscar alan A Separation ile tanımış ve sevmiştik.Film, ele aldığı toplumsal ve insani değerlerin yanında izleyiciyi karar verme konusunda arada bırakan olay örgüsü ve karakterleriyle de gönlümüzde taht kurmayı başarmış; senaryosu, yönetmenliği ve içeriği sayesinde sinema tarihinin en güçlü eserlerinden biri olmuştu.Artık iyice tanınmış bir yönetmen olan Farhadi, A Separation'dan çok da farklı olmayan yeni eseri The Past (Le Passé) ile 2 sene sonra karşımıza çıktı.Olaylara farklı açılardan baktırarak empati ve adalet yeteneğimizi geliştiren bir sırlar yolculuğu olarak tanımladığım yapımı, Filmekimi sayesinde izleme şansı bulmuştuk.İran'ı bu yılki Oscar töreninde temsil edecek The Past'in en az A Separation kadar çarpıcı olduğunu söyleyebilirim.
The Past'i A Separation ile karşılaştırmak istemiyordum aslında.Fakat o kadar benzer yanları var ki buna mecbur kalacağım.İki film arasındaki yakınlık, ele alınan konu ve hikaye nedeniyle fark ediliyor ilk olarak.Fahradi'nin kamerasının odağında evli ancak 4 senedir ayrı yaşayan Ahmad (Ali Mosaffa)ve Marie (Bérénice Bejo) çifti var.Boşanma davalarını sonuçlandırmak üzere İran'dan Fransa'ya gelen Ahmad, eşinin eski kocalarından olan çocuklarıyla sorun yaşadığını fark ediyor.Büyük kızı Lucie (Pauline Burlet) ile tüm iletişimi kopan, yeni sevgilisi Samir'in (Tahar Rahim) oğlu Fouad'a da kendini kabul ettiremeyen Marie, kocasından bir nevi yardım istiyor.Bir süre aynı çatı altında yaşamak zorunda kalan Ahmad, Marie, Samir ve çocuklar, zamanla gizli kalmış gerçeklerin kucağına düşüyorlar.A Separation'da olduğu gibi yaşananları farklı perspektiflerle sunan The Past, karakterler arasında değerlendirme yapma fırsatı tanıyor empatik izleyicilere.
Farhadi'nin nüfuz edici bir yönetmen olmasına maksimum katkıyı yapan yönü filmlerinin senaryosunu kendi yazıyor olması.Bu zamana kadar yarattığı tüm eserlerin metinleri şahsına ait.Çok güçlü ve yaratıcı olan kalemi ile kendisine esnek ve geniş oyun alanları yaratabiliyor.Karakterler ve olay örgüsü aynı kişinin zihninden çıkınca düşüncelerinizi ekrana yansıtmak hele ki vizyonunuz varsa çok basitleşiyor.Yönetmenin Massoumeh Lahidji’nin yazdığı bir hikayeden uyarladığı The Past'de de farklı bir durum yok.A Separation'da olduğu gibi karakterler arası dengeyi muazzam kurduğu bir metin hazırlamış.Gelişen olaylar karşısında herkesin eşit tesirle rol almasını sağlayarak terazinin kollarına adaletli bir yükleme yapmış.O yüzden izleyicinin analiz ve durum değerlendirmesi yapabilmek adına bolca sahası var filmde.Burada yapımın A Separation'dan farklılaşan bir özelliği göze çarpıyor.O da karakterlerin iç yapılarına, ikilemlerine ve hırslarına daha çok odaklanılmış ve yoğunlaşılmış olması.A Separation bu kadar detaylı ve derin dokunmuyordu oralara.The Past aynı zamanda çok daha fazla sır ve keskin viraj içeriyor.Olayların iç yüzü özellikle son 45 dakikada sürekli değişiyor.Çok temiz bir gidişat ve ustaca kurulmuş bağlantılar neticesinde hikaye devleşmiş.Olay kurgusu bu kadar kusursuz hazırlanmış bir esere uzun zamandır rastlamadım.Senaryo üzerinden yaptığım tüm övgülere rağmen sormak istediğim kritik bir soru var: Farhadi kendi kalemini kullanmadığı bir film çektiğinde bu kadar etkileyici olabilecek mi?
Farhadi yönetmenlik açısından A Separation'daki çizgisini koruyarak benimsediği tarzı aynen devam ettirmiş.Akıcı ve abartısız kullandığı kamerası ile hikayeye kattığı gerçeklik hissini yine hissediyorsunuz.Kadrajına oturttuğu sahnelere gizli anlamlar yükleme tandansını sürdürmeyi de ihmal etmemiş.Marie'nin çalıştığı eczanenin otomatik kapısına odaklanarak yaptığı çekim aklımda kaldı mesela.Yönetmenin son jeneriğe kadar hiç müzik kullanmaması ve seyircinin yorumuna bırakılmış bir sonla final yapması, A Separation'un tekrar edilmiş diğer noktaları olarak gözüme çarptı.
Marie rolüyle Cannes'dan ödülle dönen Bérénice Bejo, The Past'in en çok dillendirilen ismiydi.Diğer karakterlerin hikaye içerisindeki güçlü konumları nedeniyle Bejo'yu çok da "lead" bulamadım açıkçası.Sürekli bahsettiğim eşitlik çerçevesinde ondan daha fazla sivrilen oyuncular vardı.Güzel aktrisin The Artist'teki yaratıcılığına burada rastlayamadığımı itiraf etmeliyim.Oscar yarışındaki kuvvetli rakiplerine karşı fazla şansı olduğunu düşünmüyorum.Filmde asıl dikkatimi çekenler gençler oldu.Lucie ve Fouad'ı canlandıran Pauline Burlet ve Elyes Aguis'in inandırıcılıkları görülmeye değer gerçekten.Burlet'in adalet ve mahcubiyet arasında sıkışan Lucie'nin yalnızlığını başarıyla yansıttığına şahit oluyoruz.Henüz 5 yaşında olmasına rağmen Fouad'ın agresif ve isyankar portresini bir yetişkin edasıyla çizen Aguis'e ise hayran kaldım.Bundan birkaç sene sonra "bu çocuğu bir yerden tanıyorum galiba" sözlerini söyleyeceğimize eminim.The Past'in esas erkekleri Tahar Rahim ve Ali Mosaffa'nın performanslarında abartılacak bir yan olmadığını ekleyerek de oyunculuk konusunu kapayayım.
Asghar Farhadi, yeni filmi The Past ile beni sonuna kadar tatmin etti.Açıkçası her yerde böyle dolu dolu filmleri görmek istiyorum.Çok tartıştığımız ödülleri Gravity'ler değil, A Separation'lar, The Past'ler, Life of Pi'lar almalı.Başarılı yönetmeni bir kez daha tebrik ediyorum.Yalnız benzer temalı filmlerden biraz uzaklaşmasında fayda var.Bir üçüncüsünü yaparsa "kendini tekrar ediyor" eleştirilerine hazırlıklı olmalı.
Yapım: İran, Fransa, İtalya
Gösterime girdiği sene: 2013
Türkiye’de gösterime girdiği sene: 2013
Tür: Dram, Gizem
Yönetmen: Asghar Farhadi
Senaryo: Asghar Farhadi (senaryo), Massoumeh Lahidji (hikaye)
Oyuncular: Bérénice Bejo, Ali Mosaffa, Tahar Rahim, Pauline Burlet, Elyes Aguis
Süre: 130 dk.
IMDB puanı: 7.9/10
IMDB Top 250 sırası: Yok
Metacritic puanı: 76/100
Rotten Tomatoes puanı: 94/100
Beyaz Perde puanı: Yok
Divx Planet puanı: 8.1/10
Benim puanım: 8/10
Çektiği filmler ile daha önce de muhteşem işler çıkarmış İranlı yönetmen Asghar Farhadi'yi yabancı film dalında Oscar alan A Separation ile tanımış ve sevmiştik.Film, ele aldığı toplumsal ve insani değerlerin yanında izleyiciyi karar verme konusunda arada bırakan olay örgüsü ve karakterleriyle de gönlümüzde taht kurmayı başarmış; senaryosu, yönetmenliği ve içeriği sayesinde sinema tarihinin en güçlü eserlerinden biri olmuştu.Artık iyice tanınmış bir yönetmen olan Farhadi, A Separation'dan çok da farklı olmayan yeni eseri The Past (Le Passé) ile 2 sene sonra karşımıza çıktı.Olaylara farklı açılardan baktırarak empati ve adalet yeteneğimizi geliştiren bir sırlar yolculuğu olarak tanımladığım yapımı, Filmekimi sayesinde izleme şansı bulmuştuk.İran'ı bu yılki Oscar töreninde temsil edecek The Past'in en az A Separation kadar çarpıcı olduğunu söyleyebilirim.
The Past'i A Separation ile karşılaştırmak istemiyordum aslında.Fakat o kadar benzer yanları var ki buna mecbur kalacağım.İki film arasındaki yakınlık, ele alınan konu ve hikaye nedeniyle fark ediliyor ilk olarak.Fahradi'nin kamerasının odağında evli ancak 4 senedir ayrı yaşayan Ahmad (Ali Mosaffa)ve Marie (Bérénice Bejo) çifti var.Boşanma davalarını sonuçlandırmak üzere İran'dan Fransa'ya gelen Ahmad, eşinin eski kocalarından olan çocuklarıyla sorun yaşadığını fark ediyor.Büyük kızı Lucie (Pauline Burlet) ile tüm iletişimi kopan, yeni sevgilisi Samir'in (Tahar Rahim) oğlu Fouad'a da kendini kabul ettiremeyen Marie, kocasından bir nevi yardım istiyor.Bir süre aynı çatı altında yaşamak zorunda kalan Ahmad, Marie, Samir ve çocuklar, zamanla gizli kalmış gerçeklerin kucağına düşüyorlar.A Separation'da olduğu gibi yaşananları farklı perspektiflerle sunan The Past, karakterler arasında değerlendirme yapma fırsatı tanıyor empatik izleyicilere.
Farhadi'nin nüfuz edici bir yönetmen olmasına maksimum katkıyı yapan yönü filmlerinin senaryosunu kendi yazıyor olması.Bu zamana kadar yarattığı tüm eserlerin metinleri şahsına ait.Çok güçlü ve yaratıcı olan kalemi ile kendisine esnek ve geniş oyun alanları yaratabiliyor.Karakterler ve olay örgüsü aynı kişinin zihninden çıkınca düşüncelerinizi ekrana yansıtmak hele ki vizyonunuz varsa çok basitleşiyor.Yönetmenin Massoumeh Lahidji’nin yazdığı bir hikayeden uyarladığı The Past'de de farklı bir durum yok.A Separation'da olduğu gibi karakterler arası dengeyi muazzam kurduğu bir metin hazırlamış.Gelişen olaylar karşısında herkesin eşit tesirle rol almasını sağlayarak terazinin kollarına adaletli bir yükleme yapmış.O yüzden izleyicinin analiz ve durum değerlendirmesi yapabilmek adına bolca sahası var filmde.Burada yapımın A Separation'dan farklılaşan bir özelliği göze çarpıyor.O da karakterlerin iç yapılarına, ikilemlerine ve hırslarına daha çok odaklanılmış ve yoğunlaşılmış olması.A Separation bu kadar detaylı ve derin dokunmuyordu oralara.The Past aynı zamanda çok daha fazla sır ve keskin viraj içeriyor.Olayların iç yüzü özellikle son 45 dakikada sürekli değişiyor.Çok temiz bir gidişat ve ustaca kurulmuş bağlantılar neticesinde hikaye devleşmiş.Olay kurgusu bu kadar kusursuz hazırlanmış bir esere uzun zamandır rastlamadım.Senaryo üzerinden yaptığım tüm övgülere rağmen sormak istediğim kritik bir soru var: Farhadi kendi kalemini kullanmadığı bir film çektiğinde bu kadar etkileyici olabilecek mi?
Farhadi yönetmenlik açısından A Separation'daki çizgisini koruyarak benimsediği tarzı aynen devam ettirmiş.Akıcı ve abartısız kullandığı kamerası ile hikayeye kattığı gerçeklik hissini yine hissediyorsunuz.Kadrajına oturttuğu sahnelere gizli anlamlar yükleme tandansını sürdürmeyi de ihmal etmemiş.Marie'nin çalıştığı eczanenin otomatik kapısına odaklanarak yaptığı çekim aklımda kaldı mesela.Yönetmenin son jeneriğe kadar hiç müzik kullanmaması ve seyircinin yorumuna bırakılmış bir sonla final yapması, A Separation'un tekrar edilmiş diğer noktaları olarak gözüme çarptı.
Marie rolüyle Cannes'dan ödülle dönen Bérénice Bejo, The Past'in en çok dillendirilen ismiydi.Diğer karakterlerin hikaye içerisindeki güçlü konumları nedeniyle Bejo'yu çok da "lead" bulamadım açıkçası.Sürekli bahsettiğim eşitlik çerçevesinde ondan daha fazla sivrilen oyuncular vardı.Güzel aktrisin The Artist'teki yaratıcılığına burada rastlayamadığımı itiraf etmeliyim.Oscar yarışındaki kuvvetli rakiplerine karşı fazla şansı olduğunu düşünmüyorum.Filmde asıl dikkatimi çekenler gençler oldu.Lucie ve Fouad'ı canlandıran Pauline Burlet ve Elyes Aguis'in inandırıcılıkları görülmeye değer gerçekten.Burlet'in adalet ve mahcubiyet arasında sıkışan Lucie'nin yalnızlığını başarıyla yansıttığına şahit oluyoruz.Henüz 5 yaşında olmasına rağmen Fouad'ın agresif ve isyankar portresini bir yetişkin edasıyla çizen Aguis'e ise hayran kaldım.Bundan birkaç sene sonra "bu çocuğu bir yerden tanıyorum galiba" sözlerini söyleyeceğimize eminim.The Past'in esas erkekleri Tahar Rahim ve Ali Mosaffa'nın performanslarında abartılacak bir yan olmadığını ekleyerek de oyunculuk konusunu kapayayım.
Asghar Farhadi, yeni filmi The Past ile beni sonuna kadar tatmin etti.Açıkçası her yerde böyle dolu dolu filmleri görmek istiyorum.Çok tartıştığımız ödülleri Gravity'ler değil, A Separation'lar, The Past'ler, Life of Pi'lar almalı.Başarılı yönetmeni bir kez daha tebrik ediyorum.Yalnız benzer temalı filmlerden biraz uzaklaşmasında fayda var.Bir üçüncüsünü yaparsa "kendini tekrar ediyor" eleştirilerine hazırlıklı olmalı.
4 Kasım 2013 Pazartesi
86. AKADEMİ ÖDÜLLERİ ADAYLIK TAHMİNLERİ
86. Akademi Ödül Töreni için önümüzde uzun bir zaman olsa da bizler havaya girdik, maratonu yakından takip ediyoruz.Ödül dağıtılacak dallarda kimlerin aday olup yarışacağı şu an için en büyük gündemimiz.Maratonla ilgilenen arkadaşlarımızın da bildiği gibi öne çıkan yapımlar aşağı yukarı belli.Mercek altına aldığımız bu filmler hakkındaki son bilgiler sürekli güncellenerek internet ortamına düşüyor.Festivaller, test gösterimleri derken her gün farklı yorum ve görüşlerle karşılaşıyoruz.Yapımların Oscar'daki durumları bu bilgilere bağlı olarak sürekli değişiyor, yaptığımız tahminler bir önceki aya hatta haftaya göre farklılık gösterebiliyor.Aday adayları hakkındaki tahminlerimi hem burada hem de farklı platformlarda daha önce belirtmeye çalışmıştım ancak daha kapsamlı bir yazıyla hepsini pekiştirme niyetindeyim.Elbette belirteceğim dallardaki düşüncelerim zaman içerisinde değişiklik gösterecektir.Ayrıca tahmin yaptığım dal sayısı da artacaktır.O nedenle yazımı belli aralıklarla güncelleyerek tahminlerimi canlı tutmayı düşünüyorum.
Dosyada öncelikle seçtiğim 10 dal hakkındaki genel yorumlarıma yer vereceğim.Yazının sonunda da tahmin listelerimi paylaşacağım.
EN İYİ FİLM
En önemli dal ile başlayalım.Bilindiği gibi Grace of Monaco ve Foxcatcher vizyon tarihleri değiştiğinden Oscar yarışından çekilmişti.Bu 2 yapımın şokunu üzerimizden atamamışken George Clooney'nin filmi The Monuments Men de zaman sorunu nedeniyle yarışının dışında kaldı.Clooney'i sevmem ancak Türkiye'de bir türlü hayran toplayamayan filmden şahsen çok umutluydum.Yurt dışındaki yorumlar bizdeki gibi acımasız değildi oysa.10 yapımlık en iyi film listemdeki yerine kesin gözüyle baktığım The Monuments Men'in yarış dışı kalması beni üzdü kısaca.
Yaptığım bilgilendirici girişten sonra bu dalın güçlü adaylarını kısa kısa inceleyelim.
12 Years A Slave: Oscar'ın şu an için en çok öne çıkan yapımı.Steve McQueen imzalı film maratonun başından beri iyi yorumlar alıyordu, hala da almaya devam ediyor.Ana dalların çoğundan adaylık çıkaracak gibi.Son olarak Gotham Ödülleri'nde aday gösterilen yapım, benim de en büyük favorim.Bu dalda adaylığı çoktan garantileyen 12 Years A Slave'in ipi de göğüsleyeceğine şimdiden inancım tam.
American Hustle: Maratona güçlü bir rüzgarla başlayan American Hustle, ilk baştaki parıltısını zamanla kaybetmişe benziyor.Fragmanlardan istediğimizi alamamıştık.Test gösterimlerinden de harika görüşler çıkmadı ilk etapta.Yönetmen David O. Russell'ın geçen yıl dikkatleri üzerine çeken filmi Silver Linings Playbook oyunculuklarıyla göz kamaştırıyordu.Yıldızlar geçidi American Hustle buradaki gücünü de tam kullanamamışa benziyor.Tüm bunlara rağmen film hala bu dalın önemli adaylarından.Akademi tarafından sevildiğini bildiğimiz Russell'i burada es geçmezler düşüncesindeyim.
Nebraska: Tam bir Oscar filmi olduğunu düşündüğüm Nebraska, adaylar açıklanana kadar listemde yer alacak gibi duruyor.Yurt dışındaki tüm izlenimler ve yorumlar olumlu.Bu durum filme adaylığı kazandıracaktır.Ancak kendisini Winter's Bone'a benzetiyorum biraz.Nebraska da aynı Winter's Bone gibi çok çaktırmadan önemli dallarda adaylık kapıp hepsinden eli boş dönebilir.
Gravity: Gravity'e her şeyden arınmış şekilde bakarsak beğendiğimi söylerim.Ancak kendisini bir Oscar filmi olarak asla sevemeyeceim.Şahsi fikrim bu dalı hiç hak etmediği yönünde.Muazzam bir görselliği ve atmosferi var, kabul.Zaten görsel dallarda ödülleri toplayacak.Cuarón'un tarzı da hissediliyordu, o da tamam.Ancak bana göre filmin ne senaryosu var, ne de iyi kotarılmış bir oyunculuğu.Kısaca omurgası eksik.Hal böyle olunca en iyi film dalında ne işi var diye sormak durumunda kalıyorum.Yapım buna rağmen dünyada çok ses getirdi, büyük hayran kitlesi topladı.Özellikle Türk sinemaseverler ve eleştirmenler Gravity'i pohpohladıkça pohpohladılar.Film de bu etki sayesinde dalın kuvvetli adaylarından biri haline geldi.İstemeye istemeye kendisini adaylar arasına yazmak zorunda kalıyorum.
The Butler: Harika bir Amerikan gişesi yapan The Butler, an itibariyle en az konuşulan yapımlardan biri.Hakkında yorum yapana kolay kolay rastlayamıyorsunuz.Bu da filmin rakiplerine göre biraz daha geriden seyrettiğini gösteriyor.Ancak The Butler ilk günden beri arkasında durduğum bir yapım.Akademi'nin dikkatini çekmesi muhtemel hikayesi sayesinde son ana kadar savaşacaktır.
Inside Llewyn Davis: Çok istememe rağmen Filmekimi'nde izleyemediğim bir filmdi.Coen kardeşlerin son eseri her yerden övgü toplamakta.Yapımın aldığı tüm tepkiler pozitif.İstisnasız herkesin film dalındaki listesinde yer alıyor.Bu yılın en garanti adaylarından biri olarak kendisini görebiliriz.
The Wolf of Wall Street: Yetişecek mi, yetişmeyecek mi diye arada kaldığımız The Wolf of Wall Street'ten olumlu haber gelmiş, prodüksiyon firmaları filmin Noel'de gösterileceğini belirtmişlerdi.Bu açıklamayla yapım Oscar yarışına dönmüş oldu.Maratona yeniden katılması film, oyunculuk, senaryo ve yönetmenlik dallarını doğrudan etkileyeceğinden kendisine "kilit oyuncu" diyebiliriz.Hakkında yapılacak yorumlara göre tüm tahminler şekillenecek ancak Scorsese'nin olduğu yerde adaylıkların kaçmayacağını da not alalım.
Rush: American Hustle gibi muhteşem bir çıkış yakalayan Rush, bu dalın kan kaybedenleri arasında.Şu sıralar çoğu platformda liste dışı kalmış görünüyor.Şansının azaldığını düşünsem de listemden çıkarmaya henüz gönlüm razı olmuyor.
Captain Phillips: Kendisi için yazdığım eleştirimde bahsettiklerimden farklı şeyler söylemeyeceğim.Normal şartlarda film dalında yarışacak potansiyel yok kendisinde.Ancak "Kahraman Amerika" hamuruyla yoğrulduğundan listelerin üstlerine doğru yol almış durumda.New York Film Festivali sonrasında yapılan olumlu yorumlar bunu gösteriyor.Sadece burada değil, ana dalların bir bölümünde kendisini görme ihtimalimiz yüksek.
Saving Mr. Banks: Gizliden gizliye gönül bağı kurduğum bir yapım Saving Mr. Banks, ilk günden beri de film dalı adaylarım arasında yer alıyor.Ancak Londra'dan gelen yorumlar filme bu açıdan biraz darbe vurdu.Yapım güçlü senaryolu, sağlam oyunculuk performanslarına sahip, audience friendy bir eser olarak tanımlansa da bu kategori için yeterli bulunmadı.Ben yine de Saving Mr. Banks'i adaylarım arasından çıkarmak için biraz daha bekleyeceğim.
Prisoners: ABD'de gişeleri altüst eden Denis Villeneuve'in Prisoners'ı yükselişe geçen yapımlardan.Bu sene içerisinde izlediğim en iyi işlerden biriydi.Seyirci gücünü kullanacak olması yarış için kendisini güçlü konuma getiriyor.İleride yapacağımız tahminleri kökünden değiştirebilecek bir potansiyeli var gibi duruyor şu an için.
Her: New York'tan gelen olumlu izlenimler beni çok sevindirdi.Her ile alakalı negatif bir yorum duymasam da Akademi'nin Spike Jonze'a karşı nasıl bir tutum sergileyeceği henüz muamma.Adaylığına çok sıcak baktığım Her, üstündeki yapımları tehdit etmeyi bırakmayacak gibi görünüyor.
August: Osage County: Oyunculukları hakkında son derece olumlu eleştiriler yapılan yapımın film dalındaki durumunu şekillendirecek bir yorum yoğunluğu yok.O nedenle August: Osage County tam bir kapalı kutu.Ancak kendisini burada aday olarak görürsek şaşırmam.Şahsi görüşüm bu yönde.
Blue Jasmine: Maraton başlarken bu dalda adı hiç geçmiyordu.Ancak şimdilerin konuşulan isimlerinden biri oldu Blue Jasmine.Cate Blanchett'in performansı ve Woody Allen'ın senaryosu bu durumu şekillendiren en önemli etkenler.Ben yine de buradan bir adaylık çıkaracağını sanmıyorum.
Philomena: Adı yeni yeni konuşulmaya başlayan filmlerden.Önceleri sadece Judi Dench'i duyuyorduk.Şimdilerde ise senaryo ve film dalında olumlu tepkiler aldığını öğreniyoruz.Yapımın Dench dışınında da Oscar kozu olduğu görülüyor.
Dallas Buyers Club: Yükselişte olan filmlerden.Oyunculukları güçlü yapımın biraz olsun silkelendiğini görsek de bu dalda aday olabileceğine çok ihtimal vermiyorum.
All Is Lost: J. C. Chandor'un tek kişilik filmi All Is Lost'un Cannes'de aldığı eleştiriler olumluydu fakat bu daldaki rakiplerini geçebilir mi orası tartışılır.Kendisine pek şans vermiyorum.
Diğer aday adayları: Fruitvale Station, The Secret Life of Walter Mitty
EN İYİ YÖNETMEN
Bu dalda 8 ismi biraz daha önde görüyorum.
Steve McQueen (12 Years A Slave): Filmin kendisi gibi yönetmeni de çok güçlü.Adaylığına kesin gözüyle bakmayan kimse yok.Tören gecesi en büyük favorim yine kendisi olacak.Film dalında ödül 12 Years A Slave'e giderse -ki muhtemelen gidecek- Steve McQueen de yönetmen ödülünü affetmez.
Alfonso Cuarón (Gravity): Gravity'nin görsellikten sonraki en güzel yanıydı Cuarón.Tarzını beğenmemek mümkün değildi.Bu nedenle adaylığın gelmeme ihtimali yok.Ancak hala Y Tu Mamá También tarzı filmlerde daha başarılı olduğunu düşünüyorum.
David O. Russell (American Hustle): Akademi'nin David O. Russell hayranı olduğunu biliyoruz.Ne yaparsa yapsın buradaki yeri ayrılmış gibi.The Fighter ve Silver Linings Playbook'taki istikrarını American Hustle'da sürdürmeye devam edecektir.
Joel & Ethan Coen (Inside Llewyn Davis): Joel ve Ethan Coen kardeşleri de Akademi tarafından sevilen isimler arasında gösterebiliriz.Hem bu durum hem de Inside Llewyn Davis'in aldığı pozitif eleştiriler onları öne çıkarıyor.Adaylıkları son zamanlarda tehdit altındaymış gibi görünse de ilk beşimdeki yerlerini koruyorlar.
Martin Scorsese (The Wolf of Wall Street): The Wolf of Wall Street'in yeniden yarışa dahil olmasıyla birlikte Scorsese ismi yukarılara doğru tırmanmaya başadı.Akademi, ustayı ıskalamaz diye düşünüyorum.Zaten geçmişte aldığı adaylık sayısı bunu doğruluyor.
Paul Greengrass (Captain Phillips): Bu daldaki aday adayları arasında en hızlı yükselen isim.Filmin milliyetçi duruşu kendisine adaylık getirebilir ancak Affleck'in başına gelenleri de yaşayabilir.Aday olmasını istediğimi söyleyemem.
Spike Jonze (Her): Belgesel çekmeyi bırakıp Oscar yarışına dahil olan Jonze'nin bu dalda aday olmasını yürekten isterim.Ancak film dalında da belirttiğim gibi yeni Akademi'nin ona nasıl baktığını kestirmek güç.İşi Being John Malkovich'te olduğundan daha zor bu sefer.
Alexander Payne (Nebraska): The Descendants ve Sideways'de gösterdiği başarıyı düşünürsek bu dalın önemli rakiplerinden biri haline geliyor Payne.Genelde güçlü kalemiyle dikkat çeken yönetmenin senaryosuna katkı yapmadığı Nebraska'daki performansını merakla bekliyorum.
Diğer aday adayları: Woody Allen (Blue Jasmine), John Lee Hancock (Saving Mr. Banks), Ryan Coegler (Fruitvale Station), J. C. Chandor (All Is Lost), Denis Villeneuve (Prisoners), Lee Daniels (The Butler)
EN İYİ ERKEK OYUNCU
Erkek oyuncu dalı kaliteli isimlerle dolu.Rekabetin hat safhada yaşanacağı bir gerçek.Aday adayları dar listeye girebilmek için çok ter dökecekler.
Chiwetel Ejiofor (12 Years A Slave): Yine liste başında 12 Years A Slave var.Chiwetel Ejiofor'un performansı herkesi etkilemiş olacak ki en ufak olumsuz yoruma rastlamadık.Ben adaylıktan ziyade ödüle kesin gözüyle bakıyorum.Rakipleriye arasındaki farkı her geçen gün açıyor.
Bruce Dern (Nebraska): Erkek oyuncu dalında ismini sürekli gördüğümüz bir diğer isim de Bruce Dern.Nebraska oyunculuk performansına dayalı bir film olduğundan kendisinin çıkardığı işin filmi buralara taşıdığını düşünüyorum.Cannes Film Festivali'nde ödülü kazanan Dern'ü Oscar gecesinde aday olarak göreceğiz.
Matthew McConaughey (Dallas Buyers Club): Matthew McConaughey'e neler oluyor anlayamıyorum.Onu yıllarca sıradan bir aktör olarak bildik biz.Kendisi içinde biriktirdiği yeteneğini bu sene salmış demek ki.Dallas Buyers Club'daki performansı herkesin dilinde olan aktörün Mud ile yardımcı erkek dalında da aday olma ihtimali var.Bu yükselişin nedenini merak ediyor ve kendisini listeye yazıyorum.
Robert Redford (All Is Lost): Tek kişi üzerine kurulmuş bir filmde kötü performans gösterme şansınız yoktur.İnternette yapılan olumlu yorumlara baktığımızda J. C. Chandor'un Robert Redford seçiminde isabet kaydettiğini görüyoruz.Oscarlı aktörün de böyle bir adaylığa ihtiyacı var.
Forest Whitaker (The Butler): Bu daldaki jokerim Forest Whitaker.Kendisine maraton başından beri yukarılarda şans verilmedi.Hala da verilmiyor.Buna rağmen çok beğendiğim aktörün sürpriz yapabileceğini düşünüyorum.The Last King of Scotland'da aldığı Oscar'ın ardından ikinci defa aday olan Whitaker'ın bir süre daha arkasında durmaya karar verdim.
Leonardo DiCaprio (The Wolf of Wall Street): Akademi tarafından hakkı en çok yenen oyuncu olarak gösterebileceğimiz Leonardo DiCaprio, bu senenin en tehlikeli isimlerinden biri.Biyografik karakterler konusunda uzmanlaştığından ismini yukarılara yazabiliriz.Scorsese faktörünü de düşündüğümüzde DiCaprio'nun adaylık şansının çok yüksek olduğunu görüyoruz.
Tom Hanks (Captain Phillips): Captain Phillips'in sadece final sahnesinde coşan Hanks'in performansı adaylık için yetmeyebilir.İsmi bu dalda iyiden iyiye konuşulsa da diğer aday adaylarına biraz haksızlık olur diye düşünüyorum.Adaylık kapması durumunda geçen sene Flight'taki tek sahnesiyle yarışmaya hak kazanan Denzel Washington'dan farkı olmayacaktır.
Joaquin Phoenix (Her): Geçen sene hak ettiği ödülü alamadığı için hakkının yendiğini düşünüyorum ünlü aktörün.Kendisi ile ilgili muazzam yorumlar yapılmadığından işi önceki seneye oranla daha zor gibi.
Hugh Jackman (Prisoners): Filme yapılan olumlu yorumlardan kendisine de pay düştü.Şimdilik şahane övgüler alıyor ancak bildiğimiz potansiyelinin dışına çıkmadığını düşünüyorum.Kendisine adaylık getiren Les Miserables'daki performansının altında kalmış.Yine de bu dalın sürpriz yapmaya en müsait ismi.
Christian Bale (American Hustle): American Hustle'ın oyunculuk dallarında gerilere düştüğünü gözlemliyoruz.Filmin oyuncularından hiçbiri tam anlamıyla geçer not alamadı.Christian Bale de bunlardan biri.Akademi'nin kendisine olan önyargısını David O. Russell'ın The Fighter'ıyla kıran usta oyuncunun performansı göz kamaştırıcı değilmiş.
Diğer aday adayları: Christian Bale (Out of the Furnace), Oscar Isaac (Inside Llewyn Davis), Daniel Radcliffe (Kill Your Darlings), Idris Elba (Mandela: Long Walk To Freedom), Michael B. Jordan (Fruitvale Station), Chris Hemsworth (Rush)
EN İYİ KADIN OYUNCU
Burası diğer dallara nazaran biraz daha derli toplu.Yazdığım ilk 6 adayın başı çekeceğini düşünüyorum.Diğerleri bu isimleri geride bırakmaya çalışacak.
Cate Blanchett (Blue Jasmine): Oscarlı Cate Blanchett bu senenin açık ara en iyi performansını sergiledi Blue Jasmine'de.Yapımın başından sonuna kadar her sahneyi domine etti.Adaylığını aylar öncesinden cebine koyan aktristin ödülü alması da hiç zor olmayacak bana kalırsa.
Judi Dench (Philomena): Adaylığı garanti gibi gözüken diğer bir isim de Judi Dench.Her gösterim sonrası övgüler alan isim, Blanchett'in en büyük rakibi olacaktır (Evet, Bullock değil.)
Meryl Streep (August: Osage County): Efsane aktristin ismini buralarda görmekten hiç sıkılmıyorum, sıkılmayacağım da.Kendisi adaylık için kombine aldığından sene başında 4 boş koltuk hesaplıyoruz.Bu yıl da farklı olmayacak.18. adaylığı şimdiden hayırlı olsun.
Emma Thompson (Saving Mr. Banks): Birkaç hafta önce adı zikredilmeyen tecrübeli aktris, Londra'da aldığı övgüler sayesinde hızlı bir çıkış yapıp radarımıza girdi.Arkasına aldığı bu rüzgarı koruyabilirse kendisini ilk beşte görürüz.
Sandra Bullock (Gravity): Adını ne kadar yazmak istemesem de elim mahkum.Filmin yarısında kaskla dolaşan, geri kalan bölümde de 1 dakika oyunculuk yapan Bullock'un nesi beğenildi hiç anlayamayacağım.Neredeyse aday adayları arasında bile adı geçmeyecek Naomi Watts'ın Diana performansı Bullock'tan iyiydi.Kendisinde buraya girecek bir oyunculuk göremesem de Akademi kendisini onurlandıracak gibi.
Amy Adams (American Hustle): American Hustle kadın oyuncu dalında da bir adım geride kalmış görünüyor.İlk günler adaylığına garanti gözüyle baktığım Amy Adams, aldığı olumsuz eleştiriler nedeniyle az da olsa düşüşe geçti.Bir sürprizle Sandra Bullock'u devre dışı bıraksa buna en çok sevinen ben olurum herhalde.
Berenice Bejo (Le Passé): Güzel yıldız 66. Cannes Festivali'nden ödülle döndü ancak performansı çok tatmin edici değildi.Kapsamlı Oscar yarışında değerli rakiplerinin gerisinde kalacaktır.İlk beşte görürsek büyük sürpriz olur.
Adèle Exarchopoulos (La vie d'Adèle): Exarchopoulos bu yılın en flaş isimlerinden biri.Tüm dünya onu konuşuyor.La vie d'Adèle'in medyadaki sansasyonel gücünü arkasına alabileceğini düşünürsek kırmızı halıda yürüyebilir.Geçen yıl Amour'la adaylık kapan Emmanuelle Riva, yabancı filmlerden oyuncu adayı çıkabileceğini gösterdi.Akademi bu cüretkar kızımıza sıcak bakacak mı göreceğiz.
Paulina Garcia (Gloria): Bu yılın harika performanslarından biri.Kişisel görüşüm Akademi'nin kendisini pas geçeceği yönünde.Berlin'den ödülle dönen Garcia'nın çıkardığı başarılı iş güme gidecek ne yazık ki.
Diğer aday adayları: Naomi Watts (Diana), Greta Gerwig (Frances Ha), Julie Delpy (Before Midnight), Brie Larson (Short Term 12)
EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU
Tam anlamıyla çorbaya dönen yardımcı erkek dalında büyük bir adaylık çekişmesi yaşanacak.3 ismi garanti görüyorum ancak diğer adayların kimler olacağını kestirmek güç.
Michael Fassbender (12 Years A Slave): Adaylığını garanti gördüğüm ilk isim Fassbender.12 Years A Slave'deki oyunculuğu övgülere boğulduğundan adı her yerde en üste yazılmış durumda.Kendisi Oscar'ın kampanya çalışmalarından sıkıldığını ve bu tarz işlere girmeyeceğini açıklayan ilk isimdi.
Jared Leto (Dallas Buyers Club): Üzerinde fazla konuşmaya gerek yok.Akademi Leto'nun marjinal rolüne kayıtsız kalamaz.Şansı yüzde yüzden fazla.
Tom Hanks (Saving Mr. Banks): Londra'dan övgülerle ayrılan Tom Hanks favorilerim arasında.Saving Mr. Banks'in en kuvvetli yanlarından birinin oyunculukları olduğu gizli bilgi değil.Hanks'in Captain Phillips ile alacağı/alamayacağı ana dal adaylığı burayı etkileyecektir.Kendisini Yardımcı Erkek'te göremezsem benim için büyük sürpriz olur.
Daniel Brühl (Rush): Brühl'ün performansı bu sene en beğendiklerim arasında.Ancak ilk günlerdeki etkisini yavaş yavaş yitiriyor izlenimini edindim ben.Yine de kendisine inanıyor ve adaylığını destekliyorum.
Barkhad Abdi (Captain Phillips): Captain Phillips ile kalbimi çalan Somalili oyuncu adaylığı sonuna kadar hak ediyor.Film çok göz önünde olduğundan Akademi'nin bu yeni yüzü ıskalamayacağını düşünüyorum.
Jonah Hill (The Wolf of Wall Street): The Wolf of Wall Street'in ikinci fragmanıyla beraber aniden patladı.Şu ana kadarki en büyük yükseliş onun.Rakipleri için çok daha büyük bir tehdit olacak gibi.
Bradley Cooper (American Hustle): Çıtasını her geçen yıl daha da yukarıya çıkaran Bradley Cooper, artık herkesin çalışmak istediği bir aktör konumuna geldi.Bu daldaki adaylık durumu çok belirsiz ve kritik.Net bir şeyler söyleyemediğim tek isim.
James Gandolfini (Enough Said): İsmini yazarken zorlandığım biri.Malum kendisini Haziran ayında kaybetmiştik.Belki de bu durumdan kaynaklanan bir ivmeyle tırmanışa geçmiş durumda.En acı olansa adaylık kaptığı takdirde bunu göremeyecek olması.
Matthew McConaughey (Mud): Ana oyunculuk kategorisinde olduğu gibi burada da adı geçiyor McConaughey'nin.Aktör, Mud ile iyi eleştiriler almış durumda.Başarıyla geçirdiği 2013 yılını 2 adaylıkla taçlandırabilir belki, ne dersiniz?
Jake Gyllenhaal (Prisoners): Aktörün Prisoners performansını zayıf buldum.Rakiplerini tehdit edebilecek bir yanı yok.Filmin başarısı kendisine yaramayacaktır bence.
James Franco (Spring Breakers): Aşırı yoğun bir Oscar kampanyası yapıp millete oy için yalvarıyormuş.Birileri kendisine hiç şansı olmadığını söylemeli.
Diğer aday adayları: Jeremy Renner (American Hustle), John Goodman (Inside Llewyn Davis), Harrison Ford (42), Will Forte (Nebraska), David Oyelowo (Lee Daniels' The Butler), Geoffrey Rush (The Book Thief), Steve Coogan (Philomena), Colin Farrell (Saving Mr. Banks), Matthew McConaughey (The Wolf of Wall Street)
EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU
Burası Yardımcı Erkek'ten daha karmaşık.2 aday adayının yeri şimdilik kesin gözüküyor.Diğer kontenjanlar için 6 performans kapışacak.
Oprah Winfrey (The Butler): The Butler'ın Amerika gösteriminden beri konuşulan bir isim Winfrey.O günden itibaren yardımcı kadın listelerinin zirvesinden inmedi.Geçmişinde bir Oscar adaylığı bulunan aktrisin yeri garanti şu an için.
Lupita Nyong'o (12 Years a Slave): Bu yılın en çok konuşulan filminin bir başka göze çarpan ismiyle karşı karşıyayız.O da aynı Winfrey gibi yerini sağlama almış gözüküyor.Yarışın bu iki isim arasında geçmesi kuvvetle muhtemel.
Julia Roberts (August: Osage County): Kendisini çok özlemiştik, sağolsun bu özleme son verdi.August: Osage County'nin oyuncularını yarışacakları kategoriye göre konumlandırmak ayrı bir mesai gerektiriyor."Kim ana dalda, kim yardımcıda yarışacak" karmaşası sürerken perde arkasında yapılan kulisler ve ayarlamalar sonucu Meryl Streep ana dala geçti.Julia Roberts da böylece yardımcı kategoriye kaydı.Aldığı olumlu eleştirilerle tırmanışa geçen tecrübeli yıldızın adaylık şansı oldukça yüksek.
Jane Squibb (Nebraska): Nebraska'dan Dern dışında adaylık çıkacağını düşünmüyordum.Ancak Squibb'in iyiden iyiye konuşulması onu bu dalın güçlü aday adaylarından biri yaptı.Performansını görene kadar hakkında yapılan olumlu yorumlara itimat etmek durumundayız.
Octavia Spencer (Fruitvale Station): Fruitvale Station'daki performansı benim için tatmin ediciydi.Eleştirmenler de farklı düşünmüyorlar.Ancak bu zorlu yarışta ilk beş içerisinde tutunabilecek mi, çok emin değilim.
Jennifer Lawrence (American Hustle): Geçen sene ana kategoride Oscar'a uzanan Lawrence için American Hustle'ın en iyisi olduğu söyleniyor fakat hiçbir platformda kendisine ilk beşte yer verilmemiş.Aday olmaması beni sevindirir.Diğer isimlerin kapışmasını görmek beni daha çok cezbediyor.
Margo Martindale (August: Osage County): Yaklaşık bir ay önce adaylık şansının çok yüksek olduğu konuşulan Martindale, diğer aday adayları için gelen olumlu yorumların artmasıyla geri plana düştü.Yeni gösterimlerle birlikte gücünü geri kazanacağını düşünüyorum.Kesinlikle listenin en kuvvetli isimlerinden.
Sally Hawkins (Blue Jasmine): Blue Jasmine'in Cate Blanchett'ten sonra en çok konuşulan ismiydi.Kendisini bu dalın gizli favorisi olarak görüyorum.Eleştirmenler şansını düşük görse de sürprizlere her zaman açık olmak lazım.
Diğer aday adayları: Amy Adams (Her), Naomie Harris (Mandela: Long Walk To Freedom), Scarlett Johannson (Her), Lea Seydoux (La vie d'Adèle), Sarah Paulson (12 Years a Slave), Melissa Leo (Prisoners)
SENARYO DALLARI
Oscar'ın yakın tarihine bakarak uyarlama senaryo yarışlarının özgün senaryo dalına oranla daha çetin geçtiğini söyleyebiliriz.Bunun nedeni farklı kaynaklardan adapte edilen (kitap, tiyatro oyunu, kısa hikaye vs.) metinlerin özgün yazılmış eserlerden daha fazla olması.Senaristlerin bu tarz kaynakları kullanmayı tercih ettiklerini söyleyebiliriz.Ancak bu sene iki dalın da çekişme açısından dengeli olduğunu düşünüyorum.Aday adayları içerisinden seçim yaparken çok dikkatli davrandım ve oldukça zorlandım.Akademi üyeleri de aynı oranda zorlanacaklardır.
Uyarlama senaryo dalının öne çıkan yapımı yine 12 Years A Slave.John Ridley'nin çıkardığı iş söylenenlere göre standartların çok üstündeymiş.Bu kategoride 12 Years A Slave'in bir adım önde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.August: Osage County'yi yazan Tracy Letts, John Ridley'e sorun çıkarabilecek ilk kişi görünümünde zira filmin senaryosu olumlu eleştiriler almaya devam ediyor.İlk adaylığını yaşamak isteyen Billy Ray, Captain Phillips ile şansını deneyecek.Amerika'ya duyduğu hayranlığı kalemine yansıttığından kendine yer bulması zor olmayacaktır.The Wolf of Wall Street ile yarışa yeniden katılan Terrence Winter da bu dalda öne çıkan isimlerden.İlk beşin sonuna geldiğimde ise arada kaldığımı görüyorum.Bir yanda Before Midnight, diğer yanda Philomena var.Before Midnight birçok kişinin kalbini çalmış bir yapım.Senaryosunun ne kadar güçlü olduğunu biliyoruz.Ancak ilk gösterimleriyle birlikte atağa kalkan Philomena'nın da hakkını yemeyelim.Oscar'a uyumlu hikayesini senaryosuyla perçinlemiş olması yüksek ihtimal.O nedenle azınlıkta kalacağımı bilmeme rağmen Philomena'yı öne sürüyorum şimdilik.
Özgün senaryo dalının en tepesine yazacağımız isme kimse şaşırmayacaktır.Kim mi bu isim? Tabii ki Woody Allen.Onun olduğu yerde aksini düşünme şansımız yok.Blue Jasmine adaylığı kafadan kapacak.Londra'da en çok övülen tarafı senaryosu olan Saving Mr. Banks ikinci sırama yerleşiyor.Yukarılara oynamaya çalışan Nebraska'nın Bob Nelson tarafından yazılan metni de inanıyorum ki bu dalın kuvvetli adaylarından biri olacaktır.Coen kardeşleri tabii ki unutmadım.Kategorinin adına yakışır biçimde özgün olan Inside Llewyn Davis'in yerini ayırdım.Son sırama ise ıskalamadan Eric Singer ve David O. Russell'ın kaleminden çıkan American Hustle'ı koydum.Spike Jonze'un Her'i içinse adaylıkları her an değiştirebilecek bir potansiyeli olduğunu söyleyelim.Bu dalda Gravity'i konuşmaya gerek bile yok.
EN İYİ KURGU
İzlediklerim içerisinde kurgusunu en beğendiğim filmler Rush ve Captain Phillips oldu.Gravity'i de buraya kolayca ekleyebiliriz.Son yıllarda yara almış olmasına rağmen "En İyi Film" kategorisinin belirleyicisi olarak gördüğümüz yönetmen-kurgu dalı teorisini baz alırsak 12 Years A Slave'in buraya çok net girebileceğini söyleyebilirim.Ancak adaylığının garanti olduğunu iddia edeceğim tek bir yapım var, o da The Wolf of Wall Street.Martin Scorsese ile birlikte tam 3 kez Oscar kazanmış usta kurgucu Thelma Schoonmaker'ın varlığı bu inancımın nedeni.Akademi kendisini asla göz ardı etmeyecektir.
YABANCI DİLDE EN İYİ FİLM
76 aday adayı başvusuru ile Akademi tarihinde bir rekora imza atan dalda yarışacak yapımlardan sadece Le Passé (The Past) ve Gloria'yı izleyebildim.Bu iki filmle alakalı oluşan genel kanıyla paralellik gösterdiğimden listemdeki yerlerini ayırdım.Yurtdışında olduğu kadar ülkemizde de ilgi gören Danimarka yapımı The Hunt, adaylığını desteklediğim diğer bir film.Eleştirmenler tarafından yüksek şans verilen başka bir eser ise Suudi Arabistan temsilcisi Wadjda.Listemin son sırasına Avustralya yapımı The Rocket'i yerleştiriyorum.Bu beşliyi zorlayacak en güçlü adaylardan biri Kanada için yarışan Gabrielle.
"Blue is the Warmest Color neden yok" diye soranlarınız olabilir.Yapımın burada yarışmama sebebi başvuru tarihini kaçırmış olması.O nedenle Fransa'yı Renoir isimli film temsil ediyor.
Şimdi listelerimize geçelim.
EN İYİ FİLM
1. 12 Years A Slave
2. American Hustle
3. Nebraska
4. Gravity
5. The Butler
6. Inside Llewyn Davis
7. The Wolf of Wall Street
8. Rush
9. Captain Phillips
10. Saving Mr. Banks
Zorlayacaklar: Her, Prisoners, August: Osage County, Blue Jasmine, Philomena
EN İYİ YÖNETMEN
1. Steve McQueen (12 Years A Slave)
2. Alfonso Cuarón (Gravity)
3. David O. Russell (American Hustle)
4. Joel & Ethan Coen (Inside Llewyn Davis)
5. Martin Scorsese (The Wolf of Wall Street)
Zorlayacaklar: Paul Greengrass (Captain Phillips), Spike Jonze (Her), Alexander Payne (Nebaska),
EN İYİ ERKEK OYUNCU
1. Chiwetel Ejiofor (12 Years A Slave)
2. Bruce Dern (Nebraska)
3. Matthew McConaughey (Dallas Buyers Club)
4. Robert Redford (All Is Lost)
4. Robert Redford (All Is Lost)
5. Forest Whitaker (The Butler)
Zorlayacaklar: Leonardo DiCaprio (The Wolf of Wall Street), Joaquin Phoenix (Her), Tom Hanks (Captain Phillips), Hugh Jackman (Prisoners)
EN İYİ KADIN OYUNCU
1. Cate Blanchett (Blue Jasmine)
2. Judi Dench (Philomena)
3. Meryl Streep (August: Osage County)
4. Emma Thompson (Saving Mr. Banks)
5. Sandra Bullock (Gravity)
Zorlayacaklar: Amy Adams (American Hustle), Berenice Bejo (The Past), Adèle Exarchopoulos (La vie d'Adèle), Paulina Garcia (Gloria)
EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU
1. Michael Fassbender (12 Years A Slave)
2. Jared Leto (Dallas Buyers Club)
3. Tom Hanks (Saving Mr. Banks)
3. Tom Hanks (Saving Mr. Banks)
4. Daniel Brühl (Rush)
5. Barkhad Abdi (Captain Phillips)
Zorlayacaklar: Jonah Hill (The Wolf of Wall Street), Bradley Cooper (American Hustle), James Gandolfini (Enough Said), Matthew McConaughey (Mud)
EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU
1. Oprah Winfrey (The Butler)
2. Lupita Nyong'o (12 Years a Slave)
3. Julia Roberts (August: Osage County)
4. Jane Squibb (Nebraska)
5. Octavia Spencer (Fruitvale Station)
4. Jane Squibb (Nebraska)
5. Octavia Spencer (Fruitvale Station)
Zorlayacaklar: Jennifer Lawrence (American Hustle), Margo Martindale (August: Osage County), Sally Hawkins (Blue Jasmine)
EN İYİ UYARLAMA SENARYO
1. 12 Years A Slave
2. August: Osage County
3. The Wolf of Wall Street
4. Captain Phillips
5. Philomena
Zorlayacaklar: Before Midnight, Labor Day, Short Term 12, La vie d'Adèle
EN İYİ ÖZGÜN SENARYO
1. Blue Jasmine
2. Saving Mr. Banks
3. Nebraska
4. Inside Llewyn Davis
5. American Hustle
Zorlayacaklar: Her, Enough Said, Dallas Buyers Club
EN İYİ KURGU
1. 12 Years A Slave
2. The Wolf of Wall Street
3. Rush
4. Gravity
5. Captain Phillips
Zorlayacaklar: American Hustle, All Is Lost, Prisoners
YABANCI DİLDE EN İYİ FİLM
1. The Past (İran)
2. Gloria (Şili)
3. The Hunt (Danimarka)
4. Wadjda (Suudi Arabistan)
5. The Rocket (Avustralya)
Zorlayacaklar: Gabrielle (Kanada), Ilo Ilo (Singapur), Bethlehem (İsrail)
31 Ekim 2013 Perşembe
PRISONERS
Türkçe adı: Mahkumlar
Yapım: ABD
Gösterime girdiği sene: 2013
Türkiye’de gösterime girdiği sene: 2013
Tür: Suç, Dram, Gerilim
Yönetmen: Denis Villeneuve
Senaryo: Aaron Guzikowski
Oyuncular: Hugh Jackman, Jake Gyllenhaal, Viola Davis, Paul Dano, Melissa Leo, Terrence Howard
Süre: 153 dk.
IMDB puanı: 8.1/10
IMDB Top 250 sırası: Yok
Metacritic puanı: 74/100
Rotten Tomatoes puanı: 81/100
Beyaz Perde puanı: Yok
Divx Planet puanı: Yok
Benim puanım: 7.9/10
Issız bir gece, yağan yağmur, ıslanmış sokaklar.Yol kenarına park ettiği aracında kahvesini yudumlayan bir dedektif ve gizemini son ana kadar saklamayı başarabilmiş bir şüpheli.Karanlık atmosferlerin, çözülmeyi bekleyen bilmecelerin, ters köşe kurguların şekillendirdiği yapımlar hangimizi cezbetmiyor? Peki günümüzde rastlamanın artık iyice zorlaştığı, kaliteli bir polisiye-gerilim izlemeyeli ne kadar oldu? Seven, Silence of the Lambs, Zodiac ve Usual Suspects'e olan özlemimizi biraz olsun The Girl with the Dragon Tatoo (Fincher'ınki değil, Oplev'inki) dindirmişti.Ancak aradan geçen zaman biz sinemaseverleri yeni arayışlara itti.Gözlerinden öpmemiz gereken Kanadalı yönetmen Denis Villeneuve, bu önemli eksiği fark edip duruma el atmış sağolsun.Amerikan gişesinden başarıyla çıkan Prisoners, bu alandaki açığı kapatmak için tam zamanında imdadımıza yetişiyor.Çevik zekasını olay kurgusuna çok ufak kusurlarla işleyen film sayesinde kasvete, heyecana ve akıl oyunlarına olan açlığınızı kesinlikle doyuruyorsunuz.
Filmimiz haldur huldur bir giriş yapmıyor olaylara.Tanrıya iletilen bir duayla yaptığı açılışın ardından kamerasını olayların merkezindeki Dover ve Birch ailelerine odaklıyor.Kısa bir tanıtımın ardından ailelerin kızları Anna ve Joy'un ortadan kaybolmalarına tanık oluyoruz.Vakanın polise intikal etmesiyle olaya dahil olan Dedektif Loki'nin (Jake Gyllenhaal) yolu, bir çocuğun IQ'suna sahip şüpheli Alex'le (Paul Dano) kesişiyor.Dava sahibi Loki ve departmanını yeterli görmeyen Anna'nın babası Keller Dover (Hugh Jackman), ikinci bir dedektif gibi ipleri eline alarak kendince araştırmaya dahil oluyor.Bu noktadan sonra Keller'ın zamanla bir hayvana dönüşmesini izliyoruz.Sevdikleri için neler yapabileceğine, şiddet sınırlarını nerelere çekebileceğine şahit oluyoruz.Tüm bunlar filmin içinde geçen "insan günahkar doğmuştur" cümlesini ve "insanlıktan çıkmadan insan olamazsın" felsefesini doğruluyor.Tanrı, suç ve günah üçgeninin çizdiği çizgiler içerisinde şekillenen Prisoners, diğer karakterlerinin geçmişine de uğradıkça iyice derinleştiriyor içeriğini.
Yapım, izleyicisini her an elinde tutmayı başarıyor.153 dakikalık bir film olmasına rağmen yüksek temposu sayesinde hiçbir dakikasında kopmuyorsunuz.Hatta filmi rahatlıkla 3 saate tamamlayabilirdim.Villeneuve'un yarattığı karanlık ve kasvetli atmosfer, 90'lı yılların kült polisiye-gerilim filmlerini aratmıyor.Böyle işlerde yağmurun oynadığı rolü ayrıca severim.Yapım bu beklentimi sonuna kadar karşılayan bol yağışlı sahnelere sahip.Hepsi atmosferi olumlu yönde etkilemiş.Gerilimin dengesi de şahane, her dakika artan heyecan bir sonraki sahneyi bekletiyor.Prisoners tüm yönleriyle seyircisinin odağı olmayı başarmış kısaca.
Filmin dolambaçlı senaryosu da yüksek oranda başarı sağlamış.Yine klasik olayları çözme hevesine giriyoruz ancak metin size düğümünü kolay kolay açtırmıyor, son anlara kadar sırrını açık etmiyor.Bu sayede yaratılan meraklı izleyici profili hikayenin sürükleyiciliğine kapılarak yapımın içine çekiliyor.Ancak filmi tamamladığınızda senaryoda birkaç açık yakalıyorsunuz.Olayları karıştırması için konulan twist öğeleri fazla olunca hikayeye tam oturamayıp havada kalıyorlar veya çok önemli olmadıkları anlaşılıyor.Bu durum yapımın kurgu mantığını birazcık zedelese de genel çerçeveye bakıldığında arada kaynayabiliyor.Filmin yaptığı şık final, izleyicinin son kez beynini yormasını sağlayarak hikayeye noktayı koyuyor.
Hugh Jackman ve Paul Dano, Keller Dover ve Alex Jones performanslarıyla eleştirmenlerden övgü aldılar.Ancak özellikle Jackman'da bilmediğimiz bir şey yok.Kendini kasmadan ortalamanın üstüne çıkardığı her zamanki oyunculuklarından birini görüyoruz.Övgü topladığı sinir patlaması sahneleri kendisinden görmeye alıştığımız performanslarından oluşuyor.Onun dışında olağan takılmış zaten.Bana göre Les Miserables performansının altında kalmış.Bu halini göz önüne alırsak Tom Hanks'in Captain Phillips'teki finalini tercih ederim.Aday olup Oscar almak istiyorsa daha özgün rollere ihtiyacı var.Kendisinden farklı şeyler görmemiz şart.Paul Dano da abartılacak bir durumda değil bana kalırsa.Komplike olmayan Alex karakterinin filmde aldığı süreyi göz önünde bulundurduğunuzda çok etkilenmediğinizi fark ediyorsunuz.Jake Gyllenhaal'ı ise bu filme bir türlü oturtup benimseyemedim.Hep eğreti durdu gözümde.Yardımcı oyuncu dalında şansı olacağını sanmıyorum.
ABD'yi sallayan Prisoners'ı izlemeden önce yapımın sadece gişeyi hedeflediğini düşünüyordum ancak şimdi Oscar yarışının içerisinde daha çok görmek istiyorum.Hatta film dalında Captain Phillips'in yerine onu izlesek hiç de fena olmaz.Bundan sonra seyircisinin gücüyle öne çıkacak yapımın kalitesini net bir şekilde ortaya koyduğunu düşünüyorum.Ülkemizde 15 Kasım'da gösterime girecek Prisoners, bu yıl izlediğim en çarpıcı eserlerden biri oldu.
Yapım: ABD
Gösterime girdiği sene: 2013
Türkiye’de gösterime girdiği sene: 2013
Tür: Suç, Dram, Gerilim
Yönetmen: Denis Villeneuve
Senaryo: Aaron Guzikowski
Oyuncular: Hugh Jackman, Jake Gyllenhaal, Viola Davis, Paul Dano, Melissa Leo, Terrence Howard
Süre: 153 dk.
IMDB puanı: 8.1/10
IMDB Top 250 sırası: Yok
Metacritic puanı: 74/100
Rotten Tomatoes puanı: 81/100
Beyaz Perde puanı: Yok
Divx Planet puanı: Yok
Benim puanım: 7.9/10
Issız bir gece, yağan yağmur, ıslanmış sokaklar.Yol kenarına park ettiği aracında kahvesini yudumlayan bir dedektif ve gizemini son ana kadar saklamayı başarabilmiş bir şüpheli.Karanlık atmosferlerin, çözülmeyi bekleyen bilmecelerin, ters köşe kurguların şekillendirdiği yapımlar hangimizi cezbetmiyor? Peki günümüzde rastlamanın artık iyice zorlaştığı, kaliteli bir polisiye-gerilim izlemeyeli ne kadar oldu? Seven, Silence of the Lambs, Zodiac ve Usual Suspects'e olan özlemimizi biraz olsun The Girl with the Dragon Tatoo (Fincher'ınki değil, Oplev'inki) dindirmişti.Ancak aradan geçen zaman biz sinemaseverleri yeni arayışlara itti.Gözlerinden öpmemiz gereken Kanadalı yönetmen Denis Villeneuve, bu önemli eksiği fark edip duruma el atmış sağolsun.Amerikan gişesinden başarıyla çıkan Prisoners, bu alandaki açığı kapatmak için tam zamanında imdadımıza yetişiyor.Çevik zekasını olay kurgusuna çok ufak kusurlarla işleyen film sayesinde kasvete, heyecana ve akıl oyunlarına olan açlığınızı kesinlikle doyuruyorsunuz.
Filmimiz haldur huldur bir giriş yapmıyor olaylara.Tanrıya iletilen bir duayla yaptığı açılışın ardından kamerasını olayların merkezindeki Dover ve Birch ailelerine odaklıyor.Kısa bir tanıtımın ardından ailelerin kızları Anna ve Joy'un ortadan kaybolmalarına tanık oluyoruz.Vakanın polise intikal etmesiyle olaya dahil olan Dedektif Loki'nin (Jake Gyllenhaal) yolu, bir çocuğun IQ'suna sahip şüpheli Alex'le (Paul Dano) kesişiyor.Dava sahibi Loki ve departmanını yeterli görmeyen Anna'nın babası Keller Dover (Hugh Jackman), ikinci bir dedektif gibi ipleri eline alarak kendince araştırmaya dahil oluyor.Bu noktadan sonra Keller'ın zamanla bir hayvana dönüşmesini izliyoruz.Sevdikleri için neler yapabileceğine, şiddet sınırlarını nerelere çekebileceğine şahit oluyoruz.Tüm bunlar filmin içinde geçen "insan günahkar doğmuştur" cümlesini ve "insanlıktan çıkmadan insan olamazsın" felsefesini doğruluyor.Tanrı, suç ve günah üçgeninin çizdiği çizgiler içerisinde şekillenen Prisoners, diğer karakterlerinin geçmişine de uğradıkça iyice derinleştiriyor içeriğini.
Yapım, izleyicisini her an elinde tutmayı başarıyor.153 dakikalık bir film olmasına rağmen yüksek temposu sayesinde hiçbir dakikasında kopmuyorsunuz.Hatta filmi rahatlıkla 3 saate tamamlayabilirdim.Villeneuve'un yarattığı karanlık ve kasvetli atmosfer, 90'lı yılların kült polisiye-gerilim filmlerini aratmıyor.Böyle işlerde yağmurun oynadığı rolü ayrıca severim.Yapım bu beklentimi sonuna kadar karşılayan bol yağışlı sahnelere sahip.Hepsi atmosferi olumlu yönde etkilemiş.Gerilimin dengesi de şahane, her dakika artan heyecan bir sonraki sahneyi bekletiyor.Prisoners tüm yönleriyle seyircisinin odağı olmayı başarmış kısaca.
Filmin dolambaçlı senaryosu da yüksek oranda başarı sağlamış.Yine klasik olayları çözme hevesine giriyoruz ancak metin size düğümünü kolay kolay açtırmıyor, son anlara kadar sırrını açık etmiyor.Bu sayede yaratılan meraklı izleyici profili hikayenin sürükleyiciliğine kapılarak yapımın içine çekiliyor.Ancak filmi tamamladığınızda senaryoda birkaç açık yakalıyorsunuz.Olayları karıştırması için konulan twist öğeleri fazla olunca hikayeye tam oturamayıp havada kalıyorlar veya çok önemli olmadıkları anlaşılıyor.Bu durum yapımın kurgu mantığını birazcık zedelese de genel çerçeveye bakıldığında arada kaynayabiliyor.Filmin yaptığı şık final, izleyicinin son kez beynini yormasını sağlayarak hikayeye noktayı koyuyor.
Hugh Jackman ve Paul Dano, Keller Dover ve Alex Jones performanslarıyla eleştirmenlerden övgü aldılar.Ancak özellikle Jackman'da bilmediğimiz bir şey yok.Kendini kasmadan ortalamanın üstüne çıkardığı her zamanki oyunculuklarından birini görüyoruz.Övgü topladığı sinir patlaması sahneleri kendisinden görmeye alıştığımız performanslarından oluşuyor.Onun dışında olağan takılmış zaten.Bana göre Les Miserables performansının altında kalmış.Bu halini göz önüne alırsak Tom Hanks'in Captain Phillips'teki finalini tercih ederim.Aday olup Oscar almak istiyorsa daha özgün rollere ihtiyacı var.Kendisinden farklı şeyler görmemiz şart.Paul Dano da abartılacak bir durumda değil bana kalırsa.Komplike olmayan Alex karakterinin filmde aldığı süreyi göz önünde bulundurduğunuzda çok etkilenmediğinizi fark ediyorsunuz.Jake Gyllenhaal'ı ise bu filme bir türlü oturtup benimseyemedim.Hep eğreti durdu gözümde.Yardımcı oyuncu dalında şansı olacağını sanmıyorum.
ABD'yi sallayan Prisoners'ı izlemeden önce yapımın sadece gişeyi hedeflediğini düşünüyordum ancak şimdi Oscar yarışının içerisinde daha çok görmek istiyorum.Hatta film dalında Captain Phillips'in yerine onu izlesek hiç de fena olmaz.Bundan sonra seyircisinin gücüyle öne çıkacak yapımın kalitesini net bir şekilde ortaya koyduğunu düşünüyorum.Ülkemizde 15 Kasım'da gösterime girecek Prisoners, bu yıl izlediğim en çarpıcı eserlerden biri oldu.
27 Ekim 2013 Pazar
CAPTAIN PHILLIPS
Türkçe adı: Kaptan Phillips
Yapım: ABD
Gösterime girdiği sene: 2013
Türkiye’de gösterime girdiği sene: 2013
Tür: Aksiyon, Macera, Biyografi
Yönetmen: Paul Greengrass
Senaryo: Billy Ray (senaryo) , Richard Phillips, Stephan Talty (kitap)
Oyuncular: Tom Hanks, Barkhad Abdi, Barkhad Abdirahman, Michael Chernus
Süre: 134 dk.
IMDB puanı: 8.1/10
IMDB Top 250 sırası: Yok
Metacritic puanı: 83/100
Rotten Tomatoes puanı: 94/100
Beyaz Perde puanı: 3.5/5
Divx Planet puanı: 7/10
Benim puanım: 7.6/10
Akademi Ödülleri heyecanının her geçen yıl bir kat daha arttığını düşünüyorum.Ustaların yeni nesil çalışanlarla oluşturduğu harmanın sektöre dağılması ve Akademi'nin çehresinin değişmesi sayesinde nicelik ve nitelik açısından zengin yapımların içerisinde yüzer olduk.Ancak son birkaç yılın Oscarlarını domine eden "Amerikan Rüyası" saplantısı, törene az da olsa gölge düşürmeye başladı.Milliyetçilik, kahramanlık, ırkçılık ve kölelik temaları üzerinden yapılan bu ABD propagandası, sinemaseverler arasında homurtuların yükselmesine neden oluyor.Somali açıklarındaki gerçek bir korsan saldırısını konu alan ve bu yılki törende büyük şans verileceğini tahmin ettiğimiz Captain Phillips de bu pohpohlamalardan biri.Tabii ki filmin tamamını böyle tanımlayıp üzerinde "zayıfmış" algısı yaratmayı asla istemem.Bourne serisiyle kendine hayli büyük bir hayran kitlesi edinen İngiliz Paul Greengrass'ın yönetmen koltuğunda oturduğu Captain Phillips, üzerindeki milliyetçi kostümü çıkardığında tekil olarak etkileyici durabiliyor.Ancak en iyi film dalı için değerlendirdiğimizde yeterince tatmin etmeyen bir yapım olduğu ortaya çıkıyor.
Yükünü teslim edeceği limana seyri sırasında Somali yakınlarındaki korsanlar tarafından ele geçirilen Amerikan kargo gemisi Maersk Alabama'nın kaptanı Richard Phillips.O ve 20 kişilik mürettebatı 4 korsanla birlikte okyanusun ortasındaki kaosta yalnız kalıyorlar.Önce kedi-fare oyunu olarak başlayan mücadele Amerikan deniz kuvvetlerinin olaya dahil olmasıyla bir kurtarma operasyonuna dönüşüyor.Senarist Billy Ray'in bahsettiğim olayları yazıya döktüğü metni beğenmedimi söyleyerek başlayayım.Korsanların lideri Muse ve Kaptan Phillips hakkında bilmek istediklerimiz çok yüzeysel işlenmiş ve izleyici üzerinde herhangi bir duygusal etki yaratmamışlar.Oysa karakterlere daha fazla odaklanılıp hikayeleri dramatize edilebilirdi."Kim bu adamlar, geçmişlerinde nasıl bir dram var" sorularının cevabını detaylı olarak almak isterdim.Bunları öğrenebileceğimiz bol bol zaman da vardı filmin içerisinde.Ancak onun yerine geminin filikasında boş boş zaman harcanmış ve aynı tarz diyolaglar tekrarlanmış, böylece senaryo derinliği pas geçilmiş.Oluşan boş alanlar hiç kullanılmamış ve film gereksiz yere uzatılmış.Bu durum da ister istemez izleyicinin gözüne batıyor.Aslında bu, senaristle yönetmen arasındaki uyumsuzluğun işareti de olabilir.Hiç senaryoda olmayan bu sahneler Greengrass tarafından eklenmiştir belki, bunu bilemiyorum.Ancak bildiğim bir şey varsa o da Akademi'nin filmin senaryosuna şans verecek gibi durması.Metnin Amerikan propagandası yapıyor olması bunun en önemli nedeni.
İşin içerisinde korsan saldırısı olunca izleyici de biraz olsun aksiyon bekliyor.Filmimiz bu anlamda çok dozunda, o nedenle yönetmen Paul Greengrass'ın hakkını teslim edebiliriz.Özellikle gemi ve bot arasında yaşanan kovalamacadaki dinamik tarzını çok beğendim.Zaten kendisi aksiyon konusunda her zaman tatmin ediyor, bunu kabul etmek lazım.Ancak bu başarısını filmin geneline yayamıyor ne yazık ki.Aksiyonun dışına çıktığı her an sıradan kalıyor.Yapımın temposunun ağırlık noktası da kayıyor bu nedenle.Böyle bakıldığında filme yaptığı ekstra bir katkı, bir farklılık olmadığını düşünüyorum.Kulislerde kendisine şans verilse de benim bu yılki ilk 5'imde yer alması zor gibi.Yapımın en iyi tarafının kurgusu olduğunu da paragrafa ekleyeyim.Oscarlı Christopher Rouse iyi bir iş çıkarmış bu noktada.
Captain Phillips'in dikkatleri üzerine çeken asıl yanı, girişte de bahsettiğim Amerikan milliyetçiliği destekli altyapısı.Özellikle sonlara doğru tamamen ABD'nin askeri şovuna ve güç gösterisine dönüşüyor film.Odağın sade bir kaçırılma hikyesinden böyle bir yere çekilmesi şahsen beni rahatsız etti.Eminim birçok seyirci de benimle aynı şeyleri hissetmiştir.Ancak Akademi'nin gözüne girmek için bu tarz altyapıları kurmak farz olmuş durumda.Bariz eksiklikleri bulunan yapım, Amerika'nın zaferiyle sonuçlanan bir kahramanlık hikayesi olmasaydı film dalının adayları arasında gösterilmezdi bence.
Gelelim kaptan Richard Phillips rolündeki Tom Hanks'e.Kendisine her zaman bayılmışımdır, hayranlığımı hiçbir zaman gizlemem.Filmin genelinde sıradan takılan usta oyuncu sadece son sahnede devleşmiş.Arkadan giren müziğin de eklenmesiyle duygu patlamasının yaşandığı bir atmosfer oluşmuş.Tüm filmi kesip sadece bu son sahneyi izleseniz "ne muazzam bir filmi kaçırmışım" dersiniz, o derece etkileyici.Ancak bu final performansı kendisine Oscar adaylığı için yetmeyebilir.Saving Mr. Banks'teki rolüyle yardımcı oyuncu dalındaki adaylığına kesin gözüyle baktığım Hanks, ana oyunculuk dalında da yer alırsa ilginç bir görüntü yaşamış olacağız.Ben yine de aday olursa geçtiğimiz sene "En İyi Erkek Oyuncu" dalında izlediğimiz Denzel Washington gibi vasat kalmasından endişe ediyorum.Zira Washington da Flight'daki tek bir sahne sayesinde yarışmaya hak kazanmıştı.Bir parantez de Somalili korsan Muse rolündeki Barkhad Abdi'ye.Kendisi filmin en canlı ismi olmuş, performansı çok gerçekçi.Bu sene oyunculuk dalında aday olarak görsem hiç şaşırmam hatta çok mutlu olurum.Bundan sonra önüne çıkacak şansları iyi değerlendirebileceğini düşünüyorum.
Captain Phillips otoritelerin abarttığı kadar yok.Ortalama üstü bir film görünümünde.İkinci defa izlenecek derinlikte bir kompozisyon olduğunu düşünmüyorum.Ancak "Amerikan Rüyası" iteklemesiyle bir yerlere getirileceği kesin.Yine de bu eleştiriyi yaparken suçu biraz kendimizde arayalım.Her yıl aylarca konuştuğumuz Oscarlar onların ödülleri değil mi?
Yapım: ABD
Gösterime girdiği sene: 2013
Türkiye’de gösterime girdiği sene: 2013
Tür: Aksiyon, Macera, Biyografi
Yönetmen: Paul Greengrass
Senaryo: Billy Ray (senaryo) , Richard Phillips, Stephan Talty (kitap)
Oyuncular: Tom Hanks, Barkhad Abdi, Barkhad Abdirahman, Michael Chernus
Süre: 134 dk.
IMDB puanı: 8.1/10
IMDB Top 250 sırası: Yok
Metacritic puanı: 83/100
Rotten Tomatoes puanı: 94/100
Beyaz Perde puanı: 3.5/5
Divx Planet puanı: 7/10
Benim puanım: 7.6/10
Akademi Ödülleri heyecanının her geçen yıl bir kat daha arttığını düşünüyorum.Ustaların yeni nesil çalışanlarla oluşturduğu harmanın sektöre dağılması ve Akademi'nin çehresinin değişmesi sayesinde nicelik ve nitelik açısından zengin yapımların içerisinde yüzer olduk.Ancak son birkaç yılın Oscarlarını domine eden "Amerikan Rüyası" saplantısı, törene az da olsa gölge düşürmeye başladı.Milliyetçilik, kahramanlık, ırkçılık ve kölelik temaları üzerinden yapılan bu ABD propagandası, sinemaseverler arasında homurtuların yükselmesine neden oluyor.Somali açıklarındaki gerçek bir korsan saldırısını konu alan ve bu yılki törende büyük şans verileceğini tahmin ettiğimiz Captain Phillips de bu pohpohlamalardan biri.Tabii ki filmin tamamını böyle tanımlayıp üzerinde "zayıfmış" algısı yaratmayı asla istemem.Bourne serisiyle kendine hayli büyük bir hayran kitlesi edinen İngiliz Paul Greengrass'ın yönetmen koltuğunda oturduğu Captain Phillips, üzerindeki milliyetçi kostümü çıkardığında tekil olarak etkileyici durabiliyor.Ancak en iyi film dalı için değerlendirdiğimizde yeterince tatmin etmeyen bir yapım olduğu ortaya çıkıyor.
Yükünü teslim edeceği limana seyri sırasında Somali yakınlarındaki korsanlar tarafından ele geçirilen Amerikan kargo gemisi Maersk Alabama'nın kaptanı Richard Phillips.O ve 20 kişilik mürettebatı 4 korsanla birlikte okyanusun ortasındaki kaosta yalnız kalıyorlar.Önce kedi-fare oyunu olarak başlayan mücadele Amerikan deniz kuvvetlerinin olaya dahil olmasıyla bir kurtarma operasyonuna dönüşüyor.Senarist Billy Ray'in bahsettiğim olayları yazıya döktüğü metni beğenmedimi söyleyerek başlayayım.Korsanların lideri Muse ve Kaptan Phillips hakkında bilmek istediklerimiz çok yüzeysel işlenmiş ve izleyici üzerinde herhangi bir duygusal etki yaratmamışlar.Oysa karakterlere daha fazla odaklanılıp hikayeleri dramatize edilebilirdi."Kim bu adamlar, geçmişlerinde nasıl bir dram var" sorularının cevabını detaylı olarak almak isterdim.Bunları öğrenebileceğimiz bol bol zaman da vardı filmin içerisinde.Ancak onun yerine geminin filikasında boş boş zaman harcanmış ve aynı tarz diyolaglar tekrarlanmış, böylece senaryo derinliği pas geçilmiş.Oluşan boş alanlar hiç kullanılmamış ve film gereksiz yere uzatılmış.Bu durum da ister istemez izleyicinin gözüne batıyor.Aslında bu, senaristle yönetmen arasındaki uyumsuzluğun işareti de olabilir.Hiç senaryoda olmayan bu sahneler Greengrass tarafından eklenmiştir belki, bunu bilemiyorum.Ancak bildiğim bir şey varsa o da Akademi'nin filmin senaryosuna şans verecek gibi durması.Metnin Amerikan propagandası yapıyor olması bunun en önemli nedeni.
İşin içerisinde korsan saldırısı olunca izleyici de biraz olsun aksiyon bekliyor.Filmimiz bu anlamda çok dozunda, o nedenle yönetmen Paul Greengrass'ın hakkını teslim edebiliriz.Özellikle gemi ve bot arasında yaşanan kovalamacadaki dinamik tarzını çok beğendim.Zaten kendisi aksiyon konusunda her zaman tatmin ediyor, bunu kabul etmek lazım.Ancak bu başarısını filmin geneline yayamıyor ne yazık ki.Aksiyonun dışına çıktığı her an sıradan kalıyor.Yapımın temposunun ağırlık noktası da kayıyor bu nedenle.Böyle bakıldığında filme yaptığı ekstra bir katkı, bir farklılık olmadığını düşünüyorum.Kulislerde kendisine şans verilse de benim bu yılki ilk 5'imde yer alması zor gibi.Yapımın en iyi tarafının kurgusu olduğunu da paragrafa ekleyeyim.Oscarlı Christopher Rouse iyi bir iş çıkarmış bu noktada.
Captain Phillips'in dikkatleri üzerine çeken asıl yanı, girişte de bahsettiğim Amerikan milliyetçiliği destekli altyapısı.Özellikle sonlara doğru tamamen ABD'nin askeri şovuna ve güç gösterisine dönüşüyor film.Odağın sade bir kaçırılma hikyesinden böyle bir yere çekilmesi şahsen beni rahatsız etti.Eminim birçok seyirci de benimle aynı şeyleri hissetmiştir.Ancak Akademi'nin gözüne girmek için bu tarz altyapıları kurmak farz olmuş durumda.Bariz eksiklikleri bulunan yapım, Amerika'nın zaferiyle sonuçlanan bir kahramanlık hikayesi olmasaydı film dalının adayları arasında gösterilmezdi bence.
Gelelim kaptan Richard Phillips rolündeki Tom Hanks'e.Kendisine her zaman bayılmışımdır, hayranlığımı hiçbir zaman gizlemem.Filmin genelinde sıradan takılan usta oyuncu sadece son sahnede devleşmiş.Arkadan giren müziğin de eklenmesiyle duygu patlamasının yaşandığı bir atmosfer oluşmuş.Tüm filmi kesip sadece bu son sahneyi izleseniz "ne muazzam bir filmi kaçırmışım" dersiniz, o derece etkileyici.Ancak bu final performansı kendisine Oscar adaylığı için yetmeyebilir.Saving Mr. Banks'teki rolüyle yardımcı oyuncu dalındaki adaylığına kesin gözüyle baktığım Hanks, ana oyunculuk dalında da yer alırsa ilginç bir görüntü yaşamış olacağız.Ben yine de aday olursa geçtiğimiz sene "En İyi Erkek Oyuncu" dalında izlediğimiz Denzel Washington gibi vasat kalmasından endişe ediyorum.Zira Washington da Flight'daki tek bir sahne sayesinde yarışmaya hak kazanmıştı.Bir parantez de Somalili korsan Muse rolündeki Barkhad Abdi'ye.Kendisi filmin en canlı ismi olmuş, performansı çok gerçekçi.Bu sene oyunculuk dalında aday olarak görsem hiç şaşırmam hatta çok mutlu olurum.Bundan sonra önüne çıkacak şansları iyi değerlendirebileceğini düşünüyorum.
Captain Phillips otoritelerin abarttığı kadar yok.Ortalama üstü bir film görünümünde.İkinci defa izlenecek derinlikte bir kompozisyon olduğunu düşünmüyorum.Ancak "Amerikan Rüyası" iteklemesiyle bir yerlere getirileceği kesin.Yine de bu eleştiriyi yaparken suçu biraz kendimizde arayalım.Her yıl aylarca konuştuğumuz Oscarlar onların ödülleri değil mi?
22 Ekim 2013 Salı
OSCAR KAPIŞMALARI REMAKE: EN İYİ FİLMLER VOL.2
Blogumu takip edenler eski Oscar yıllarındaki filmleri yeniden karşı karşıya getirip yarıştırdığım bir dosya hazırladığımı bilirler.Geçtiğimiz haftalarda bu dosyanın ilk bölümünü yayınlamış, 1977-1995 ve 2010 yıllarını ele almıştım.Yazı dizime ikinci bölümüyle devam ediyorum.Dosyanın bu bölümünde 1981, 1998, 2006 ve 2011 yıllarını mercek altına aldım.Sonuçlarıma göre yine fikir ve düşüncelerimizi karşılaştırma şansı bulacağımıza inanıyorum.
Dosyanın ilk bölümüne buradan ulaşarak kategoriler ve puanlama hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz.
Sözü fazla uzatmadan kapışmalarımıza geçiyorum.
1981
Kapışma: Ordinary People - The Elephant Man - Raging Bull
"En İyi Film" Ödülünün Sahibi: Ordinary People
Güçlü ve ses getirmiş yapımların bulunduğu bir yıldayız.O sene yapılan törende En İyi Film dalında 5 film yarışıyordu: Ordinary People, Coal Miner's Daughter, Raging Bull, The Elephant Man ve Tess.Rekabet anlamında Ordinary People, Raging Bull ve The Elephant Man diğer filmlere göre daha öne çıkıyordu.Remake 1981 analizimde bu üç filmi kapıştıracağım.
Ordinary People tipik 80'ler tarzını yansıtıyordu.Raging Bull ve The Elephant Man ise hikayelerinin geçtiği yıllara uyum sağlamak açısından 80'lerin teknolojisinden uzak ve siyah-beyaz çekilmişti.Rocky ile büyük başarı yakalamış prodükterler Robert Chartoff ve Irwin Winkler, bu sefer şanslarını başka bir boks hikayesi olan Raging Bull ile deniyorlardı.Ödül töreni sonunda yılın en iyi filmi Ordinary People oluyor ancak tartışmalar bitmiyordu.Yaptığım Remake 1981 ile burada kimin galip geleceğine bakalım.
Ordinary People tipik 80'ler tarzını yansıtıyordu.Raging Bull ve The Elephant Man ise hikayelerinin geçtiği yıllara uyum sağlamak açısından 80'lerin teknolojisinden uzak ve siyah-beyaz çekilmişti.Rocky ile büyük başarı yakalamış prodükterler Robert Chartoff ve Irwin Winkler, bu sefer şanslarını başka bir boks hikayesi olan Raging Bull ile deniyorlardı.Ödül töreni sonunda yılın en iyi filmi Ordinary People oluyor ancak tartışmalar bitmiyordu.Yaptığım Remake 1981 ile burada kimin galip geleceğine bakalım.
Puanlama hakkında not: Bir kategoride en yüksek puan 5, en düşük puan 1'dir.İlgili kategorinin kazananı en yüksek puan olan 5'i alır.
Hikaye Yapısı ve Orijinalliği: Yönetmenliğini David Lynch'in yaptığı The Elephant Man'in hikayesi 1880'lerin Londra'sında geçiyordu.Cerrah Frederick Treves'in, fiziği feci şekilde deforme olmuş halde dünyaya gelen ve bu yüzden hayvan muamelesi gören "Fil Adam" lakaplı John Merick'e yardım elini uzatmasını konu alıyordu.Robert Redford'un Ordinary People'ında büyük oğullarını kaybetmiş bir ailenin psikolojik dramı vardı.Martin Scorsese'nin filmi Raging Bull ise hırsı ve yeteneğiyle Dünya Orta Siklet Boks Şampiyonu ünvanına oynayan ancak agresif karakteri nedeniyle özel hayatını mahveden boksör Jake La Motta'nın hikayesiydi.Üç film de hikaye yapısı açısından güçlülerdi. Ancak The Elephant Man'in daha orijinal bir fikir üzerine kurgulanması onu rakiplerinin önüne geçiyordu.O nedenle bu kategoride en yüksek puanı The Elephant Man alıyor benden.
The Elephant Man Puanı: 5
Ordinary People Puanı: 4
Raging Bull Puanı: 4
Senaryo: Benim bu kategorideki galibim Ordinary People.Judith Guest'in romanından uyarlanan filmin senaryosu son derece derin işlenmiş.Jarrett ailesinin yaşadığı trajik olay sonrası içinde bulundukları durum çok detaylı bir analizle aktarılmış.Özellikle ailenin küçük oğlu Conrad'ın psiklojisindeki büyük travmanın sonuçlarına net bir görüş açısıyla tanık oluyor seyirci.Zaten bu başarıdan dolayı filmin senaryosunu yazan Alvin Sargent, "En İyi Uyarlama Senaryo" ödülüne layık görüldü.Raging Bull'un senaryosu da eksiklerine rağmen hikayeye eşlik ediyor.Açıklarını oyunculuk başarısıyla kapatıyor.The Elephant Man'i senaryo açısından zayıf görüyorum.Böyle dram yüklü bir hikayenin çok daha ayrıntılı ve derin işlenmesi gerekirdi.O nedenle en düşük puan The Elephant Man'e gidiyor.
Ordinary People Puanı: 5
Raging Bull Puanı: 3
The Elephant Man Puanı: 2
Kurgu: Bu kategoride açık ara favorim Raging Bull.Çünkü filmde dünyaca ünlü kurgu üstadı Thelma Schoonmaker var.Scorsese'nin De Niro ve DiCaprio'ya taktığı gibi Schoonmaker'a da taktığını biliyoruz.Her filminin kurgusunu bu çok güvendiği hanımefendiye veriyor.Schoonmaker'ın kariyerinde kazandığı 3 Oscar'dan biri Raging Bull ile geldi.Filmin başarısına teknik anlamda verdiği katkıyı tartışmaya gerek yok.The Elephant Man ve Ordinary People'ın asla bir kurgu harikası olmadığı da aşikar.Raging Bull bu kategoride 5 puanı kapıyor.
Raging Bull Puanı: 5
The Elephant Man Puanı: 3
Ordinary People Puanı: 2
Oyunculuk: Oyunculuk kategorisinde The Elephant Man'i anında eliyorum.Frederick Treves rolündeki Anthony Hopkins en sıradan performanslarından birini gerçekleştirmiş.Biraz Hannah Gordon kımıldanıyor ancak o da yetersiz.Bu kategoride kapışacak filmlerimiz Ordinary People ve Raging Bull.Ordinary People'da Conrad Jarrett'i canlandıran Timothy Hutton muazzam bir oyunculuk sergilemiş.Conrad'ın travmalarından doğan duygu patlamalarını birebir yansıtmayı başarmış, filmi tek başına sürüklemiş.Bu performansı onu "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu" dalında mutlu sona ulaştırmıştı (Gerçi nasıl yardımcı oyuncu olarak görülüyor o da merak konusu.Bariz başrol konumu var filmde.).Ancak burada kimse Robert De Niro'nun La Motta performansına yaklaşamaz.Eğer De Niro'ya aşık olmak istiyorsanız Raging Bull'u izlemelisiniz.Kariyerinin en başarılı işini bu filmde çıkardığına inanıyorum.Bu kadar inandırıcı, gerçekçi ve canlı bir performansa zor rastlanır.Sadece o senenin değil tüm Oscar tarihinin en iyi oyunculuk örneklerinden biri olduğunu söyleyebiliriz.De Niro'nun insanüstü performansına Donald Sutherland ve Mary Tyler Moore'un Ordinary People'daki albenisiz oyunculukları da eklenince kazanan Raging Bull oluyor.
Raging Bull Puanı: 5
Ordinary People Puanı: 4
The Elephant Man Puanı: 2
Müzikler: Müzik konusunda üç filmde soluk kalıyor.Müzisyenlerin çalışmaları yapımlarda çok büyük rol oynamamış.Burada kararımı etkileyen tek şey The Elephant Man'de duyduğum Samuel Barber eseri Adagio For Strings oldu.Çok önemli bir sahnede giren bu şarkı puanımı The Elephant Man'e götürdü.
The Elephant Man Puanı: 5
Raging Bull Puanı: 3
Ordinary People Puanı: 3
Sürükleyicilik ve Duygu Aktarımı: Kritik bir katogorideyiz.Dosyanın ilk bölümünde de söylediğim gibi yönetmen, senaryo, oyunculuk ve kurgunun ortak etkisi burayı şekillendiriyor.Üç filmin de vermek istedikleri duyguyu son derece tesirli bir biçimde ilettiklerini düşünüyorum.John Merick'in dramından, Jarrett ailesinin iç savaşından ve Jake La Motta'nın özel hayatındaki çöküşten almamız gerekenleri alıyoruz.Ancak Ordinary People'ın ağır temposu ve The Elephant Man'in senaryosundaki eksikler nedeniyle darbe alan sürükleyicilik öğesi, Raging Bull'da güçleniyor.Bu nedenle Martin Scorsese'nin eseri son kategoride üstünlüğü ele geçiriyor.
Raging Bull Puanı: 5
The Elephant Man Puanı: 4
Ordinary People Puanı: 4
6 kategorinin puanlarının toplamı:
Raging Bull Puanı: 25
Ordinary People Puanı: 22
The Elephant Man Puanı: 21
Puanlama sonuçlarına göre Raging Bull, ipi göğüsleyerek Remake 1981'i kazanıyor.Ordinary People'ı tahtından ediyor.
REMAKE GALİBİ: RAGING BULL
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
1998
Kapışma: Titanic - As Good As It Gets - L.A. Confidential - Good Will Hunting
"En İyi Film" Ödülünün Sahibi: Titanic
Oscar tarihine damgasını vurmuş bir sene.Titanic 11 dalda aldığı Oscar ile geceyi domine etmiş, tüm Akademi tarihinin en çok ödül almış 3 filmden biri olmuştu (diğerleri Ben-Hur (1960) ve Lord of the Rings: The Return of the King (2004) idi.).Ancak en iyi film dalında yabana atılmaması gereken 4 film daha vardı:As Good As It Gets (Yön: James L. Brooks), L.A. Confidential (Yön: Curtis Hanson), Good Will Hunting (Yön: Gus Van Sant) ve The Full Monty.Remake 1998'de The Full Monty'i dışarıda bırakarak geriye kalan 4 filmi kapıştırıyorum.Bakalım kazanan kim olacak.
Puanlama hakkında not: Bir kategoride en yüksek puan 5, en düşük puan 1'dir.İlgili kategorinin kazananı en yüksek puan olan 5'i alır.
Hikaye Yapısı ve Orijinalliği: 1998 sayesinde muhteşem hikayelerin içine düşüyoruz.Titanic ile başlayalım.Dev transatlantiğin başına gelen olaylar daha önce beyazperdeye uyarlanmıştı.O yüzden buna orijinal bir fikir diyemeyiz.James Cameron'un Titanic'i farklı bir aşk hikayesi oluştursa da diğer üç filmin gücü burada yoktu.Obsesif-kompulsif bozukluktan müzdarip misantropik yazar Melvin Udall, gay ressam Simon Bishop ve garson Carol Connelly'nin iç içe geçen yaşamları çok ilginç ve orijinal bir yapıyı işaret ediyordu As Good As It Gets için.1950'li yıllardan bir hikaye seçen L.A. Confidential, Los Angeles Polis Departmanı'ndaki yozlaşmaya dikkat çekiyordu.Good Will Hunting'de ise sorumsuz bir yaşam süren matematik dehası genç Will Hunting'in psikologu Sean Maguire ile kurduğu dostluk ele alınıyordu.Bu üç yapım da hikaye yapısı olarak son derece dikkat çekici işlerdi.Karar vermek çok zor da olsa Good Will Hunting'in orijinallik açısından biraz daha önde olduğunu düşünüyorum.Bu nedenle büyük puanım kıl payı farkla Good Will Hunting'e gidiyor.
Good Will Hunting Puanı: 5
L.A. Confidential Puanı: 4
As Good As It Gets Puanı: 4
Titanic Puanı: 3
Senaryo: O seneki Akademi Ödül Töreni'nde orijinal senaryo ödülü Good Will Hunting'e, uyarlama senaryo ödülü L.A. Confidential'a gitmişti.Ben de çok farklı düşünmüyorum.Good Will Hunting'in senaryosunu hazırlayan Matt Damon ve Ben Affleck, karakterlerin altını doldurup oyunculuklara alan yaratmışlar.Bu nedenle çok zengin bir altyapı çıkmış ortaya.L.A. Confidential ise çok zekice kaleme alınmış.Yazarlar Brian Helgeland ve Curtis Hanson, hiç boşluk bırakmayan ve izleyicinin aklını meşgul eden bir dil kullanmışlar.As Good As It Gets de dolu ve akıcı bir senaryoya sahipti ancak bahsettiğim iki filmin bir adım gerisinde kaldı.Titanic'in senaryosu asla ortalama değil ancak 195 dakikalık bir film için de muazzam denemez.Bu kategoride L.A. Confidential'in zekası Good Will Hunting'i geçiyor ve benden 5 puanı kapıyor.
L.A. Confidential Puanı: 5
Good Will Hunting Puanı: 4
As Good As It Gets Puanı: 3
Titanic Puanı: 3
Kurgu: Oscar gecesinde kurgu ödülünü Titanic almış olsa da benim galibim hep L.A. Confidential'dı.Hala bu ödülün Titanic'e nasıl gittiğini anlamamışımdır.En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Kurgu üçlüsünü tamamlamak ve James Cameron'a biraz daha yaranmak açısından yapılmış olabileceğini düşünüyorum.Bu kategoride Titanic ikinci tercihim.Richard Marks'ın As Good As It Gets'de çıkardığı işi de beğendiğimi söylemeden edemeyeceğim.Good Will Hunting ise kurgu kategorisinde benim için en sonda.
L.A. Confidential Puanı: 5
Titanic Puanı: 4
As Good As It Gets Puanı: 3
Good Will Hunting Puanı: 2
Oyunculuk: Oyunculuk kategorisinde As Good As It Gets'in rakibi yok.Hangi performanstan başlamalı diye şaşırıyor insan.Jack Nicholson, Helen Hunt, Greg Kinnear, Cuba Gooding Jr. hatta Verdell rolündeki köpek bile şov yapıp ders veriyor.Zaten Nicholson ve Hunt muazzam oyunculukları sayesinde Oscar'ı kazanmışlardı.Böyle etkili ve uyumlu bir takımı yakın zamanda Silver Linings Playbook'ta görmüştük.Eşine az rastlanır bir başarı örneği As Good As It Gets.Oyunculuk kategorisinde ikinci sırayı Good Will Hunting alıyor.Filmin oyunculuğa oldukça elverişli senaryosu, Robin Williams ve Matt Damon'un performansları ile birleşince çok şık bir çalışma çıkıyordu ortaya.L.A. Confidential'da oyunculuk açısından sınıf atlayan bir performans göremedik.Kim Basinger, "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu" dalında Oscar'ı kazanmış olsa da tatmin edici bir sonuç sergilememişti bence.Kate Winslet Titanic'deki Rose karakteri ile sivriliyor, Leonardo DiCaprio ise rakiplerinin performansını uzaktan izlemekle yetiniyordu.
As Good As It Gets Puanı: 5
Good Will Hunting Puanı: 4
Titanic Puanı: 3
L.A. Confidential Puanı: 3
Müzikler: Bu kategoriyi fazla konuşmaya gerek yok.Açık ara Titanic'in üstün olduğunu kabul edelim.Good Will Hunting'de Danny Elfman, L.A. Confidential'de Jerry Goldsmith ve As Good As It Gets'de Hans Zimmer, James Horner'in gerisinde kaldılar.Filmin atmosferini belirginleştiren usta işi eserlerinin yanına "My Heart Will Go On" gibi bir başyapıtı da ekleyen Horner, müzik kategorisinin yüksek puanını Titanic'e getirdi.
Titanic Puanı: 5
As Good As It Gets Puanı: 3
L.A. Confidential Puanı: 3
Good Will Hunting Puanı: 3
Sürükleyicilik ve Duygu Aktarımı: Tüm filmlerin sürükleyiciliği ve duygu aktarımı göz kamaştırıcı.Buradaki galibi belirlemede yönetmenlerin performansı etkili olacak.As Good As It Gets oyunculukları ve senaryosu ile ileri taşıyor kendini.Vermek istediği mesajı veriyor ancak izleyiciyi diğer üç film gibi sürükleyemiyor, akıcılık anlamında onlar kadar kuvvetlenemiyor.Good Will Hunting, genç Will Hunting'in iç dünyasını ve ikilemlerini başarıyla su yüzüne çıkarırken, Sean ile Will arasında kurulan dostluk bağını seyirciyle de oluşturuyor.Duygu aktarımı üst düzey.L.A. Confidential'ın tempolu ve gizemli yapısı seyircideki heyecanı hep üst noktada tutuyor, merak uyandırıyor.Bu nedenle sürükleyicilik öğesi güçlü.Yönetmenler Curtis Hanson ve Gus Van Sant'ın filmlerine katkıları çok büyük.Ancak James Cameron'un Titanic'i hem duygu iletkenliği hem de sürükleyicilik açısından en iyisi.Kendini defalarca izleten, bunu yaparken de hala gözleri nemlendirmeyi başaran bir eser konumunda.Cameron'un yarattığı, görselliği içeriğiyle harmanlamış bu büyülü dünyanın üzerimizdeki etkisini hangimiz inkar edebilirz ki ? Yıllar geçse de tesirini kaybetmeyecek bir yapım olan Titanic, hak ettiği şekilde son kategorinin galibi oluyor.
Titanic Puanı: 5
L.A. Confidential Puanı: 4
Good Will Hunting Puanı: 4
As Good As It Gets Puanı: 3
6 kategorinin puanlarının toplamı:
L.A. Confidential Puanı: 24
Titanic Puanı: 23
Good Will Hunting Puanı: 22
As Good As It Gets Puanı: 21
Görüldüğü üzere yapımlar müthiş bir çekişme yaşamış.Her birinin arasında 1'er puan var.Bu zor mücadelede aradan sıyrılan L.A. Confidential benim için 1998'in en iyi filmi oluyor ve Titanic'i ikinci sıraya itiyor.
Son olarak Titanic gibi başarılı bir eserin IMDB Top 250 içerisinde olması gerektiğini söylemek isterim.
REMAKE GALİBİ: L.A. CONFIDENTIAL
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
2006
Kapışma: Crash - Brokeback Mountain
"En İyi Film" Ödülünün Sahibi: Crash
2006'nın çok heyecanlı geçtiğini söyleyemeyiz.Geçmiş yıllardaki nitelik zenginliğini o sene aday olmuş 5 yapımda görememiz bu durumun oluşmasındaki en büyük neden.
Crash, Capote, Brokeback Mountain, Munich ve Good Night, and Good Luck'ın yarıştığı gecede farklı bir olay örgüsü benimsemiş Crash mutlu sona ulaşmıştı.Konusu nedeniyle dikkatleri üzerine çeken Brokeback Mountain ise uzun bir süre gündemi meşgul etmişti.
O sene yarışan 5 film arasından öne çıkan Crash (Yön: Paul Haggis) ve Brokeback Mountain (Yön: Ang Lee), Remake 2006'da yeniden huzurlarınızda...
Puanlama hakkında not: Bir kategoride en yüksek puan 5, en düşük puan 1'dir.İlgili kategorinin kazananı en yüksek puan olan 5'i alır.
Hikaye Yapısı ve Orijinalliği: Paul Haggis'in yarattığı Crash'in hikayesi değil, hikayecikleri vardı.Farklı karakterlere ve odaklara sahip bu öyküler, iyi kurgulanmış olay zincirleriyle birbirine bağlanıp tek vücutta hayat buluyorlardı.Ancak bu kategoride sadece hikayeyi ele alıyoruz, diğer etkenlerle işimiz yok.Crash'in küçük hikayeleri birleştiklerinde tesirli bir dram oluştursalar da kurgu ve senaryo olmadan farklılaşamıyorlardı.Bu halleriyle bir şey ifade etmiyorlardı.Beraber çobanlık yapan ve iş ilişkileri zamanla aşka dönüşen iki genç adamın öyküsü Brokeback Mountain ise daha dikkat çekici ve can alıcıydı.Cesur bir deneyim izlenimi veriyordu.Bu kategorideki en yüksek puanımı, derli toplu yapısı ve orijinal fikri nedeniyle Brokeback Mountain'in hak ettiğini düşünüyorum.
Brokeback Mountain Puanı: 5
Crash Puanı: 4
Senaryo: O sene iki film de farklı senaryo dallarında Oscar'a uzanmışlardı.Yönetmeni Paul Haggis ve Roberto Moresco'nun yazdığı Crash, yine Haggis'in yarattığı hikayeler zincirinden yola çıkmıştı.Annie Proulx'in kısa hikayesinden uyarlanan Brokeback Mountain ise Larry McMurtry ve Diana Ossana tarafından kaleme alınmıştı.Ben, Haggis ve Moresco ikilisinin Crash'teki hikayeleri başarıyla bağladıklarını, böylece olay örgüleri arasındaki uyumu ve dengeyi ustaca yakaladıklarını düşünüyorum.Filmin ön yargılar ve ırkçılık üzerine kurduğu hassas odağı her yeni sahnede daha da netleşmiş sayelerinde.Brokeback Mountain için aynı övgüleri yapamayacağım.Her ne kadar uyarlama dalında ödülü almış olsa da zorla yazılmış hissi veriyor bana.Çok kısa anlatılabilecek bir konu 135 dakikaya yayılınca kendini tekrar eden sahneler izlemek mecburiyetinde kalıyor seyirci.Uzadıkça uzayan bu kısır döngü, ileride değineceğim sürükleyiciliğe yer yer darbe vurabiliyor.O sene aynı dalda yarıştıkları Munich'in Tony Kushner ve Eric Roth tarafından yazılmış senaryosu bundan daha iyiydi.Tüm bu yorumları toparladığımda Crash'in Brokeback Mountain'den 2 gömlek üstün olduğunu görüyorum.
Crash Puanı: 5
Brokeback Mountain Puanı: 3
Kurgu: Kurgu açısından Crash büyük bir farkla önde.O sene hiçbir yapım bu dalda Crash'le yarışamazdı bana göre.Evet, senaryonun dolambaçlı tarzı kurguya gol için çok klas bir asist yapıyor olabilir ancak bu asla Hughes Winborne'un yaptığı işi basitleştirmiyor.Kendisini Seven Pounds'da da çok beğendiğimi söylemek isterim.Brokeback Mountain kurgu kategorisinde hiç öne çıkmıyor maalesef.
Crash Puanı: 5
Brokeback Mountain Puanı: 2
Oyunculuk: Crash, oyuncu açısından oldukça zengin.Sandra Bullock, Matt Dillon, Terrence Howard ve Don Cheadle bunlardan birkaçı.Farklı farklı birçok hikaye ele alındığından çok doğal bir sonuç bu.Ancak bu bolluk bir bütün ediyor mu diye sorarsanız cevabım hayır olacak.Beni derinden etkileyip derbeder eden biri olmadı ne yazık ki.Brokeback Mountain'in en net sivrildiği kategori burası.Hikayenin birbirine tutkuyla aşık iki erkek üzerine kurulu olması sanırım yeterli bir sebep bunun için.Altından kalkmanın zor olduğu böyle uç ve hassas roller, kariyerleri boyunca aktörlere bir defa denk gelir veya hiç gelmez.Bu şansı iyi kullanmak gerekir.Merhum Heath Ledger ve Jake Gyllenhaal'ın bunu harikulade yaptığını görüyoruz.Özellikle birbirlerine sert davrandıkları aşk sahnelerinde tutkuyu iliklerinize kadar hissediyorsunuz.Bu tarz rolleri canlandırabilenlere her zaman saygım sonsuzdur.Ledger ve Gyllenhaal'ın başarılı performansları bu kategoride galibiyeti Brokeback Mountain'e getiriyor.
Brokeback Mountain Puanı: 5
Crash Puanı: 3
Müzikler: Babel'de yaptığı müziklere bayıldığım Arjantinli Gustavo Santaolalla, Brokeback Mountain'da da yukarıya oynamış.Filmdeki hafif dingin ve melankolik hava kendisi sayesinde desteklenmiş.Bu anlamda Crash'teki Mark Isham'a üstün geldiğini söylersek yalan olmaz.Crash filmi, "In The Deep" dışında hatrı sayılır bir çalışma iletemiyor izleyicisi ve dinleyicisine.
Brokeback Mountain Puanı: 5
Crash Puanı: 3
Sürükleyicilik ve Duygu Aktarımı: Brokeback Mountain, kurgusu ve senaryosundaki eksiklerin bedelini bu kategoride ödüyor.Usta isim Ang Lee de filmi kurtaramıyor.O sene Oscar'a uzanan, çok sevdiğim yönetmenin Life of Pi'ye yaptığı katkıyı bu filmde göremedim.Yapımın hem uyarlama senaryo hem de yönetmenlik dalında Oscar almış olması kimseyi şaşırtmasın.Bu, Brokeback Mountain'in yeterli olduğu anlamına gelmiyor ne yazık ki.Film boyunca tutkuyu hissettim ancak hüznü hissedemedim.Senaryo kategorisinde de söylediğim gibi kendini fazla tekrarlayan sahneler nedeniyle duygu iletiminin yanında sürükleyicilik de zarar görmüş açıkçacı.Bu pencereden Crash'e bakalım.Siyah-beyaz çatışmasına parmak basarak ön yargıların ve ufak kararların nelere mal olduğunu aktaran film bir duygu seli mi? Hayır.Ancak mesajını yüreklere dokunarak vermeyi Brokeback Mountain'den daha iyi başarıyor.Sürükleyicilik açısından zaten Crash'in önde olduğunda sanırım herkes hemfikir olacaktır.Birbirini zamanla tamamlayan hikayelerin akıcılığı izleyicinin merakını tetikliyor, heyecanın artmasında önemli rol oynuyor.Film bu anlamda bir başyapıt olmasa da rakibini rahatlıkla alt ediyor.
Crash Puanı: 5
Brokeback Mountain Puanı: 3
6 kategorinin puanlarının toplamı:
Crash Puanı: 25
Brokeback Mountain Puanı: 23
Sonuçlara baktığımızda Crash'in az bir farkla Brokeback Mountain'i geçip zafere ulaştığını görüyoruz.
REMAKE GALİBİ: CRASH
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
2011
Kapışma: The King's Speech - Inception - Black Swan - The Social Network
"En İyi Film" Ödülünün Sahibi: The King's Speech
Son yıllarda izlediğim en keyifli ve heyecanlı Oscar törenlerinden biriydi.En iyi film dalı bir hayli kalabalıktı, tam 10 yapım bu kategoride yarışıyordu.The King's Speech, Inception, Black Swan, The Social Network, 127 Hours, The Fighter, The Kids Are All Right, Toy Story 3, True Grit ve Winter's Bone arasından sıyrılan The King's Speech geceyi en prestijli ödülle kapatmayı başarıyordu.
Benim için o sene öne çıkan 4 film vardı: The King's Speech (Yön: Tom Hooper), Inception (Yön: Christopher Nolan), Black Swan (Yön: Darren Aronofsky) ve The Social Network (Yön: David Fincher).Remake 2011'de bu yapımları yeniden kapıştırıyorum.
Benim için o sene öne çıkan 4 film vardı: The King's Speech (Yön: Tom Hooper), Inception (Yön: Christopher Nolan), Black Swan (Yön: Darren Aronofsky) ve The Social Network (Yön: David Fincher).Remake 2011'de bu yapımları yeniden kapıştırıyorum.
Puanlama hakkında not: Bir kategoride en yüksek puan 5, en düşük puan 1'dir.İlgili kategorinin kazananı en yüksek puan olan 5'i alır.
Hikaye Yapısı ve Orijinalliği: Dört yapımın da hikayesini çekici kılacak yanları vardı.Facebook'un yaratılış öyküsünü beyaz perdeye taşıyan David Fincher, The Social Network ile heyecan veriyordu.Bir tür konuşma bozukluğu nedeniyle halkına hitap edemeyen ve bu durumun üstesinden gelebilmek adına tedavi görmeye başlayan Britanya Kralı 6.George'nin The King's Speech'teki hikayesi, Tom Hooper'ın ellerinde şekilleniyordu.Darren Aronofsky'nin Black Swan'ı ise modern "Kuğu Gölü Balesi" sahnesi üzerinde çok etkileyici bir psikolojik gerilim tecrübesi vadediyordu.Benim için Black Swan'ın hikayesi önceki 2 yapıma oranla biraz daha orijinal.Ancak Inception'un rüyalar üzerine kurulu fantastik hikayesi hepsini solluyor.Hem çok sağlam bir yapısı var hem de müthiş bir fikir.Christopher Nolan'ın olduğu yerde hikaye kategorisindeki yüksek puanın başka yere gidebileceğini düşünemezdik herhalde.
Inception Puanı: 5
Black Swan Puanı: 4
The King's Speech Puanı: 3
The Social Network Puanı: 3
Senaryo: Bu dalda da yapımların tamamı çok güçlü.Hepsinin ayrıntılı ve detaylı çalışıldığı aşikar.Aaron Sorkin'in kaleme aldığı The Social Network, o yıl uyarlama senaryo dalında Oscar'ı kapmıştı.The King's Speech ise orijinal senaryo ödülünü David Seidler'e kazandırıyordu.Black Swan'ın senaryosu başka bir yıl yarışsa belki ödülü alabilirdi fakat diğer üç rakibi öyle gözümü kamaştırdı ki kendisine bir adım geride yer verdim.Geriye kalan üç yapım arasında ise çok gidip geldim.Nolan'ın senaryosu nefes kesiyor, The Social Network baş döndürüyor, The King's Speech ekrana kitliyordu.Uzun bir muhakame sonucu en derin işin çıktığına inandığım The King's Speech'ten yana kullanıyorum tercihimi.
The King's Speech Puanı: 5
The Social Network Puanı: 4
Inception Puanı: 4
Black Swan Puanı: 3
Kurgu: Bu kategoride The Social Network'ün ağır bastığını söylemek lazım.Uzun bir süre David Fincher'la beraber çalışacaklarmış gibi görünen Kirk Baxter ve Angus Wall tüm yapımın kalbi olmuşlar.Çapraz kurguya bağlanan sahne geçişleri ve zamanlamaların mükemmele yakın olduğunu düşünüyorum.The Social Network'ü Andrew Weisblum'un başarıyla kurguladığı Black Swan izliyor.The King's Speech ve Akademi'nin bu dalda şans vermediği Inception'ın asla yabana atılmaması gerektiğini de ekleyelim.
The Social Network Puanı: 5
Black Swan Puanı: 4
Inception Puanı: 3
The King's Speech Puanı: 3
Oyunculuk: Inception ve The Social Network'deki oyunculuk performansları Black Swan ve The King's Speech gibi göz kamaştıramıyor.Bu kategorinin yıldızları kralımız ve siyah kuğumuz.Colin Firth, Kral 6. George rolünde adeta döktürmüş.Konuşma bozukluğu olan bir karakteri canlandırmanın zorluğunu kafamda bile kurgulayamazken kendisi bu rolü güle oynaya kotarıyor.Aynı rahatlıkla Oscar'ı da aldı zaten.Peki ya performansıyla en iyi kadın oyuncu olan Natalie Portman'a ne demeli? Mükemmelliyetçi bir karakterin başarı için kendini zorlarken hastalıklı bir beyne dönüşüp karanlık yanlarını keşfetmesi herhalde ancak bu kadar inandırıcı işlenebilirdi.Portman'ın sunduğu kompozisyonun eşine veya benzerine az rastlanır.Evet, Colin Firth'e hayran kaldım ancak Portman'a taptım, sayesinde başka yerlere sürüklendim.O nedenle bu kategoride en yüksek puanımı Black Swan'a verdim.
Black Swan Puanı: 5
The King's Speech Puanı: 4
The Social Network Puanı: 3
Inception Puanı: 3
Müzikler: Trent Reznor ve Atticus Ross'un The Social Network'de harikalar yarattığını söylersek yanılmış olmayız.Özellikle Reznor'un adını Fincher'a sabitleneceği için daha çoook duyacağız.8 Oscar adaylığından sadece 1 ödül çıkarabilen üstad Hans Zimmer, Inception ile yine bu kategorinin üst sıralarında.Fransız müzisyen Alexandre Desplat'ın da bu kategoride iddialı olduğunu hatta The King's Speech ile Oscar'ı çok zorladığını düşünenlerdenim.Çok beğendiğim Clint Mansell ise Black Swan ile bu kategoride biraz geride kalıyor.
The Social Network Puanı: 5
Inception Puanı: 4
The King's Speech Puanı: 4
Black Swan Puanı: 3
Sürükleyicilik ve Duygu Aktarımı: En kritik kategori ve seçim yapmak yine zor.The Social Network'ü burada en geriye yerleştirdim.Sürükleyici yapısı gayet başarılı ancak seyirciyi duygu yoğunluğu açısından diğer devler kadar etkileyemiyor.Başka bir yıl yarışsa belki şansı çok daha fazla olurdu.Inception'un karmaşık yapısı ve orijinal felsefesi izleyicide merak uyandırırken, temposu ve olay örgüsü de heyecanı katlıyor.Nolan'ın etkisi her sahnede hissediliyor."Bu hikayeyi sıkmadan nasıl anlatabilirler ki ?" diye düşündüğümüz The King's Speech'in oyunculukları ve senaryosu muazzam olunca film de akıp gidiyor.Azimle gelen başarı öyküsü seyirciyi duygulandırmaya yetiyor.Ancak sıra kategorinin galibinden konuşmaya gelince her şey Black Swan'ı işaret ediyor.Karanlık ve kasvetli atmosfer, muazzam kotarılmış bir oyunculuk, hiç sekteye uğramadan ilerleyen bir tempo.Tüm bunlara bir tutam da Aronofsky eklenince çok sert ve silkeleyici bir psikolojik gerilim izliyoruz.Black Swan'ın seyirci üzerindeki algı gücü onu bu kategorinin zirvesine çıkarmaya yetiyor.
Black Swan Puanı: 5
Inception Puanı: 4
The King's Speech Puanı: 4
The Social Network Puanı: 3
6 kategorinin puanlarının toplamı:
Black Swan Puanı: 24
Inception Puanı: 23
The King's Speech Puanı: 23
The Social Network Puanı: 23
Gerçekten muazzam bir çekişme yaşandı.Üç yapım eşit puanda kalırken Black Swan 1 puan farkla rakiplerini geride bırakıp benim gözümde Remake 2011'in şampiyonu oldu.Yine orijinal sonuçtan farklı bir final yapmış oldum böylece.
4 yıla ait kapışmalarla alakalı fikir ve yorumlarınızı bekliyorum.Yazı dizim ilerleyen haftalarda 3. bölümü ile devam edecek.
REMAKE GALİBİ: BLACK SWAN
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)