Oscar filmleri nedeniyle çok yoğun geçen bir ay oldu sinemaseverler adına.Birbirinden güzel yapımları kaçırmamak için sinema sinema koşturdum ben de haliye.Biraz yorucu oldu ama sonuca baktığımda buna değdiğini görüyorum.Bu ay tam 6 filmi sinemada izleme şansı buldum.Şimdi kısa kısa bu filmlere bir göz atalım.
The Artist – Artist : Oscar gecesine damga vuran The Artist’le başlayalım.En İyi Film,En İyi Yönetmen ve En İyi Erkek Oyuncu başta olmak üzere 5 dalda ödülleri toplayan yapım,sessiz film olma özelliğini taşıyor.Konunun merkezinde çok ünlü bir sessiz film yıldızı olan George Valentin (Jean Dujardin) ile aktrist olmaya karar veren Peppy Miller’ın (Bérénice Bejo) aşk hikayesi var.Öykünün devamında sessiz filmlerin modası geçiyor ve Valentin’in şöhreti bitiyor.Diğer yanda ise yeni çekilen sesli filmlerle Miller’ın yıldızı parlıyor.İkilinin aşk hikayesi de bundan sonra alevleniyor.Yapıma baktığınızda Oscar için çekilmiş olduğunu çok net anlıyorsunuz.Eski dönemlerden gelen sessiz film fikrinin kullanılması zaten bunu gösteriyor.Akademi’nin böyle farklı eserlere zaafı olduğunu biliyoruz.Bu tarz bir yapımda oyunculukların muhteşem olması lazım ki bunun çok iyi kotarıldığı ortada.Sanatsal açıdan baktığımızda da çok estetik bir yapım olduğunu görüyoruz.Alışılmışın dışındaki tarzı sayesinde sinema sanatının tamamını en çıplak haliyle görmemizi sağlayan bu filmin aldığı ödülleri hak ettiğini söylerken hikayenin klişeden öte olduğuna da değinmek gerek.Asıl oyuncuların yerine Ediz Hun ve Hülya Koçyiğit’i koysak Yeşilçam filmi diye yutturabiliriz.Sırf hikaye klişeliği yüzünden unutulmaz bir yapım olma şansını kaybediyor.Bu sene bir çok dalda Oscar’ı aldı çünkü çok tehlikeli bir rakibi yoktu.Ancak geçen sene alsaydı o zaman büyük haksızlık olurdu.Sonuç olarak başarılı bir yapım ama gereğinden fazla abartıldığını düşünüyorum.

My Week With Marilyn – Marilyn İle Bir Hafta : Ayın başka bir dram örneği olan My Week with Marilyn’in hikayesi,Marilyn Monroe’nun en parlak döneminde geçiyor.Konu bir sinema aşığı olan Colin Clark’ın (Eddie Redmayne) okulunu bırakıp setlerde çalışmaya başlaması ve bu dönemde Marilyn Monroe (Michelle Williams) ile tanışması etrafında şekilleniyor.Zamanla Monroe ve Clark arasında duygusal olduğu kadar tuhaf da bir bağ kuruluyor.Monroe’nun ruhsal sorunlarının olduğu ve şizofren sanrılar yaşadığı bu dönemde Clark,ondaki gerçek güzelliği görebilen tek kişi konumunda.Her ünlü gibi dışarıdan kusursuz gözüken Monroe’nun aslında ne kadar yalnız olduğuna ve bu yalnızlığı saklayan surlardan içeriye sadece Clark’ın girebildiğine şahit oluyoruz.Filmi size böyle anlattığıma bakmayın,yapım çekicilikten uzak.Yüksek beklentilerle izlendiğinde hayal kırıklığı yaratıyor.Hollywood’un artık en sıradan hikayeyi bile film yapmaya çalışmasının sonuçlarından biri daha.Zorlama bir çalışma olmuş.Sanki Marilyn Monroe ile ilgili bir film çekme mecburiyeti varmış da o yüzden yapılmış gibi.Klasik dram teması üzerine pek bir şey ekleyememiş ne yazık ki.Kesinlikle isminin gerisinde kalmış.Oyunculukları dışında kayda değer bir şey yok açıkçası.Eğer Marilyn Monroe hayranı değilseniz sizin için zaman kaybı oluyor.Şahsen ben sıkıldım.Başka bir bahara diyelim.
Fetih 1453 : Fetih 1453 artık Türkiye’de kaliteli görselliğe sahip filmler de yapılabildiğinin kanıtı olarak karşımızda duruyor.Yapım gösterime girdiği ilk günden beri olumsuz yönde eleştiriler almakta.Ama ben bunlara kesinlikle katılmıyorum.Öncelikle karşımda beklentilerimin çok üstünde bir film bulduğumu söylemeliyim.Efektleri,savaş sahneleri,müzikleri,kostümleri ve yakaladığı atmosferiyle son derece başarılı bir yapım olmuş.17 milyon dolarlık bütçe ile bunca alanda başarılı olabilmek çok önemli.Bu tarz filmlerin Hollywood’daki bütçesi 150 milyon dolarlardan başlıyor.Bu da göz önüne alınınca yapımın başarısını daha iyi anlıyoruz.Ne kadar kullanılacağını merak ettiğim alaturkalık ve din propagandası dozunda.Filmin en zayıf yönü oyunculukları.Bazı isimler rollerinin hakkını verirken bazıları idare eder düzeyde kalmış.Ancak bir çok alanda başarılı olan yapımda bunlar göz ardı edilebilir.Bu eleştiriye rağmen bazı sahnelerdeki oyunculukların başarılı olduğunu da görebiliyoruz.Fatih’in son taarruz öncesi askerlerine yaptığı konuşma ve Ulubatlı Hasan’ın sancağı surlara dikmesinde olduğu gibi.Bir başka konu ise Fatih Sultan Mehmet’in hikayede daha arka planda kalmış olması.Ulubatlı Hasan çok daha fazla ön plana çıkmakta.Bunu eksik yön olarak görmeli miyiz pek emin değilim açıkçası.Toparlarsak film çok başarılı,çok beğendim.İçinde tarihi yanlışlıklar olduğu yönündeki eleştirileri çok fazla dikkate almamak gerek.Üzerinde çok çalışıldığı net bir şekilde belli oluyor.Emek veren herkese teşekkür etmek lazım.

