27 Eylül 2012 Perşembe

OLD BOY


Türkçe adı: İhtiyar Delikanlı
Yapım: Güney Kore
Gösterime girdiği sene: 2003
Türkiye’de gösterime girdiği sene: 2004
Tür: Dram,Gizem,Gerilim
Yönetmen: Chan-wook Park
Senaryo: Garon Tsuchiya (hikaye) , Nobuaki Minegishi (çizgi roman) , Jo-yun Hwang,Chun-hyeong Lim,Joon-hyung Lim,Chan-wook Park (senaryo)
Oyuncular: Min-Sik Choi,Ji-Tae Yu,Hye-Jeong Kang
Süre: 120 dk.
IMDB puanı: 8.4/10
IMDB Top 250 sırası: 87
Metacritic puanı: 74/100
Rotten Tomatoes puanı: 97/100
Beyaz Perde puanı: 5/5
Divx Planet puanı: 8.2/10
Benim puanım: 9.2/10

 

Uzakdoğu sinemasının kara film türünü stilize ederek sıra dışı ve orijinal şaheserlere çevirmesi, bu sinemanın ürünlerini takip edenler için alışılagelmiş bir durum.Büyük emek sarf edilen eserlerin en muhteşem örneklerinden biri de tartışmasız Old Boy. Akıl almaz bir intikam hikayesinin etkileyici bir kurgu ile anlatıldığı film, karanlık ve kasvetli atmosferle desteklenen senaryosu sayesinde de izleyicinin psikolojisiyle oynamayı kusursuz bir şekilde başarıyor.Yapımın sahip olduğu eşsiz özellikler onu, çağdaş sinemanın en iyi temsilcilerinden biri yapmaya yetiyor.

İntikam, soğuk veya sıcak, yenmesi gereken bir yemektir.Bunu Dae-su’dan daha iyi kimse bilemez zira bir gece ansızın kaçırılarak tam 15 sene boyunca tek odalı bir dairede hapis tutulmuştur.Kimse ile konuşma fırsatı bulamaz ve böyle bir şeyin niçin başına geldiğini bilemeden yaşamak zorunda kalır.15 senenin sonunda serbest bırakıldığında ise aklında tek bir şey vardır:Kendisini kaçıranları bularak yitirdiği yılların hesabını sormak.Onun intikam yemeğini soğuk yeme şansı olmaz.15 senelik kaybın ardından hayata alışmaya çalışırken, gözü dönmüş bir şekilde bu insanlardan kalan izleri takip eder.

 
 
Yönetmen Chan-wook Park’ın enfes bir felsefeler yığını üzerine inşa ettiği Old Boy tam anlamıyla kara bir film.Kasvetli ve karanlık atmosfer ile daha da pekişen bu siyahlık seyirciyi ruhsal olarak rahatsız ediyor film boyunca.Yürekler sıkışıyor, izleyen herkese sirayet eden çaresizlik hissiyle nefes almak zorlaşıyor.Her şeyin susup mimiklerin ve muazzam melodilerin konuştuğu sanat kokan sahnelerde yoğun bir duygu akışı var.Karakterlerin sahip oldukları ruhsal karmaşaları ve felsefi yapıları izleyiciye net olarak yansıdığından kurgu gerçeklik kazanıyor, film yaşamaya başlıyor.Orijinal tarzdaki çekimler ve dahice kurgulanmış mizansenler (Dae-su’nun koridor boyunca kötü adamları dövdüğü sahne) yönetmenlik başarısını da beraberinde getirirken, son yılların en etkileyici başyapıtlarından birini izlememizi sağlıyor.

Old Boy’un muazzam hikaye kurgusu filmin kalitesini net bir şekilde katlıyor.Ani değişen olaylar örgüsüne ayak uydurarak yapımı devleştiriyor.Dudak uçuklatan twistler sayesinde kafalar karışırken, bu intikam filmi de yerini akıl almaz ve yaralayıcı bir hikayeye, kuvvetli bir drama bırakıyor.Karakterlerin hayatlarına yönelik retrospektif yaklaşım gerçekleri ortaya çıkardıkça izleyici psikolojisi alt üst oluyor.Bunca özelliği içinde barındıran zengin içerikli senaryonun bir de isabetli alt metinler ve etkileyici oyunculuklarla desteklenmiş olması filmin tamamını eşsiz kılıyor.


Sözün özü; her anından büyülenilen Old Boy izleyebileceğiniz en komple filmlerden biri.Uçuk bir intikam hikayesi, aynı zamanda insanı yerine çivileyecek kadar da psikoloji katili.Sıra dışı Uzakdoğu psikopatlığıyla yoğrulmuş bir başyapıt.Bu sene izlediğim ve başarılı bulduğum La Piel Que Habito gibi bir filme ön ayak olduğunu da düşündüğüm bu şaheser, türünün en iyilerinden biri olarak arşivlerdeki yerini çoktan aldı bile.

22 Eylül 2012 Cumartesi

DÜNYAYA NELER OLUYOR ?



Geçtiğimiz Perşembe gecesi İstanbul başta olmak üzere bazı şehirlerde gökyüzünden gelen tuhaf sesler duyulmuş.O saatlerde bir şeylerle uğraşanlar sesin farkına varmamışlar ancak tesadüfen yakalayanlar bu sesleri işitmiş.Duyanlar sesin sirene benzediğini, belirli aralıklarla tekrarladığını ve çok kuvvetli olduğunu söylüyorlar.Sesin en net duyulduğu yerler ise İstanbul Anadolu Yakası ve İzmir.

 
İstanbul’da yaşayan biri olarak bu olaya şahsen şahit olmadım.Ertesi gün internette dolaşırken farkına vardım.Konu ile ilgili biraz araştırma yapınca bunun ilk defa yaşanmadığını ve dünyanın bir çok bölgesinde buna benzer olayların meydana geldiğini öğrendim.Youtube’da dolanarak gökyüzünden gelen korkutucu seslerin bir çok ülkede kaydedilmiş kayıtlarını görme şansım oldu (izlediklerim fake değildi, bazıları haber bültenlerinde kullanılmış.Aşağıda bir tanesini paylaştım.).Bunların arasında en meşhur olanı, aynı zamanda basında da yer bulan Kiev’deki kayıttı.Daha önce hiç duyulmamış bir gürültü, belirli aralıklarla dehşet verici bir şekilde sürmekteydi.Bu videodaki sesleri dinleyip de rahatsız olmamak mümkün değildi.


 
 
Aslında dünyada bu seslerin dışında da bir çok garip olay meydana geliyor.Mevsimlerdeki beklenmedik değişimler, alışılmadık doğal felaketler ve anlaşılamayan hayvan ölümleri bunlardan sadece bir kaçı.Normal olmayan tüm bu olayların nedenleri, bilimadamları ve üst makamlar tarafından genelde “bilinmiyor” denilerek geçilmekte.Toplumlar bir türlü aydınlatılamıyor.Dünya üzerine bu anlamda bir gizem çökmüş durumda ve insanlar onları neyin beklediğinden habersiz şekilde yaşamaya devam ediyorlar.

 
Ancak kazın ayağı öyle değil.Yani bilinmeyen bir şey yok, her şeyin bir nedeni var.Konu ile ilgili daha derine inip araştırma yaptığınızda dünyadaki gücü elinde bulunduran toplumların gizli ve hiç de hoş olmayan planlarına şahit oluyorsunuz.Dünya üzerinde oynanacak oyunların ve bir dolu projenin varlığını keşfediyorsunuz.Normal insanların –buna hepimiz dahiliz- bu oyunların içindeki cahil piyonlardan başka bir şey olmadığını fark ediyorsunuz.Her şey biliniyor fakat bizlere açıklanmıyor.


Dünya üzerinde denenen bu projelerden biri HAARP Teknolojisi ile ilgili.”High Frequency Active Auroral Research Program”ın kısaltması olan ve işleyişinde atmosfer katmanlarından yararlanan HAARP, aslında bir çok güzel amaç için kullanılmakta.Uzak mesafedeki gemi ve denizaltılarla haberleşmenin kolaylaştırılması, düşman iletişiminin kesilmesi ve doğanın bilimsel olarak daha derinlemesine incelenmesi gibi önemli projelerde rol oynuyor.Ancak böyle faydalı özelliklerinin yanında endişe verici güçleri de var.Deprem yaratma, iklimleri değiştirme, insan beynini kontrol edebilme, önemli cihazları mesafe tanımaksızın etkisiz hale getirme gibi güçler bunlardan sadece bazıları.


 
 
Bu projelerden diğeri ve daha korkutucu olanı ise “Project Blue Beam”.NASA’nın üzerinde çalıştığına inanılan bu proje tamamen hologram teknolojisi üzerine yoğunlaşmış.Teori şu: HAARP ile dünya üzerinde meydana getirilecek depremler sonucunda çok eskiye dayanan ve dinlerin aslında yanlış anlaşıldığını ortaya koyan bir takım belgeler ortaya çıkacak.Bu yanlış anlaşılma durumu yan olaylarla toplumlara alttan alttan dayatılacak (bunu Hollywood üzerinden bazı bilim-kurgu filmleri ile çok önceden yapmaya başladılar bile.).Zamanı geldiğinde de çok gelişmiş ve inandırıcı bir hologram teknolojisi kullanılarak sanal bir uzaylı saldırısı başlatılacak.Projenin daha ilerisinde yine hologram tekniği ile yaratılan dinsel figürler ( Hz. İsa, Buddha), o dine mensup insanlarla temasa geçirilecek.Bu dinsel figürler, bilinç altı tarafından algılanabilecek bir frekansta yayın yapabilen hologram teknolojisi sayesinde direk kişinin kafasının içine konuşabilecek.Bu şekilde dış tehditlere karşı tek bir din ve düzen altında toplanma çağrısı yapılacak.Ve en sonunda uzun zamandır planlanan “Yeni Dünya Düzeni” Projesi, yeni bir din ve tanrı ile hayata geçirilmiş olacak.Endişe verici değil mi?

 
Tabi ki bunların hepsi birer komplo teorisi ancak çok uzun zamandır konuşulmakta.Şu bir gerçek; dünya üzerinde meydana gelen garip olayların hiçbiri bilinmedik değil.Büyük güçler dünya üzerinde bir takım deneyler yapmaktalar ve bunlar hayvan ölümleri, iklim değişimleri ve doğal felaketlerdeki artış olarak ortaya çıkıyor.Biz evimizde kahvemizi yudumlarken bir yerlerde farkında olmadığımız bir çok şey dönüyor.Dünyaya bir şeyler oluyor ve biz hiçbirini bilmiyoruz.En acı olanı da bilsek bile hiçbir şey yapamıyor ve yapamayacak olmamız.

 

12 Eylül 2012 Çarşamba

THE AVIATOR


Türkçe adı: Göklerin Hakimi
Yapım: ABD,Almanya
Gösterime girdiği sene: 2004
Türkiye’de gösterime girdiği sene: 2005
Tür: Biyografi,Dram
Yönetmen: Martin Scorsese
Senaryo: John Logan
Oyuncular: Leonardo DiCaprio,Cate Blanchett,Kate Beckinsale
Süre: 170 dk.
IMDB puanı: 7.5/10
IMDB Top 250 sırası: Yok
Metacritic puanı: 77/100
Rotten Tomatoes puanı: 87/100
Beyaz Perde puanı: 4.5/5
Divx Planet puanı: 7.2/10
Benim puanım: 7.6/10




Vizyona girdiği sene büyük ses getiren Martin Scorsese’nin yüksek bütçeli yapımı The Aviator, bizleri ABD’nin en zengin adamlarından biri olan Howard Hughes ile tanıştırıyor.Havacılık aşığı, obsesif bir adam olan Hughes’in çalkantılı yaşamı, çalışma azmi ve başarı hikayesi iddialı bir şekilde gözler önüne seriliyor.Başrolüne Scorsese’nin esas adamı Leonardo DiCaprio’yu taşıyan film, kendisi için başarılı bir biyografik çalışma tanımını kullanmamızı sağlıyor.
 
ABD’nin en büyük petrol zenginlerinden olan Howard Hughes, aslında bu işlerin hiçbiriyle ilgilenmeyen biri.Onun tek bir tutkusu var, o da uçmak.Gökyüzüne olan bu ilgisi yaşamındaki her ana işlemiş.Servetinin büyük bir bölümünü harcayarak çektiği ve o zamanların en yüksek maliyetli yapımı olan Hell’s Angels filmi, göklere duyduğu aşkın en büyük kanıtlarından.Daha sonra kurduğu havayolu şirketiyle dünyanın en büyük firmalarından biri olan PAN AM’a kafa tutması, bu tutkusunun aynı zamanda inat dolu bir rekabete dönüşebileceğini de gözler önüne sermekte.Azmi sayesinde kafasına koyduğunu gerçekleştirene kadar uğraşırken karşısına çıkan engeller onu durdurmaya pek yeterli olmuyor.Bu rekabetçi yapısı Hughes’a bir servet kaybettiriyor belki ama dünya havacılığına da inanılmaz artılar kazandırıyor.Sahip olduğu her şeyi gökyüzü aşkı için feda etmekten çekinmeyen bu adam, dünya havacılığının sınıf atlamasındaki en büyük rolü oynuyor.



Bu kadar büyük başarısının yanında hastalıklı bir tarafı da var Hughes’in.Öyle büyütüldüğünden midir bilinmez, Obsesif Kompulsif Bozukluk mağduru.Mikrop kapma korkusundan sürekli ellerini yıkaması,insanlarla hiçbir şeyini paylaşmak istememesi,her şeye mükemmeliyetçi yaklaşarak beğenmemesi gibi takıntıları birlikte yaşamak zorunda olduğu birer lanet gibiler.Bu aşırı kontrole dayalı paranoyalarının zamanla hayatını ele geçirmesine engel olamıyor.Hastalığı öyle boyutlara ulaşıyor ki, kafayı yemeye başlıyor Hughes.Bu kadar saplantılı ve hastalıklı bir insanın son derece başarılı bir iş hayatına sahip olması da ayrı bir tezat oluşturarak bizleri şaşırtmıyor değil hani.

Hughes’in kadınları da ayrı bir mevzu.Dönemin neredeyse bütün ünlü hanımefendileriyle ilişkisi olmuş.Katharine Hepburn, Ava Gardner ve Ginger Rogers gibi dönemin efsane isimleri bir şekilde Hughes’in hayatından geçmiş.Ancak ne yazık ki çapkınlığı dillere destan olan bu zengin adam, iş hayatındaki başarısını aşk hayatına yansıtamamış.İşe aşırı düşkünlüğü kadınlarıyla arasını açmış.Hastalığından kaynaklanan takıntılarını zaman zaman geri plana atmasını sağlayan bu gönül ilişkileri, The Aviator’da da geniş bir yer bulmakta.


Leonardo DiCaprio filmde tek başrol olarak çıkıyor karşımıza.Özellikle Hughes’in kafayı yediği sahnelerde oldukça etkileyici bir oyunculuk çıkardığını söylemek gerek.Muhteşem bir kadın olan Kate Beckinsale’i de Ava Gardner rolünde görme şansımız oluyor.Ancak The Aviator’un gerçek yıldızının kesinlikle Katharine Hepburn’ü canlandıran Cate Blanchett olduğu su götürmez bir gerçek.Hepburn’ün mimiklerini ve özellikle aksanını kusursuz bir şekilde uygulayarak unutulmaz bir performans sergileyen Blanchett, The Aviator’un o seneki Oscar töreninden başarıyla çıkmasını sağlayanların en başında yer almıştı.The Aviator aday olduğu 11 dalın 5’inde ödülü kucaklarken, Blanchett de “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Oscarı”na uzanmıştı.

 
The Aviator, Scorsese’nin hoş işlerinden bir tanesi.İş adamı, yatırımcı, yapımcı, yönetmen Howard Hughes’in çalkantılı yaşamını mümkün olduğunca derin ve ayrıntılı işlemeye çalışmış.Senaryoda Hughes’in ölümüne yer vermemiş belki –ki kendisi çok sevdiği göklerde ölmüştür- ancak genel anlamda başarılı bir iş çıkarmış.Kendisinin suç temalı filmlerini izlemeye alışmış olsak da böyle bir biyografiden alnının akıyla çıktığını söyleyebiliriz.Ünlü yönetmen Christopher Nolan’ın da bir Howard Hughes biyografisi çekmeye hazırlandığı şu zamanlarda (sonra vazgeçtiğini söyledi ancak çıkmadık candan ümit kesilmez:)) hala izlememiş olanlar için güzel bir seçenek The Aviator.Eğer biyografi de seviyorsanız ilgilinizi çekecek.