27 Ağustos 2012 Pazartesi

DRIVE


Türkçe adı: Sürücü
Yapım: ABD
Gösterime girdiği sene: 2011
Türkiye’de gösterime girdiği sene: 2012
Tür: Suç,Dram
Yönetmen: Nicolas Winding Refn
Senaryo: Hossein Amini (senaryo) , James Sallis (roman)
Oyuncular: Ryan Gosling,Carey Mulligan,Bryan Cranston,Albert Brooks,Ron Perlman
Süre: 100 dk.
IMDB puanı: 7.9/10
IMDB Top 250 sırası: Yok
Metacritic puanı: 79/100
Rotten Tomatoes puanı: 93/100
Beyaz Perde puanı: 3.3/5
Divx Planet puanı: 6.8/10
Benim puanım: 8/10



İsmi ilk duyulduğunda içinde arabaların ve hızın olduğu bir aksiyon filmi algısı yaratan Drive, son yılların en farklı işlerinden biri olarak belleklerdeki yerini alıyor.Şiddet dolu suç temasının melankolik bir havayla izleyiciye sunulma olayı, sanatsal bir yönetmenlik başarısıyla birleşince ortaya oldukça klas bir iş çıkıyor.Suç ve melankolinin bu tezat duruşu filmin asıl can alıcı tarafını oluşturuyor.Hikaye ilerledikçe isminden gelen o yanlış algı ile hiç alakası olmayan bir kahramanlık hikayesine dönüşüyor Drive.

Hikayenin merkezinde bulunan ve adını hiçbir zaman öğrenemeyeceğimiz Sürücü (Ryan Gosling), filmlerdeki tehlikeli araba sahnelerinde dublörlük yapan sessiz ve cool bir adam.Hareketlerinde hep bir gizem saklı olan bu şahsiyet, geceleri ise soyguncuların şoförlüğünü yapıyor.Onları soygun sırasında araba ile kapıda bekliyor.Sonrasında da gazlayıp, müşterileri ile birlikte gecenin karanlığında gözden kayboluyor.Eğer soyguncular 5 dakika içerisinde arabaya binmezlerse onları beklemeden yola koyuluyor.İşten sonra ne Sürücü onları, ne de onlar Sürücü’yü tanıyor.



Sürücü’nün bu düzenli(!) hayatı, komşusu Irene (Carey Mulligan) ve onun oğlu Benicio ile tanışmasıyla farklı bir yöne kayıyor.Vaktinin bir bölümünü kocası hapiste olan Irene ve Benicio ile geçirmeye başlıyor.Başlarında bir erkek olmadığı için onlara göz kulak olayı kendine görev ediniyor.Zaman geçtikçe içten içe Irene’i sevmeye de başlıyor.Ama hem koşullar, hem de karakteri bunu dışa vurmasını engelleyen unsurlar oluyor.Irene’nin kocası Standard’ın hapisten çıkmasıyla tekrar kendi hayatına dönmeye hazırlanırken işler tekrar değişiyor.Borçlu olduğu kişilerle başı dertte olan Standard, adamımızdan yardım istiyor.Irene’in mutlu bir yaşam sürmesini isteyen Sürücü de Standard’a yardım etmek için kolları sıvıyor.

Hem yönetmen Refn, hem de başrolü oynayan Ryan Gosling el birliğiyle çok etkileyici bir karakter yaratmayı başarmışlar.Filmin tamamında gizem dolu bir hüzün taşıyan Sürücü’nün ruh hali, seyircinin sürekli ona odaklanması sağlıyor.Neden böyle bir melankolinin içinde ve neden bu işleri yapıyor bilinmese de sorgulanmıyor da.Irene’i tanımadan önce dış dünyaya kayıtsız,etliye sütlüye karışmayan bir insan aslında.Hayatına kimseyi sokmayan, kendi dünyasını yaratmış biri.Ama ne zaman Irene’i tanıyor, her şey değişiyor onun için.O kimseyi sokmadığı, kendine göre değerli hayatı bir anda değersizleşiyor.Etrafındaki pisliğin içinde, belki de temiz kalması gereken tek şey için siliyor hayatını,her şeyi göze alıyor.Kendini boş verip bir anda kahramanlığa soyunuveriyor.O değersizleşiyor dediğim hayatı aslında o zaman değer kazanıyor.Ryan Gosling’in muhteşem performansı da katmerliyor tabi ki bu karakteri.Ufak ama etkili gülümsemeler, üstün melankolik tavırlar, şiddet patlamaları, cool duruş...Hepsi Gosling’i deli gibi takdir etmeye yetiyor.Tüm bunların sonucunda ortaya son zamanların en göz kamaştırıcı karakterlerinden biri çıkıyor.



Bu filmi etkileyici kılan ve ön plana çıkaran en önemli tarafı yönetmenlik başarısı.Yönetmen Refn’in suç temasını işlerken kullandığı melankolik işleniş, filme bambaşka bir hava katıyor.Daha önce de yazdığım gibi birbirinden çok farklı iki öğeyi harmanlaması ve bunda son derece başarılı olması takdire şayan.80’leri hatırlatan enfes şarkıların sahneler arası geçişleri, kullandığı çekim teknikleri ve neredeyse her sahneye sanatsal bir bakış açısı getirerek yaptığı estetik dokunuşlar bu filmi saf suç temasından çıkarıp başka bir yere oturtuyor.Özellikle asansör ve restoran sahneleri (Sürücü’nün maske ile kapıdan içeri baktığı sahne) gerçekten harika.Aslında filmin adının ve castının pembe yazılarla yazılması bile hem bu tezat konu-işleniş harmanını, hem de estetik ve sanatsal hamleleri önceden haber veriyor bence.Filmin bu denli iyi olmasındaki en büyük pay sahibi tartışmasız Refn’dir.Kendisini bu sene yapılan Oscar Ödül Töreni’nde aday bile göstermeyen Akademi’nin hatalı olduğunu kabul etmek gerek.

Filmin eleştirmenler tarafından yumuşak karnı olarak gösterdikleri yer ise senaryosu.Hikaye aslında kısa film çekilecek kadar kısa.Anlatılacak olaylar en fazla yarım saatte tamamlanabilir.Ancak Drive’ın süresi 100 dakika.Bu da filmin ağır ilerlemesine ve bazı izleyicileri sıkmasına neden olabiliyor.Ben filmi izlerken bu hisse hiç kapılmadım.Hikaye yavaş ilerliyor belki ancak her sahne o kadar detaylı ve sanatsal aktarılmış ki keyif almaktan sıkılmaya vaktiniz kalmıyor.Evet içerik olarak daha dolu bir film olabilirdi.Daha uzun ve doyuran bir hikaye izleyebilirdik ancak burada önemli olan film bittikten sonra hissettikleriniz olmalı.Sonunda tüyleriniz diken diken oluyor mu ? İçinizde anlamsız bir sızı,bir burukluk kalıyor mu? Bir kez daha izlemek istiyor musunuz? İşte bu sorulara tüm cevaplar evet.Film bu yüzden senaryo anlamında tam puanla olmasa da sınıfı geçiyor.

Drive, genel anlamda çok başarılı bir film olmuş.Orijinal işeniş, sağlam baş karakter, Refn ve Ryan Gosling birleşince ortaya etkileyici ve iç burkan bir iş çıkmış.Film bittiğinde bir süre etkisinden kurtulamıyor, mutluluk ve hüzün duyguları arasında gelip gidiyorsunuz.Sadece 2011’in değil, son yılların en iyi işlerinden biri olan Drive’ı izlemenizi gönül rahatlığıyla tavsiye ederim.

16 Ağustos 2012 Perşembe

REVOLUTION : YENİ BİR BAŞLANGIÇ




Aylar önce Alcatraz dizisinin haberini bu sayfalarda vermiştim.Şimdi karşımızda yine bir J.J. Abrams dizisi duruyor.Distopik bir dünyada geçecek olan Revolution adlı bu yeni bilim-kurgu dizisi, özellikle ilginç konusu ve hikayesiyle bekleneni veremeyen Alcatraz’ın hayal kırıklığını unutturacak gibi duruyor.Supernatural dizisinin yaratıcısı Eric Kripke ile birlikte bu yola baş koyan Abrams, Lost’taki o muhteşem havayı tekrar yakalayabilmek için ter dökecek.

Madem ilginç konu dedik, ilk olarak oradan başlayalım anlatmaya.İnsanlar günlük yaşantılarını normal bir şekilde sürdürürlerken, dünya üzerinde enerji olarak adlandırılan her şey aniden yok olur.Elektrik tarihe karışır.Araçlar çalışmaz,uçaklar uçmaz hatta piller bile işe yaramaz hale gelir.Günümüzde enerji ile çalışan her şey işlevsiz kalır.Dünya karanlığa ve kocaman bir bilinmezliğin içine gömülür.

Nasıl meydana geldiği anlaşılamayan bu olaydan 15 sene sonra dünya artık o modern görünümünü tamamen kaybetmiştir.Enerjinin olmayışı dünyayı viran etmiş, neredeyse ilk var olduğu zamanlardaki haline geriletmiştir.Hükümetler çökmüş,siyasetçiler yok olmuş,günümüzdeki işleyiş kaybolmuştur.Yerlerine kendi düzenlerini kendileri sağlayan derebeyler ve lordlar türemiştir.Güven ortamı tamamen ortadan kalkmış,dünya bir anlamda vahşi batıya dönmüştür.





İşte dizimizin hikayesi tam bu noktadan sonra başlıyor.Açıkçası post apokaliptik bir dönemde geçen bu distopik macera beni fazlasıyla cezbetti.Konu seçimi bence şahane olmuş.Özellikle fragmanı izlerken çok heyecanlandığımı söylemeliyim.Enerji kesintisi sonucu dünyanın dönüştüğü o hali ve atmosferi çok hoşuma gitti.Günümüzdeki o keşmekeşliğinin ve gürültüsünün gidip yerine çöller ve bitkilerden oluşan sessiz bir yaşam alanının gelmesi acayip keyif verici ve heyecanlandırıcı olmuş.Ayrıca insanların enerjinin kaybolduğu ve güvenliğin olmadığı bu ortamda, yeniden kılıç ve yay gibi silahlara ihtiyaç duymaları benim ilgimi en çok çeken şey oldu dizi adına.Buna paralel olarak çok güzel dövüş sahneleri izleyeceğimizi fragmandan anladık.Dizide kullanılan efektlerin ve sinematografisinin de çok başarılı göründüğünü söylemek gerek.

Bu yeni Abrams dizisinden beklentilerimizi yükselten önemli noktalardan biri de önceden belirttiğim gibi Eric Kripke.Supernatural’ın yaratıcısı Kripke’nin varlığı bu yapıma başka bir gözle bakmamızı sağlıyor.Eğer Supernatural’daki başarısını buraya yansıtıp Abrams ile iyi bir ikili olabilirse adından çok söz edeceğimiz bir yapıma tanıklık edebiliriz.

Oyuncu kadrosuna bakalım biraz da.Twilight serisinde izlediğimiz Billy Burke yetişkin başrol olarak karşımıza çıkıyor.Güzelliği gözlerimizi kamaştıran Tracy Spiridakos esas kızı oynayacak.Fragmandan anladığım kadarıyla JD Pardo da esas oğlan Nate rolünde.Adları duyulmamış daha bir çok oyuncuyu kadrosunda bulunduran Revolution başarılı olursa bu isimlerin bir çoğu belki de dünyaca ün kazanıp yollarına devam edecekler.


Bu adı duyulmamış oyuncu kadrosuna ve son derece heyecan verici hikayeye şekil verecek isim ise Iron Man filmlerinin yönetmeni Jon Favreau.Artık bu çalışmayı vezir mi eder, rezil mi eder göreceğiz.

Revolution ilk izlenim olarak çok heyecan verici durmakta.İyi bir hikaye devamı yaratılabilirse çok güzel şeyler çıkarılabilecek bir konuya sahip.Lost’tan sonra bir türlü dikiş tutturamayan (Fringe’i sevemedim, sevemeyeceğim de) Abrams, inşallah bu diziyi Alcatraz da yaptığı gibi mahvetmez.İlk bölümü 17 Eylül’de NBC’de yayınlanacak Revolution'ı merakla bekliyoruz.

Aşağıda dizinin fragmanını izleyebilirsiniz.