30 Temmuz 2012 Pazartesi

THE DARK KNIGHT RISES




"Çünkü o bizim kahramanımız değil.O sessiz bir gardiyan.Uyanık bir koruyucu.O, Kara Şövalye."


Ve bitti...Christopher Nolan’ın yerin dibine batmış Batman’i yeniden efsaneleştirdiği Kara Şövalye serisi,ülkemizde geçtiğimiz Cuma günü gösterime giren üçüncü ve son film The Dark Knight Rises ile sona erdi. İçimiz acıyor,canımız yanıyor.Bir daha Nolan imzalı Batman filmi izleyemeyeceğiz çünkü.Sinema tarihinin en iyi işlerinden birine,bir süper kahraman hikayesinden çok daha öte,gerçek anlamda bir sanat eserine tanıklık edecek kadar şanslıydık en azından.Bunun haklı gururunu yaşamaktayız.

Tam 4 sene bekledik The Dark Knight Rises’ı.Muhteşem bir eser olan The Dark Knight’tan sonra tüm Batman hayranları serinin son filmine odaklanmıştı.Yapım,ABD’de ülkemizden 1 hafta önce gösterime girmiş olduğundan dünyada ilk izleyenlerden biri olamadık belki ama Türkiye’nin ilklerinden olabilmek adına geçtiğimiz Cuma sinema salonlarında yerimizi aldık. Bir efsanenin bitişine şahit olacaktık artık.Büyük bir Batman ve Nolan fanatiği olarak ben, aylarca zor sabretmiştim.Gösterimin ilk günü bu büyük yapımı iştahla seyrettim.Ancak ilk defa bir Nolan filminden tatmin olmayarak salondan ayrıldım.Efsanevi Kara Şövalye serisi çok daha epik bir sonla veda etmeliydi beyaz perdeye.Yine ortaya çok güzel bir iş çıkmış ancak ağzımızda buruk bir tat kalmıştı.Bir çok Batman fanatiği de benim gibi tatmin olmamıştı.İstediğimiz,beklentilerimizi sonuna kadar karşılayacak son bu değildi.

Final bölümünün hikayesine kısaca değinelim önce.Batman'in,Harvey Dent'in tüm suçlarını üzerine alarak ortadan kaybolmasının üzerinden 8 yıl geçmiştir.O günden sonra kimse kendisini görmemiştir.Herkes Batman'in devrinin bittiğine inanmaktadır artık.Bruce Wayne ise odasına kapanmış,dışarı adımını dahi atmamıştır.En yakınları bile (Alfred hariç) kendisini yıllardır görmemiştir.Wayne artık Gotham'ın Batman'e ihtiyacı olmadığını düşünmektedir.Geride kalan 8 sene boyunca Gotham sözde tüm kötülük ve yolsuzluklardan arınmıştır.Ama bu barış dönemi daha uzun sürmez.Bir zamanlar Wayne'in de içinde bulunduğu Gölgeler Birliği'ne ait üyelerden biri olan Bane,Gotham'ı yok etmek için şehre ayak basar.Batman'in daha önce yapmayı reddettiği şeyi başarmak için koca bir orduyla işe koyulur.Gotham'ın  Kara Şövalye'ye ihtiyacı olduğunu gören Bruce Wayne,yeniden kahraman kimliğine bürünerek Bane ile yüzleşmek için geri döner.



Şimdi gelelim neden tam anlamıyla tatmin olmadığımıza.İlk olarak filmin benim için 2 parçaya ayrıldığını söylemem lazım.İlk parça filmin aradan önceki,ikinci parça ise aradan sonraki bölümüydü.Ara öncesindeki bölüm tam anlamıyla kusursuzdu (buraya sonradan değineceğim).Ancak aradan sonraki bölümde sanki yönetmen koltuğundaki Nolan yerinden kalkmış,oraya başka biri oturmuştu.İlk yarı beklentileri en üst düzeye çıkarmayı başaran film,ikinci yarı hızla irtifa kaybetmişti.Gerçekten iki yarı arasında bu denli büyük bir fark vardı.Belki de bizim için dananın kuyruğunun koptuğu an o araydı.

Öncelikle senaryoya değinelim.Sadece bu filminkine değil,Nolan’ın yazdığı ve katkıda bulunduğu tüm senaryolara bakarsak olağanüstü işler çıkardığını görebiliriz.Memento,The Prestige,Inception,Batman Begins ve The Dark Knight diye saymamıza gerek bile yok aslında.Hepsi hikaye ve senaryo anlamında orijinal olduğu kadar sıradışı işler.Böyle insanüstü yazabilen birinden doğal olarak yine öyle bir çalışma bekliyor insan.Çünkü Nolan bizi buna alıştırdı.Ancak bu dahi senarist The Dark Knight Rises’da kendinden beklenmeyecek sıradanlıkta bir iş çıkarmış (Jonathan Nolan’ı da dahil etmeliyiz bu senaryo olayına aslında).80’ler ve 90’larda izlediğimiz aksiyon filmlerinde kullanılan ve günümüzde artık neredeyse hiç rastlamadığımız büyük klişeleri bu epik yapıma yerleştirmiş.Bunu başka bir senarist yapsa fazla takmaz,geçeriz belki ama altında Nolan imzası olunca hepimiz şaşırıyoruz.Senaryoyu sadece bu serinin ilk iki filmiyle karşılaştırdığımızda bile kalite olarak onların gerisinde kaldığını görebiliyoruz.Bu klişelerle dolu senaryo hem filmin, hem de serinin kalitesini biraz aşağıya çekiyor.






----------------------------------------SENARYO SPOILERI---------------------------------------------

İnsanlığı yok edecek saatli bir bomba,yaşamak için bu bombayı imha etme zorunluluğu ve bunun son saniyede başarılıp herkesin kurtarılması klişeleri yıllar önce kullanımdan kalkmıştı.Nolan niçin böyle bir yol izledi anlamak zor gerçekten.Artı esas kızın kahramanı öptüğü,yani Batman ve Catwoman’ın öpüşme sahnesi Nolan’a hiç yakışmamış.O sahne klişe değil klişe ötesi.Ayrıca Miranda Tate’in aslında Talia Al Ghul olduğu son saniye twisti bence gereksiz olmuş.Nedeni hem Miranda, hem de Talia’nın yeterli karakter derinliğini yakalayamamış olmasıdır.Bu yüzden seyirci pek etkilenmedi açıkçası.

----------------------------------------SENARYO SPOILERI---------------------------------------------




Nolan’ın yarattığı Batman serisinde öne çıkan en önemli özelliklerden biri de filmlerin içinde yoğun bir felsefenin olmasıydı.Bu güzel özellik aslında seriyi bir süper kahraman hikayesinden çıkararak çok daha öteye taşıyan temel öğeydi.Filmlere ağırlık ve ciddiyet katıyor,Batman’in ve hatta tüm karakterlerin belli idealler doğrultusunda ilerlediklerini simgeliyordu.Bu da seyirci üzerindeki algıyı çok daha fazla arttırıyordu.Bunun mükemmel örneklerini Batman Begins ve The Dark Knight’da görebiliyorduk.Batman Begins’de başkalarının korkusu olabilmek için önce herkesin kendi korkularından arınması ve her suç işleyenin adilce yargılanması gerektiğine parmak basılıyordu.The Dark Knight’da ise felsefe öğeleri ve alt metinler çok daha fazlaydı.Joker’in her sözü ayrı bir ders niteliğindeydi.En iyilerin bile düşebilecek olması,bazı suçluların paradan çok farklı şeylere değer vermesi,düzene çomak sokulduğunda herkesin kaosa sürüklenmesi gibi ilginç tespitlere yer veriliyordu.Yine aynı filmde Harvey Dent ve Batman’in bir çok mesajı gözümüze soktuğunu görebiliyorduk.The Dark Knight Rises’da bu felsefi değerlerin çok daha az olduğu net bir şekilde ortada.Diğer filmlerde gördüklerimizin yanında yetersiz kalmış.İlk iki filmde tamamen felsefe öğeleriyle yoğrulan bünyeler doğal olarak bu filmde tatmin olmuyor.Sanki Nolan bu anlamdaki her şeyi önceki eserlerinde harcamış,bu filme bir şey kalmamış.Son film adına dikkatimi en net şekilde çeken şeylerden biri işte bu felsefe noksanlığıydı.




Yine ilk iki filme bakarak dikkat çekeceğim,tatmin olmadığım bir yan var.Nolan,Kara Şövalye serisinde hep az karakterli,kalabalık olmayan hikayelere imza atıyordu.Böylece karakterleri bizlere derinlemesine yansıtıyor,altlarını net bir şekilde doldurabiliyordu.Ancak The Dark Knight Rises’da, bu anlamda yine Nolan’a uymayacak hamlelere tanık olduk.Alışık olmadığımız bir karakter bolluğu ve bu karakterlerin havada kalma durumu var.Altları dolmamış,derinleşme sınırlı.Filmin villainı Bane güzel durmuş fakat tam anlamıyla oturmuş mu orası soru işareti.İlk yarı şahane bir Bane izlerken ikinci yarı o havasının kalmadığı,sıradan bir karaktere dönüşmeye başladığı gözlerden kaçmadı.Oysa durup The Dark Knight’daki Joker’e baktığımızda efsaneleşmiş bir villain görüyoruz.Filmin villain konusunda tam tatmin etmediği ortada.Gelelim Blake karakterine.Niye,ne amaçla var çözemedim.Hiçbir işe yaramıyor,hikayede en ufak bir ağırlığı yok.Hiç olmasa kimse fark etmeyecek bile.Bir tek son sahnesi şaşırtıyor o kadar,onun dışında çok boş kalmış.Keza Miranda da öyle.Senaryo içindeki ani twist onu da kurtaramıyor,altı boş bir şekilde hikayede süzülüyor.Bir tek Catwoman tatmin etti beni.Gerisi yeterli derinleşmeyi sağlayamamış hikayede.

Buraya kadar okuyanlar filmle ilgili yanlış kanıya kapılabilirler.Dikkat edilirse tatmin olmadığımız yanlar hep serinin diğer filmleriyle karşılaştırıldığında ortaya çıkıyor.Ama bu filme objektif bakmak için tek başına bir esermiş gibi incelemek lazım.Nolan bu zamana kadar öylesine mükemmel işler çıkardı ki en ufak bir sapma gösterince böyle harika bir filmden bile tatmin olamıyoruz.Evet, film tek başına harika,nefes kesici.Yine bir süper kahraman hikayesinden çok daha fazlasını alıyoruz The Dark Knight Rises’dan.Tempo yine durmuyor,duygularımız coşuyor.Bir kereden fazla gidilip izlenecek bir iş var yine önümüzde.
 
 


İyi yanlara devam edelim.Yazının başında da söylediğim gibi filmin aradan önceki bölümü kusursuzdu.Açılış sahnesi,Batman’in 8 sene aradan sonra Gotham’da ilk göründüğü an,o ilk görünüş anında duyduğumuz heyecan,Bane ve Batman’in ilk karşılaştığı sahne,o karşılaşma sonundaki Batman’in çaresizlik ve umutsuzluk hissi. Sonlara geldiğimizde içimizi kaplayan burukluk,hüzün,üzüntü.Bir efsanenin bitişine tanık olmanın verdiği gurur.Bunların hepsi muazzamdı.Tüm bu duyguları bize yaşattığı için Nolan’ı ne kadar tebrik edip alkışlasak azdır.

Oyunculuklar ile ilgili birkaç kelam etmeden olmaz.The Dark Knight Rises’da bu anlamda iki kişi öne çıkıyor:Catwoman rolündeki Anne Hathaway ve canımız,ciğerimiz Alfred’imiz Michael Caine.Anne Hathaway ismi ilk açıklandığında herkes burun kıvırmıştı.Bu zamana kadar çok başarılı bir işte yer almamış,izleyici tarafından da çok sevilmeyen biri olan Hathaway,filmin en istenmeyen oyuncusuydu.Ne yalan söyleyeyim ben de hiç beğenmezdim kendisini.Ancak filmi izleyince Nolan’ın bir bildiği olduğunu yine anladık.Hathaway beklentilerin çok çok üstünde bir oyunculuk performansı sergilemiş.Filmde benim için en olmuş karakter Catwoman’dı ve bunun mimarı Anne Hathaway’di.Kendisine bakış açım bu film sayesinde değişti.Michael Caine’e zaten kimsenin kalkıp iyi bir şey söylemek bile haddi değil.Sadece böyle muazzam bir oyuncuyu bize her filminde izleme şansı verdiği için Christopher Nolan’a teşekkür etmeliyiz.Büyük ustanın filmde öyle iki sahnesi var ki, herkesi hüngür hüngür ağlatabilir.Gerçekten o sahneleri ömrüm boyunca unutamayacağım.Kendisini izleyebilmek bile çok büyük bir onur.








-----------------------------------ÖNEMLİ!!!FİLM SONU SPOILERI!!!------------------------------

Filmin sonunda Batman ölmüyor.Bilindiği üzere filmin son sahnelerinde teknik elemanlar Fox’a, Batman’in yeni oyuncağı Bat’e 6 ay önce otomatik pilot yüklenmiş olduğu haberini veriyorlar.İşlemin de bizzat Bruce Wayne tarafından yapıldığını söylüyorlar.Bu da demek oluyor ki Batman bombayı denizin üzerine götürüyor,Bat’i otomatik pilota alıp kendisi araçtan çıkıyor.Bomba Batman Bat’in içinde değilken patlıyor.Yani Alfred’in son sahnede Bruce Wayne’i kafede gördüğü an gerçek.

-----------------------------------ÖNEMLİ!!!FİLM SONU SPOILERI!!!------------------------------




Özetle biz Batman ve Nolan severler için çok tatmin edici bir son olmasa da tek başına bakıldığında yine harika bir film olduğu aşikar The Dark Knight Rises’ın.Biz sadece seriye yakışan çok daha epik bir son bekliyorduk.Diğerlerine göre daha az doyduk diyelim.Belki beklentilerimiz inanılmaz yüksekti,belki fazla abarttık ancak işin başında Nolan olunca da kendimizde hata bulamıyoruz.Bizi sıradışı işlerine kendisi alıştırdı.Yine de beklentilerimizin tam olarak oturması adına sinemada 1-2 defa daha izlemek gerekli diye düşünüyorum.Ancak şimdi her şeyi unutalım.Bizler muazzam bir projenin,bence sinema tarihinin en başarılı serisinin (buna Matrix,Star Wars ve The Lord of The Rings serileri de dahil) bitişine tanıklık ettik.2005’de başlayıp 2012’de sona eren,7 senelik bu masalsı destanı bize sunan herkese çok ama çok büyük bir teşekkürü göndermek boynumuzun borcu.Tüm Batman hayranları olarak bu projede emeği geçen herkesi kutluyor,bizleri yeni işleriyle yeniden sevindirmelerini diliyoruz.Büyük oyuncu Heath Ledger’ı anarken yazıma son veriyorum tüm Batman ve sinema severler.





19 Temmuz 2012 Perşembe

13. CUMA VE AŞK YOLCULUĞU




Hurafelere ve batıl inançlara bayılan bir milletiz.Acayip hoşumuza gidiyor böyle şeylere inanmak.Gece rüya anlatılmaz,sakız çiğnenmez,tırnak kesilmez.Dolap kapakları açık bırakılmaz,şeytan girer.Merdiven altından geçilmez,kara kedi görülürse saç tutulur vs..13. Cuma da böyle bir şey işte,yabancı kökenli bir batıl inanç.Neymiş efendim, uğursuz günmüş.Haydi oradan,halt etmişler.Benim için 13. Cuma gayet şahane bir gün artık.Uğursuzluğunu geç, o kadar uğurlu geldi ki.Belki de yaşayacağım en harika şeyin başlangıcı olacak.13’lere,Cuma’lara bakış açım artık çok farklı.Heyecan,mutluluk ve belki de inanmadığım aşkın simgesi olmaya aday benim için.

Ne yalan söyleyeyim,benim de hoşuma giderdi bu 13. Cuma olayı.Garip bir heyecan olurdu o gün.Herkes bundan bahseder ,”oğlum başımıza ne gelecek acaba” diyerek eğlenceli dakikalar geçirirdi.Yaşanan her olay bu uğursuz güne bağlanırdı.Saçma sapandı belki ama eğlence çıkıyordu millete işte.

Artık bu düşünceler benim için geride kaldı.Bundan sonra Cuma günü ne zaman ayın 13’üne denk gelse farklı şeyler hissedeceğim.Uzun süre sonra birini sevmeye başladım çünkü.İçim içime sığmıyor,aklım yerinde durmuyor.Her şeyin başlangıcı işte bu uğursuz denilen gün oldu ya,işin tadı ayrı bir arttı.Güzel bir başlangıcın yanında, yaşanan şeyin bir anısı da olacak hep.Bu insana çok güzel hissettiriyor.Belki de geleceğimi etkileyecek,hissetmediklerimi hissettirecek,yapmadıklarımı yaptıracak duyguların temeli o gün atılmış oldu.Keyfini anlatamam.

Sözün özü seviyorum blogum.Özlediğim duygulara sahibim ve hepsi bu uğursuz 13. Cuma’da gerçekleşti.Yabancı dostlarımız kusura bakmasınlar ama ben bu tabuyu yıktım artık.Bu günün uğursuz bir gün olmadığını net bir şekilde gösterdim,en azından kendime.Bundan sonra uğursuzlukmuş,oymuş,buymuş vız gelir,tırıs gider benim için.13 sayısıyla yaşamayı öğrenmeye başlayacağım.Ayrıca herkes için kendimi de feda ediyorum bir yandan.İnsanlık adına bir test gibi görün bunu.Bu kadar 13’ün içinde yaşayacak biri olarak bana bir şey olmazsa kimseye olmaz:) Bekleyip göreceğiz.

Hala bu güne uğursuz mu diyorlar ? Haydi oradan be.